6. ÜNİTE TÜRK-İSLAM TARİHİNDEKİ
SİYASİ GELİŞMELER, TARİH 9 TÜRKLERİN İSLAMİYET’İ KABULÜ VE İLK TÜRK İSLAM
DEVLETLERİ
751 Talas
Savaşı
840
Karahanlı Devleti’nin kurulması
963 Gazneli
Devleti’nin kurulması
1040
Dandanakan Savaşı
1040 Büyük
Selçuklu Devleti’nin kurulması
1048
Pasinler Savaşı
1071
Malazgirt Muharebesi
1077 Türkiye
Selçuklu Devleti’nin kurulması
1097
Harzemşahlar Devleti’nin kurulması
1157 Büyük
Selçuklu Devleti’nin yıkılması
1187 Gazneli
Devleti’nin yıkılması
1212
Karahanlı Devleti’nin yıkılması
1230
Harzemşahlar Devleti’nin yıkılması
TÜRKLERİN İSLAMİYET’İ KABULÜ
Gök tanrı Dini
Tanrı birdir eşi ve ortağı yoktur.
Yeryüzü, gökyüzü yani kâinatın yaratıcısı olan Tanrı, görülmez ve şekillendirilmez. Yani put ve putlaştırma hâli yoktur.
Eski Türk dininde mabed ve din adamlarına rastlanmaz.
Darda kalan Türk, Tanrısına yalvarıp yakarırken de sevinç ve şükranını ifade ederken de gayet sade bir ibadette bulunurdu.
Eski Türklerde ataların ruhlarının azapta kalmaması için yılın belirli günlerinde Tanrı adına kurbanlar kesilirdi.
TÜRKLERİN İSLAMİYET’İ KABULÜ
Geniş sahada yaşayan Türkler, farklı zamanlarda yaşadıkları çevreye göre çeşitli dinlere inanmıştır.
Türklerin bir kısmı, Kök Türk Devleti zamanında Budizm’e, Uygurlar Dönemi’nde Maniheizm’e inanmıştır.
Hazarlar, Museviliği kabul ederken Peçenekler, Kumanlar ve Bulgarlar gibi Türkler de Hristiyanlığı tercih etmiştir.
Ancak bu dinler Türklerin kimliklerini kaybetmesine neden olmuştur.
Türkler’in Müslümanlarla İlk Temasları
Türkler, 642
Nihavend Savaşı’ndan sonra Müslümanlarla temas etmeye başlamıştır.
İran’da
kurulan Sasani Devleti’nin yıkılmasından sonra Türklerle Araplar arasında
yaklaşık elli yıl süren mücadeleler yaşanmıştır.
Emevi
Dönemi’nden (661-750) itibaren ise Türkler, İslamiyet’in hizmetinde yer almaya
başlamıştır.
Ancak,
Emevilerin Arap olmayanlara uyguladığı olumsuz politika, Türklerin İslamiyet’e
geçişini geciktirmiştir.
746’da
Horasan’da başlayan ve Emevi Hanedanı’nın yıkılarak Abbasilerin iktidara
gelmesini sağlayan isyan hareketinde, Abbasileri destekleyen Türkler önemli rol
oynamıştır.
Abbasiler
Döneminde Türkler
Abbasi
Devleti kurulduktan hemen sonra meydana gelen 751 Talas Savaşı’nda Araplar,
Türkler ile birlikte Çinlilere karşı savaşmıştır.
Batı
Türkistan hâkimiyeti üzerinde önemli etkisi olan Talas Savaşı’nı, Araplar
kazanmış ve böylece Türklerin bu bölge üzerindeki üstünlüklerinin devamı
sağlamıştır.
Bu olaydan
itibaren Türkler ve Arapların ilişkileri olumlu bir yönde gelişmiş ve böylece
İslamiyet yavaş yavaş Türkler tarafından benimsenmeye başlanmıştır.
Ancak bu
geçişler münferit bir şekilde olmuştur.
