ORTA
ÇAĞ’DA SİYASİ YAPILAR
651 Sasani Devleti’nin yıkılması
711 Vizigot Krallığı’nın sona ermesi
1000 İslamiyet’in Hindistan’da yayılmaya başlaması
1054 Katolik-Ortodoks bölünmesi
1196 Moğol İmparatorluğu’nun kurulması
1215 Magna Carta (Manga Karta)
1227 Moğol İmparatorluğu’nun parçalanması
1295 İngiltere’de parlamenter sisteme geçilmesi
1337-1453 Yüzyıl Savaşları
1347-1351 Avrupa’da Veba Salgını
MS 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun; Batı ve Doğu Roma
olmak üzere ikiye ayrılması, Batı Roma İmparatorluğu’nun 476’da
yıkılmasından sonra Avrupa’nın sosyo-ekonomik ve kurumsal yapısında büyük
değişiklikler yaşanmıştır.
Bu tarihten itibaren Germen kabileleri kendi devletlerini kurarak bugünkü
Avrupa devletlerinin temellerini atmıştır.
Avrupa’da Frank, Vizigot, Ostrogot, Sakson gibi Germen krallıkları kurulmuş
ve bu krallıklar; siyasi üstünlüğü ele almıştır.
Bu durum, Avrupa’nın güçlü bir devlet otoritesinden yoksun kalmasına, büyük
bir karmaşaya sürüklenmesine sebep olmuştur.
Orta Çağ Avrupası’nda siyasi yapıyı şekillendiren ve bu döneme damgasını
vuran sistem “feodalizm” olmuştur.
Feodalizm
Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılma sürecine girmesiyle kıtlık ve savaş
korkusu halkın can ve mal güvenliği endişesine kapılmasına neden oldu.
Bundan sonra halk yaşadıkları bölgelerin büyük malikânelere sahip
lordlarına sığınmaya başladı.
Feodalite güçlü savaş lordlarının egemen güç kabul edildiği, zayıfların
kendilerini efendilerine emanet ederek karşılığında sadakatle hizmet sözü
verdikleri bir toplum yapısıdır.
Bu sisteme göre siyasi güç; krala ait olup kral, siyasi otoritesini mutlak
sadakat koşuluyla ve kontrollü olarak derebeyleriyle paylaşmıştır.
Lordlar, kendisine sığınan köylü sınıfını korumak ve topraklarına toprak
katabilmek için sadık bir silahlı güce ihtiyaç duymuştur. Bu profesyonel
savaşçılara şövalye adı verilirdi.
Doğu
roma (Bizans)
Doğu Roma İmparatorluğu Orta Çağ’da; Anadolu, Balkanlar, Mısır, Suriye,
Filistin ve Kuzey Afrika coğrafyasında etkili olmuştur.
Hellenizm ve Ortodoksluk gibi kültürel bileşenler sonucu Bizans
İmparatorluğu, Batı Roma İmparatorluğu’ndan farklı bir siyasi yapı hâline
gelmiştir.
Roma İmparatorluğu bir çeşit cumhuriyet ile yönetilirken Bizans imparatoru
gücünü tanrıdan alan otokrat bir lider konumuna
gelmiştir. Bu siyasi anlayışıyla Bizans imparatorları özellikle Sasani ve
Hellenistik Dönem monarşilerinden etkilenmiştir.
Orta Çağ boyunca varlığını sürdüren Bizans İmparatorluğu, 1453’te
İstanbul’un Fethi’yle ortadan kaldırılmıştır.
Otokrasi
nedir?
Otokrasi, monarşinin bir çeşidi olup bütün siyasi yetkiler kralın
elindedir. Monarşiden farklı olarak otokraside, yönetim miras yoluyla değil,
kişiler tarafından ele geçirilmiştir.
SASANİLER
Güçlü bir devlet geleneğine sahip olan Sasaniler, Kafkasya, Mezopotamya ve
İran’a hükmetmiştir.
İmparatorluğu’nun yönetim şekli monarşiydi. İmparatorluğun başında Şehinşah
(Kralların Kralı) unvanını kullanan hükümdar bulunmaktaydı.
Kral çoğu kez kendisinden sonra başa geçecek kişiyi yardımcısı olarak tayin
etmiş ve onun siyaset sanatını öğrenmesi için önemli eyaletlerden birinin
başına getirmiştir.
Krallar, Tanrı Ahuramazda’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak mutlak
otoriteye sahiptir. Bunun açık göstergesi, Sasani madenî paralarının bir
yüzünde hükümdarın diğer yüzünde kutsal ateşin resmedilmesidir.
Bizans İmparatorluğu ile yaptıkları uzun savaşlar sonucunda, Anadolu’yu
hâkimiyetleri altına alan Sasaniler, İstanbul’u kuşatmıştır.
Ancak Bizans’ın özellikle deniz gücü karşısında etkisiz kalan Sasani
Devleti, Anadolu’dan çekilmek zorunda kalmıştır.
VII. yüzyılda Suriye- Filistin hattını fetheden Müslüman Araplar ise İran,
Mezopotamya ve Kuzey Suriye’deki Bizans birliklerini yenilgiye
uğratmıştır.
Sasaniler, Hz. Ömer Dönemi’nde yapılan Nihavend Savaşı’nda yenilmiş ve 651
yılında yıkılmıştır.
MOĞOL
İMPARATORLUĞU
Moğol İmparatorluğu’nu kuran Temuçin’dir. Temuçin,1206 yılında yapılan
kurultayda Türk-Moğol boyları tarafından kağan seçilmiş ve Cengiz adını
almıştır.
Moğol boylarını uzun mücadelelerden sonra bir araya toplayan Cengiz Han,
istila hareketleri ile dünyanın en geniş kara imparatorluğunu kurmuştur.
Cengiz Han hayattayken imparatorluk topraklarını dört oğlu arasında
paylaşılmıştır.
Moğollar üzerinde Şamanizm’in önemli bir etkisi vardır. Şamanların
söyledikleri gerek toplum üzerinde gerekse idareciler üzerinde etkilidir.
İmparatorluklarda
Sosyal durum
Germen kralları, Roma İmparatorluğu’nun eyalet yönetim sistemi gibi bir
idari yapı kurmuştur.
Bu eyaletlerin başında valiler görevlendirilmiştir. Eyaletlerden daha küçük
yönetim birimleri kontlar tarafından yönetilmiştir.
Her eyaletin kendi ordusu olup bu orduların her birine kumanda etme görevi
de bir düke verilmiştir.
Bu düzen, zamanla Avrupa’da feodal sistemi ortaya çıkarmıştır.
Krallar, meclislerinde kontlarla piskoposlara danışarak karar
almıştır.
Kontlar, imparatorun tebaasını ruhban sınıfına itaate zorlamış, piskoposlar
da halkı kontların yerel iktidarına tabi olmaya çağırmıştır.
Sasanilerde de Roma İmparatorluğu’nda olduğu gibi yönetime aristokratlar
hâkimdir.
Sasani İmparatorluğu’ndaki danışma meclisi, Roma’daki konsüllerle benzerlik
gösterse de Sasanilerin soya bağlı hanedan üyelerinin mecliste etkin olması,
Roma’dan farklılık göstermiştir.
Ayrıca Sasani İmparatorluğu’ndaki siyasi meşruiyet ve idari yapı, dinî bir
karakter taşımaktadır.
Moğol İmparatorluğu’nda kurultay adında bir danışma meclisi vardır. Bu
kurultaydaki görevliler soylu oluşlarına göre değil liyakat esasına göre
seçilmiştir.
Orta
Çağ’da Avrupa’da Veba Salgını (1347-1351)
1347’nin sonunda Sicilya’da görülen veba, ilk olarak Bizans topraklarını
vurmuş ve Avrupa’ya; Venedik, Cenova gibi liman kentleri üzerinden girmiştir.
Bu salgın nedeniyle Avrupa nüfusunun neredeyse yarısına yakını ölmüştür.
Avrupa’nın demografik haritasını değiştiren bu hastalık, halkın psikolojik
olarak güvensizlik ve korku yaşamasına neden olmuştur.
Sosyal ilişkileri zayıflatmış, ticareti ve dini uygulamaları durma
noktasına getirmiştir.
Çok sayıda kişinin ölmesi her alanda bir değişime neden olmuştur.
İmparatorluklarda
Ekonomik Durum
Bizans İmparatorluğu’nda hayat ve geçim tarzı ticarete dayanmaktadır.
Çin ve Hindistan’dan gelen ticari ürünlerin Avrupa’ya sevk edilmesi,
Bizanslı tüccarlar sayesinde olmuştur.
İpek ticareti Bizanslılar ile Sasanileri karşı karşıya getirmiş ve Bizans
İmparatorluğu, Sasanilere karşı Türklerle ittifak kurmuştur.
Sasani Devleti’nde ekonomi, topraktan alınan vergilere dayanmaktadır.
Sasaniler, gelirlerini artırmak için üreticiyi destekleyen yasalar
çıkarmış, zaten geniş olan ticaret ağını daha da büyütmüştür.
Ayrıca Hint Okyanusu’nda, Orta Asya’da ve Güney Rusya’da uluslararası
ticarete egemen olmuşlardır.
Geniş bir coğrafyada hâkimiyet kuran Sasani Devleti’nde, Perslerdeki
satraplık sistemine benzer daha merkezî bir eyalet sistemi uygulanmıştır.
Moğol İmparatorluğu’nun merkezi konumundaki İç Asya’da iklim şartları tarım
için elverişli değildi. Bu nedenle halkın ana geçim kaynağı hayvancılık
olmuştur.
Hayvanlar için otlak arayışları sonucunda Moğollar, konar-göçer bir yaşam tarzını
benimsemiştir.
Ekonomileri her ne kadar hayvancılığa dayansa da yerleşik topluluklar ile
ticarete önem vermişlerdir.
İmparatorluklarda
Askeri Durum
Bizans ordusunun asıl gücünü, eyalet birlikleri oluşturmuştur.
XI. yüzyılın ikinci yarısında ise ücretli askerler ordunun
aslî unsuru hâline gelmiştir.
Bizans ordusunda; İngiliz, Frank, Norman, Bulgar, Gürcü, Peçenek, Kıpçak,
Uz gibi ücretli askerler görev almıştır.
Moğol ordusu gönüllü birliklerden oluşmaktadır. Moğol ordusu,
Mao-dun (Mete Han)’un geliştirdiği onlu teşkilata uygun olarak on, yüz, bin
ve on bin şeklinde bölümlere ayrılmıştır.
Moğol ordusu hafif süvari birliklerinden oluştuğu için hızlı hareket
kabiliyetine sahiptiler.
Artı Üründen Sosyal Sınıflara
Yağışın yeterli olduğu ve doğal besin kaynaklarının bol olduğu bölgelerde büyük bir anlam ifade etmeyen artı ürün, kurak bölgelerde hayati öneme sahiptir.
Çünkü bu bölgelerde artı ürüne sahip olan yerleşim merkezleri avantajlı duruma geçmiş ve bu durum onlara güç kazandırmıştır.
Ayrıca artı ürün, diğer ihtiyaçların karşılanması için değiş tokuşu geliştimiş ve çiftçilik dışında yeni meslekler ortaya çıkarmıştır.
Çiftçi, esnaf, tüccar, din adamı, savaşçı gibi yeni sınıflardan oluşan daha büyük topluluklar şehir toplumunun doğmasını sağlamıştır.
Artı ürünlerin bir merkezde toplanması ve halka buradan dağıtılması toplumda tabakalaşmayı ortaya çıkarmıştır.
Örneğin Mezopotamya’daki tapınaklarda toplanan ürünlerin kaydını tutan din adamları, dağıtımı kontrol etmeye başlamıştır.
Böylece tapınak rahipleri toplumda üst tabakayı oluşturmuştur.
Mezopotamya’da topraklar özel mülkiyet altında iken Mısır’da firavun, tüm toprakların sahibidir. Toprakları kullanan köylüler ise kiracı durumundadır.
Sümerlerde toprak mülkiyeti; tapınaklara ait topraklar, kent yöneticilerine ait topraklar ve ortakçı usulü ile işletilen köylülere ait topraklar olmak üzere üçe ayrılmıştır.
Hititlerde ise toprak, küçük ve büyük tımar parçalarına bölünmüştür.
İlk Çağ’da Vergi
İlk çağlardan itibaren devletler vergi toplamaya ihtiyaç duymuştur.
Mısır’da vergiler ve kiralar, tüm ekili topraklardan düzenli bir şekilde firavun adına toplanmış ve kamu binalarında çok sayıda insan çalıştırılmıştır.
Mısır’da köylüler de ortakçı olarak vergi vermekle yükümlüdür.
Sümerlerde ise hür vatandaşlar vergi ödemek zorundayken Urkagina, sosyal adaletsizliği önlemek için birçok vergiyi kaldırmıştır.
Güçlü bir yapıya sahip olan Roma’da tarımdan elde edilen fazla ürünün vergilendirilmesiyle oluşan kaynaklar; orduyu, bürokrasiyi ve şehirli nüfusu beslemiştir.
İlk Çağ’da Toplum
İlk Çağ’da toplum; asiller, din adamları, hürler ve köleler gibi sınıflara ayrılmıştır.
Toprağa sahip olan soylular, yüzyıllar boyunca geçerli olacak güçlü statüler kazanarak sosyal,ekonomik, siyasi gücün belirleyicisi olmuştur.
Bu süreç tarım toplumlarının yönetim şekli olan monarşiyi ortaya çıkarmıştır.
Tarihin bazı dönemlerinde monarşiler parçalansa da soylu sınıfa dayanan siyasal yönetimler varlığını sürdürmüştür.
Orta Çağ Avrupası’ndaki feodalite sisteminde, ayni vergiler devam etmekle birlikte ordunun ihtiyaçları etrafı surlarla çevrili kalelerde yaşayan feodal beyler tarafından karşılanmıştır.
Köleler, serfler ve hür köylüler, korunma ve adalet karşılığında senyörlere mal ve hizmet üretmekle yükümlüdür.
Kast Sistemi
Tarih boyunca kölelik, kast sistemi ve mevkiye bağlı sistem gibi toplumsal tabakalaşmalardan söz edilebilir.
Hindistan’da ortaya çıkan Kast sistemi, bir kişinin toplumsal konumunun yaşamı boyunca belirlendiği toplumsal bir düzendir.
Kast sistemi; brahmanlar (din adamları), kşatriyalar (askerler), vaisyalar(çalışanlar) ve sudralar (işçiler ve köleler) sınıflarından oluşturmuştur.
Kast grubunun üyesi; brahmanlara saygılı olup kendi kastının görevlerini yerine getirirse diğer hayatında daha üst bir kastta doğacak eğer bunları yerine getirmezse daha alt bir kastın üyesi olarak yeniden dünyaya gelecektir.
Kast toplumlarında farklı toplumsal gruplar birbirlerine kapalıdır.
Bu sistemde herkes, bir daha terk edemeyeceği bir kast içinde doğar, bu kasttan eş seçer ve bu kast içinde ölür.
Her kast bireyinin alabileceği eğitim ve yapabileceği meslek türleri bellidir.
Bu düzende insanların diğer kastların üyeleriyle bağlantı kurmaları
engellenmiştir.
Kast sisteminin mevcut yapılanması dışında, köylerin ve yerleşim yerlerinin en uzak yerlerinde yaşamalarına izin verilmiş parya denilen bir sınıf daha vardır.
Orta Çağ’da Ticaret
Orta Çağ’da Asya ile Avrupa arasındaki ticari faaliyetler genellikle ticaret yolları vasıtasıyla gerçekleşmiştir.
Bu ticaret yolları, ticari ürünlerin yanı sıra kıtalar arasında kültür alışverişine de imkân sağlamıştır.
Ticaret yolları üzerindeki ulaşım, kervanlar vasıtasıyla sağlanırdı.
Orta Çağ’da üç yelkenli gemilerin, pusula ve haritanın da kullanımıyla denizciliğin ticari değeri artmaya başladı.
Kervanların konakladığı, mola verdiği ve ticari malların tüketiciye ulaştığı mekânlara tarih boyunca farklı isimler verilmişti.
Hanlar: Kervanların indiği, malların depolandığı, atölyelerin bulunduğu ve ticaretin yapıldığı yerlerdi.
Çarşı: Hanlarda birden fazla dükkân olması durumunda buraya çarşı da denilirdi.
Arasta: Genellikle aynı esnaf grubuna ait dükkânların bir sokak üzerinde sıralanması ile meydana gelmekteydi.
Ribatlar: İslamiyet’in ilk dönemlerinde daha çok korunma, savunma ve askerî amaçlı inşa edilerek karakol veya ordugâh olarak kullanılırdı. Sınır bölgelerinde yoğunlaşan bu yapılar, yüksek duvarlarla çevrili olup avlu ve gözcü kulelerinden oluşurdu. XI. yüzyıldan sonra sınırların genişlemesiyle birlikte iç bölgelerde kalan ribatlar, işlev değiştirerek ticari konaklama amacıyla kullanıldı.
Pazar ve panayırlar: Günümüzdeki fuarlara benzeyen panayırlar, XIII. yüzyılın sonuna kadar pek çok ülkenin ticaretinde önemli rol oynamış ve ekonomik hayata da canlılık getiren önemli bir unsur olmuştur. Pazarlar ise açık havada yer almış ve genel olarak haftanın belirli günleri toplanmıştır.
Kapan: Türk İslam şehirlerinde sıkça görülen kapanlar, toptan ticaretin yapıldığı yerlerdi (yağ kapanı, un kapanı gibi).
Yağışın yeterli olduğu ve doğal besin kaynaklarının bol olduğu bölgelerde büyük bir anlam ifade etmeyen artı ürün, kurak bölgelerde hayati öneme sahiptir.
Çünkü bu bölgelerde artı ürüne sahip olan yerleşim merkezleri avantajlı duruma geçmiş ve bu durum onlara güç kazandırmıştır.
Ayrıca artı ürün, diğer ihtiyaçların karşılanması için değiş tokuşu geliştimiş ve çiftçilik dışında yeni meslekler ortaya çıkarmıştır.
Çiftçi, esnaf, tüccar, din adamı, savaşçı gibi yeni sınıflardan oluşan daha büyük topluluklar şehir toplumunun doğmasını sağlamıştır.
Artı ürünlerin bir merkezde toplanması ve halka buradan dağıtılması toplumda tabakalaşmayı ortaya çıkarmıştır.
Örneğin Mezopotamya’daki tapınaklarda toplanan ürünlerin kaydını tutan din adamları, dağıtımı kontrol etmeye başlamıştır.
Böylece tapınak rahipleri toplumda üst tabakayı oluşturmuştur.
Mezopotamya’da topraklar özel mülkiyet altında iken Mısır’da firavun, tüm toprakların sahibidir. Toprakları kullanan köylüler ise kiracı durumundadır.
Sümerlerde toprak mülkiyeti; tapınaklara ait topraklar, kent yöneticilerine ait topraklar ve ortakçı usulü ile işletilen köylülere ait topraklar olmak üzere üçe ayrılmıştır.
Hititlerde ise toprak, küçük ve büyük tımar parçalarına bölünmüştür.
İlk Çağ’da Vergi
İlk çağlardan itibaren devletler vergi toplamaya ihtiyaç duymuştur.
Mısır’da vergiler ve kiralar, tüm ekili topraklardan düzenli bir şekilde firavun adına toplanmış ve kamu binalarında çok sayıda insan çalıştırılmıştır.
Mısır’da köylüler de ortakçı olarak vergi vermekle yükümlüdür.
Sümerlerde ise hür vatandaşlar vergi ödemek zorundayken Urkagina, sosyal adaletsizliği önlemek için birçok vergiyi kaldırmıştır.
Güçlü bir yapıya sahip olan Roma’da tarımdan elde edilen fazla ürünün vergilendirilmesiyle oluşan kaynaklar; orduyu, bürokrasiyi ve şehirli nüfusu beslemiştir.
İlk Çağ’da Toplum
İlk Çağ’da toplum; asiller, din adamları, hürler ve köleler gibi sınıflara ayrılmıştır.
Toprağa sahip olan soylular, yüzyıllar boyunca geçerli olacak güçlü statüler kazanarak sosyal,ekonomik, siyasi gücün belirleyicisi olmuştur.
Bu süreç tarım toplumlarının yönetim şekli olan monarşiyi ortaya çıkarmıştır.
Tarihin bazı dönemlerinde monarşiler parçalansa da soylu sınıfa dayanan siyasal yönetimler varlığını sürdürmüştür.
Orta Çağ Avrupası’ndaki feodalite sisteminde, ayni vergiler devam etmekle birlikte ordunun ihtiyaçları etrafı surlarla çevrili kalelerde yaşayan feodal beyler tarafından karşılanmıştır.
Köleler, serfler ve hür köylüler, korunma ve adalet karşılığında senyörlere mal ve hizmet üretmekle yükümlüdür.
Kast Sistemi
Tarih boyunca kölelik, kast sistemi ve mevkiye bağlı sistem gibi toplumsal tabakalaşmalardan söz edilebilir.
Hindistan’da ortaya çıkan Kast sistemi, bir kişinin toplumsal konumunun yaşamı boyunca belirlendiği toplumsal bir düzendir.
Kast sistemi; brahmanlar (din adamları), kşatriyalar (askerler), vaisyalar(çalışanlar) ve sudralar (işçiler ve köleler) sınıflarından oluşturmuştur.
Kast grubunun üyesi; brahmanlara saygılı olup kendi kastının görevlerini yerine getirirse diğer hayatında daha üst bir kastta doğacak eğer bunları yerine getirmezse daha alt bir kastın üyesi olarak yeniden dünyaya gelecektir.
Kast toplumlarında farklı toplumsal gruplar birbirlerine kapalıdır.
Bu sistemde herkes, bir daha terk edemeyeceği bir kast içinde doğar, bu kasttan eş seçer ve bu kast içinde ölür.
Her kast bireyinin alabileceği eğitim ve yapabileceği meslek türleri bellidir.
Bu düzende insanların diğer kastların üyeleriyle bağlantı kurmaları
engellenmiştir.
Kast sisteminin mevcut yapılanması dışında, köylerin ve yerleşim yerlerinin en uzak yerlerinde yaşamalarına izin verilmiş parya denilen bir sınıf daha vardır.
Orta Çağ’da Ticaret
Orta Çağ’da Asya ile Avrupa arasındaki ticari faaliyetler genellikle ticaret yolları vasıtasıyla gerçekleşmiştir.
Bu ticaret yolları, ticari ürünlerin yanı sıra kıtalar arasında kültür alışverişine de imkân sağlamıştır.
Ticaret yolları üzerindeki ulaşım, kervanlar vasıtasıyla sağlanırdı.
Orta Çağ’da üç yelkenli gemilerin, pusula ve haritanın da kullanımıyla denizciliğin ticari değeri artmaya başladı.
Kervanların konakladığı, mola verdiği ve ticari malların tüketiciye ulaştığı mekânlara tarih boyunca farklı isimler verilmişti.
Hanlar: Kervanların indiği, malların depolandığı, atölyelerin bulunduğu ve ticaretin yapıldığı yerlerdi.
Çarşı: Hanlarda birden fazla dükkân olması durumunda buraya çarşı da denilirdi.
Arasta: Genellikle aynı esnaf grubuna ait dükkânların bir sokak üzerinde sıralanması ile meydana gelmekteydi.
Ribatlar: İslamiyet’in ilk dönemlerinde daha çok korunma, savunma ve askerî amaçlı inşa edilerek karakol veya ordugâh olarak kullanılırdı. Sınır bölgelerinde yoğunlaşan bu yapılar, yüksek duvarlarla çevrili olup avlu ve gözcü kulelerinden oluşurdu. XI. yüzyıldan sonra sınırların genişlemesiyle birlikte iç bölgelerde kalan ribatlar, işlev değiştirerek ticari konaklama amacıyla kullanıldı.
Pazar ve panayırlar: Günümüzdeki fuarlara benzeyen panayırlar, XIII. yüzyılın sonuna kadar pek çok ülkenin ticaretinde önemli rol oynamış ve ekonomik hayata da canlılık getiren önemli bir unsur olmuştur. Pazarlar ise açık havada yer almış ve genel olarak haftanın belirli günleri toplanmıştır.
Kapan: Türk İslam şehirlerinde sıkça görülen kapanlar, toptan ticaretin yapıldığı yerlerdi (yağ kapanı, un kapanı gibi).
Kervansaraylar: Kökeni ribata dayanan kervansaraylar da kervanların
güvenliği ve konaklaması için ana yol kenarında tesis edilirdi.
Kervansaraylar genellikle 8-10 saatlik yürüyüş mesafesinde, 35–40 km
aralıklarla kurulurdu. Vakıf sistemi sayesinde günümüze kadar gelen
kervansaraylar, yollar üzerinde kurulan ve kamu yararına çalışan ticari
yapılardı.
Ticaret malları deniz yoluyla taşınırken bazen limanlarda mola vermiş,
bazen de bu malların yolculuğu limanlarda son bulmuştur. Büyük karayollarının
her zaman denizle irtibatı olmuş ve ticaret yolları bir limanda tamamlanmıştır.
Bu nedenle liman kentleri, dünya ekonomisinin en önemli birimlerinden olmuştur.
Limanlardan kentlere ulaşan mallar, burada hanlar, kapanlar, bedestenler,
çarşılar ve pazar yerlerinden insanlara ulaşmıştır.
Paranın
Kullanımı
Ekonomik açıdan önemli olan madenî paranın
ortaya çıkışı ,ticari ve mali gelişmeleri kolaylaştırdı.
Anadolu’da yapılan kazılarda bulunan ilk para örnekleri MÖ VII. yüzyıla ait
olup bunları Lidya kralı bastırmıştır.
Paranın üstündeki kral resmi ya da şehir sembolü, parayı bastıranın gücünü
ve ihtişamını göstermiştir.
Krallar için para basmak bir egemenlik sembolü olduğu kadar aynı zamanda
ekonomik açıdan da önemlidir.
Metal sikkelerden yapılan ilk paralar, genellikle altın ve gümüşten
basılmıştır.
İlk
ve Orta Çağ’da Ticaret Yolları
Kral
Yolu
Anadolu yollarının altın çağı, Pers İmparatoru Darius’un yaptırdığı Kral
Yolu ile başlamıştır.
Anadolu’da, Ege Bölgesi’nde bulunan Salihli civarındaki Sardes’ten başlayıp
Pers İmparatorluğu’nun başkenti Sus’a kadar uzanan Kral Yolu, Anadolu
yollarının belkemiğini oluşturmuştur.
2 600 km uzunluğundaki Kral Yolu’nun çevresindeki ekonomi merkezleri, Ege
kıyısındaki önemli limanlara bağlanmıştır.
İpek
Yolu
İpek Yolu, İlk ve Orta Çağlarda Çin ve Orta Doğu ile Batı ülkeleri
arasındaki transit kara ticaretinde kullanılan en işlek ticaret yoludur. Yol
Çin’den başlayarak Akdeniz, Anadolu ve İran üzerinden Avrupa’ya ulaşmıştır.
İpek Yolu insan eliyle açılmış bir yol olmayıp tabiatın ve iklimin
hazırladığı geniş vadi yatakları ile kervanların konaklamalarına yarayacak
vahalardan oluşmuştur.
İpek Yolu, tarih boyunca hem geçtiği bölgeleri iktisadi açıdan kalkındırıp
halkın refah seviyesini yükseltmiş hem de Doğu- Batı kültür ve uygarlıkları
için bir köprü olmuştur.
İpek Yolu’nun hâkimiyeti için bölgede sürekli siyasi ve askerî mücadeleler
olmuştur. İpek Yolu’ndaki güç mücadelesini belirleyicileri Çinliler, Türkler,
Moğollar, Farslar, Araplar ve Ruslardır.
İpek Yolu’na hâkim olan kavimler, dünya siyasetinde etkin rol
oynamışlardır.
Bu yol, Türklerin bölgedeki manevi unsurlarla temas etmelerini
sağlamıştır.
İslamiyet öncesinde bölgeye egemen Türk devletleri; Hunlar, Avarlar ve Kök
Türkler’dir.
İlk Türk İslam devletlerinden olan Karahanlıların ve Gaznelilerin hızlı
yükselişinin nedenlerinden biri de İpek Yolu’nun kilit noktaları olan Hotan ve
Kabil gibi şehirleri ticari merkez olarak kullanmalarıdır.
Moğolların hâkimiyetinden sonra bu yolun altın çağı sona ermiş ve İpek Yolu
diğer kara ve deniz yollarının gölgesinde kalmıştır.
Kürk
Yolu
Kürk Yolu, Don Nehri’nin denize döküldüğü yerden
başlayıp Ural Dağları ve Güney Sibirya ormanları sınırından
Altaylar’a,
Sayan Dağları üzerinden Çin’e ve Amur Nehri’ne ulaşan yoldur.
Bu yoldan hayvanlarla getirilen deri ve postlar, İtil Nehri vasıtasıyla
Hazar Devleti’nin merkezi Hanbalık’a (Etil) ulaştırılmıştır.
Daha sonra da Güney Sibirya’dan geçerek Avrupa’ya ve İslam ülkelerine
gönderilmiştir.
Bu yolun doğu ucu ise Türk devletlerinin merkezi olan Orhun Bölgesi’nden
Çin’e kadar uzanmıştır.
Baharat
Yolu
Hindistan'dan başlayarak Avrupa’ya ulaşan ticaret yoluna Baharat Yolu
denmiştir. Bu yol, coğrafi keşifler sonucunda önemini kaybetti.
Avrupa'da ticaretinin dayandığı temelleri oluşturan ve doğuyu batıya
bağlayan İpek Yolu, güneyi batıya bağlayan Baharat Yolu, kuzeyi güney ve batıya
bağlayan Kürk Yolu zamanla Müslüman toplulukların eline geçmiştir.
Kısa sürede refaha ulaşan İslam ülkeleri Orta Çağ Avrupası’nın iştahını
kabartmış, böylece iki yüzyıla yakın sürecek olan Haçlı Seferleri
başlamıştır.
Ticaret yollarını ve Orta Doğu’nun zenginliğini ele geçirmek için yapılan
bu seferler, Avrupa açısından tam bir hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştır.
ORTA
ÇAĞ’DA ORDU
Avrupa orduları
Batı Avrupa’da VIII. yüzyılda Franklar askerî bir düzen olan feodal sistemi geliştirmiştir.
Buna göre kral; soylu şövalyelere at, zırh, mızrak, kılıç, kalkan gibi ihtiyaçlarını satın alabilmeleri ve askerî eğitimlerinde gerekli masrafları karşılayabilmeleri için kraliyet topraklarından belli ölçüde arazi bağışlamıştır.
Şövalyeler de krala bağlılık yemini ederek kralın savaşçısı olmuştur.
Feodalizmde fakir olan serfler, askere nadiren alınmıştır.
Orta Çağ’da siyasi birlikten yoksun olan Avrupa’da ordular küçük oldukları için uzun süreli seferler düzenleyememiştir.
Disiplin yönünden genelde zayıf olan Avrupa ordularında güçlü vasallar, her fırsatta kralın otoritesine karşı çıkmıştır.
Orta Çağ’da Avrupa’da şövalyeler, okçular ve kuşatma teknikleri etrafında dönen kara savaşları sıkça görülürdü.
Türk ve Moğol Orduları
Avrupa orduları
Batı Avrupa’da VIII. yüzyılda Franklar askerî bir düzen olan feodal sistemi geliştirmiştir.
Buna göre kral; soylu şövalyelere at, zırh, mızrak, kılıç, kalkan gibi ihtiyaçlarını satın alabilmeleri ve askerî eğitimlerinde gerekli masrafları karşılayabilmeleri için kraliyet topraklarından belli ölçüde arazi bağışlamıştır.
Şövalyeler de krala bağlılık yemini ederek kralın savaşçısı olmuştur.
Feodalizmde fakir olan serfler, askere nadiren alınmıştır.
Orta Çağ’da siyasi birlikten yoksun olan Avrupa’da ordular küçük oldukları için uzun süreli seferler düzenleyememiştir.
Disiplin yönünden genelde zayıf olan Avrupa ordularında güçlü vasallar, her fırsatta kralın otoritesine karşı çıkmıştır.
Orta Çağ’da Avrupa’da şövalyeler, okçular ve kuşatma teknikleri etrafında dönen kara savaşları sıkça görülürdü.
Türk ve Moğol Orduları
Türk ve
Moğol orduları genelde atlı okçulardan oluşurdu.
Hem Türk hem
de Moğol askerleri çok disiplinli olup büyük bir cesaretle savaşmış ve hafif
süvari teknikleri kullanmıştır.
Cengiz Han,
Türklerin oluşturduğu onlu sisteme göre güçlü bir idari ve askerî düzen
kurmuştur.
Franklar,
Haçlı Seferlerinde çok sayıda Müslüman ve Türk atlı okçuyla karşılaşmıştır.
Hareket
kabiliyeti oldukça yüksek olan bu birliklerin başarısını gören Haçlılar, Türk
atlı okçularından yararlanmak istemiştir.
Sasani
Ordusu
Sasani
ordusu da Türk ve Moğol ordusunda olduğu gibi onlu sisteme göre
düzenlenmiştir.
Değişik
etnik gruplardan oluşan Sasani ordusunda;
bağlı
kavimlerin ve devletlerin gönderdikleri birlikler,
ücretli askerler
ve savaş
esirleri yer almıştır.
Bizans
Ordusu
Bizans
ordusu, sayıları çok fazla olmayan ve İstanbul’da bulunan merkez kuvvetlerinin
yanı sıra eyalet askerleri, tâbi devletlerin gönderdiği yardımcı kuvvetler ve
ücretli askerlerden oluşmuştur.
Bizans
İmparatorluğu’nda XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ücretli askerler
ordunun asli unsuru hâline gelmiştir.
XI.
Yüzyıldaki ücretli askerlerin büyük bir kısmı Türklerden oluşmuştur. Peçenek,
Kuman ve Uzlardan oluşan bu ücretli Türk birlikleri, kendi komutanlarının
idaresinde Bizans ordusu içinde savaşmıştır.
Malazgirt
Savaşı sırasında, Bizans ordusu içerisindeki ücretli Türk boyları, Selçuklular
tarafına geçmiştir.
XIV.
Ve XV. Yüzyılda Ordu
XIV.
yüzyıldan sonra ise İngiltere ve Fransa gibi krallıklar ordularında maaş
karşılığı asker bulundurmaya başlamıştır.
Böylece
Avrupa’da askerlik mesleği ortaya çıkmıştır.
XIV.
yüzyıldan itibaren devletler sürekli piyade kıtaları bulundurmaya başlamıştır.
Savaş
tarihini değiştirecek olan top tüfek gibi ateşli silahlar, 1331’den sonra
kullanılmaya başlanmıştır.
Fransa XV.
yüzyılda silahlı askerlerden oluşan daimî bir kıta oluşturmaya başlamış
Osmanlılar ise buna XIV. yüzyılda yeniçeri birlikleri ile başarmıştır.
Yerleşik
ve Konar-göçerler Arasındaki Savaşlar
Yerleşik
topluluklar üretimde, konar-göçer topluluklar ise askerlik alanında
birbirlerine karşı üstünlük kurmuştu.
Başlıca
geçim kaynağı hayvancılık olan konar-göçer toplulukların ekonomileri,
ihtiyaçlarını karşılamada yetersizdi.
Bu nedenle
konar-göçer topluluklar ya yerleşik topluluklarla ticaret yoluyla mal
değişikliği yapmak ya da savaş yoluyla yerleşik toplulukların mallarına sahip
olmak istemiştir.
Konar-göçerler
ile yerleşik topluluklar arasındaki savaşlarda genellikle konar-göçerler üstünlük
sağlamıştır.
Konar-göçer
topluluklar dışa açık ve savaşçı bir yaşam biçimine sahipken yerleşik
topluluklar bunun tam tersine dışa kapalı ve barışçı bir yaşam biçimini
benimsemiştir.
Konar-göçer
Ordusu
Orta Asya’nın konar-göçeri dünyanın en iyi askeridir.
Çünkü bu askerler yerleşik devletlerde görülen ağır donanımlı ve hareket
kabiliyeti kısıtlı piyade ordularının aksine hafif silahlı ve hızlı hücum
yapabilen süvarilerden oluşurdu.
Konar-göçer askeri, dayanıklı, disiplinli, uyumlu ve süreklidir.
Konar-göçerler zırh, hançer ve mızrak kullanmış ve ayrıca oklarını daha
uzağa fırlatmalarını sağlayan yayı geliştirmiştir.
Bu ordularda kadınlar da gerektiğinde savaşa katılırdı.
Konar-göçerlere etrafı surlarla çevrili olan güçlü şehirler zorluk
çıkarmıştır. Bu kuşatma araçlarından yoksun olmalarıyla ilgiliydi.
KANUNLAR GELİŞİYOR
Roma Hukuku
İlk siyasi oluşumlarda, hukuk, gelenek hâline gelmiş kurallara göre düzenlenmiştir.
Daha sonraki zamanlarda örf ve âdetlerden oluşan geleneksel hukuk kuralları yazılı hâle getirilmiştir.
Roma İmparatorluğu’ndaki hukuk kuralları da benzer şekilde gelişmiştir.
Roma şehrinin kuruluş tarihi olarak kabul edilen MÖ 753 yılından Doğu Roma İmparatoru Justinianus’un (Jüstinyanus) 565 yılında ölümüne kadar geçen sürede Roma ve egemenliği altındaki ülkelerde uygulanmış olan hukuka Roma Hukuku denir.
Roma Hukuku
İlk siyasi oluşumlarda, hukuk, gelenek hâline gelmiş kurallara göre düzenlenmiştir.
Daha sonraki zamanlarda örf ve âdetlerden oluşan geleneksel hukuk kuralları yazılı hâle getirilmiştir.
Roma İmparatorluğu’ndaki hukuk kuralları da benzer şekilde gelişmiştir.
Roma şehrinin kuruluş tarihi olarak kabul edilen MÖ 753 yılından Doğu Roma İmparatoru Justinianus’un (Jüstinyanus) 565 yılında ölümüne kadar geçen sürede Roma ve egemenliği altındaki ülkelerde uygulanmış olan hukuka Roma Hukuku denir.
Roma Hukuku, bugünkü Avrupa ülkelerinde uygulanan hukuk sisteminin temelini
oluşturur.
Bu hukuk sisteminin ilk basamağı “12 Levha Kanunları”dır. Patricilerin
uygulamalarına karşı çıkan pleplerin ayaklanmaları ile bu kanunlar gündeme
gelmiştir.
Justinianus Kanunları
527-565 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru olan Justinianus ilk defa
kamu ve özel hukuk ayrımı yapılmıştır.
Özellikle aile, kişi ve miras hukuku konularındaki düzenlemeler, günümüz
medeni hukukunun temelini teşkil etmektedir.
Justinianus Kanunları’nda suç ve ceza sisteminde suçluyu arındırma,
iyileştirme ve caydırma amacı vardır.
Bu kanunlarda hapis cezası uygulaması yoktur ve bunun yerine suçluların
manastırlara kapatılması tedbirine başvurulmuştur.
Adam öldürme gibi suçlarda ise sürgün, servete el koyma gibi cezalar da
uygulanmıştır.
Cengiz
Han Yasası
Moğol İmparatorluğu'nun hukuk ve askerlik işlerini düzenleyen kanunlara
“Cengiz Han Yasası” veya ”Büyük Yasa” denilmiştir.
Ama bu yasanın tamamı Cengiz Han tarafından oluşturulmuş değildir.
Cengiz Han Yasası, nesilden nesile aktarılan Türk ve Moğol törelerinin
yazılı hâle getirilerek düzenlenmiş şeklidir.
Cengiz Han, kağan seçildiği 1206 yılı kurultayında bu kurallara bazı
ilaveler yapmış ve bunları resmen yürürlüğe koymuştur.
Bu yasalar, İslamiyet’i kabul eden Moğol hanedanları tarafından da
uygulanmıştır.