Bu dönemde
Abbasilerin, Emevilerden farklı olarak müsamaha, eşitlik, adalet ilkelerini
uygulamaları ve ümmetçi politika izlemeleri, Türklerin İslamiyet’i kabulünü
kolaylaştıran en önemli sebeplerdendir.
Türklerin
İslamiyet’i Kabulü
Türk
dünyasında, İslamiyet ilk defa Maveraünnehir Bölgesi’nde ticaret ve ilim
faaliyetlerinin etkisiyle yayılmaya başlamıştır.
960 yılında
200 bin çadırlık Türk topluluğu Müslüman olmuştur.
Bu Türkler,
Karahanlı Devleti’nin hâkim olduğu yerlerdeki Türk boylarından olan Yağma,
Çiğil, Karluk ve Tuhsilerdir.
Oğuzlar da
aynı yüzyılın ikinci yarısında İslam dinini kabul etmeye başlamıştır.
Türklerin
İslamiyet’i Niçin Kabul Etti?
Türkler
diğer dinlere karşı engin bir hoşgörüye sahipti. İslamiyet de bir hoşgörü
diniydi.
Eski Türk
dini birlikte İslamiyet arasındaki benzerlik:
a-Tek tanrı
inancı
b-Ahiret
inancı
Aile
kavramına verilen ehemmiyet, namus, temizliğe verilen ehemmiyet
İslamiyetteki
cihat ve gaza anlayışı birlikte Türk-Cihan hakimiyeti düşüncesinin benzerlik
göstermesi.
Türk
toplumunda sosyal sınıflar yoktu. İslam dininde de böyle bir ayrımın
yapılmaması Türkler’in İslam’ı kabul etmelerinde etkili olmuştur.
Berberiler,
Acemler ve Kürtler ‘in İslamiyet’i Kabulü
Kuzey
Afrika’da yaşayan Berberiler ile Müslümanlar
Hz.
Osman dönemi’nde ciddi çarpışmalar yaşanmıştır.
Emevilerin,
Kartaca’yı fethi sonrası Berberiler, İslamiyet’i benimsemiştir.
Berberiler,
zamanla Arap kültürünün etkisinde kalarak Araplaşmıştır.
Araplar,
zamanla Acemlerle iç içe geçmiştir. Acemlerin de İslamiyet’i kabul etmesiyle
birlikte çoğunun Araplaştığı görülmüştür.
Kürtler ise
Müslümanlar ile ilk defa Hz. Ömer zamanında karşılaşmıştır.
Kürtler,
Müslümanlara karşı İranlılar ile birlikte savaşmış ve İslam ordularına yenilen
Kürtler, Müslüman olmaya başlamıştır.
NOT: Hz.
Peygamber, Hendek Savaşı’nda “Kubbetu’l-Türkî” denilen Türk çadırında
kalmıştır. Savaşı buradan yönetmiş ve ibadetlerini de burada yapmıştır.
İSLAMİYET’İN TÜRK DEVLET VE TOPLUM YAPISINA ETKİSİ
Karahanlı Devleti (840-1212)
Orta Asya’daki ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti; Karluk, Yağma, Çiğil ve Tuhsi boyları tarafından 840 yılında kurulmuştur.
Devletin merkezi Balasagun olup bilinen ilk hükümdarı Bilge Kül Kadir Han’dır.
Satuk Buğra Han, İslamiyet’i kabul eden ilk Karahanlı hükümdarıdır.
Müslüman olduktan sonra Abdülkerim adını alan Satuk Buğra Han, Türkler arasında İslamiyet’in yayılması için mücadele etmiş ve bu nedenle El-Mücahit, El-Gazi unvanları ile anılmıştır.
Karahanlı Devleti Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır (1042).
Doğu Karahanlı Devleti 1211’de Karahitaylar, Batı Karahanlılar ise 1212 yılında Harzemşahlar tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Gazneli Devleti (963-1187)
Samanilerin Türk komutanlarından Alp Tegin tarafından 963 yılında başkenti Gazne olarak Horasan, Afganistan ve Kuzey Hindistan’da kurulan Müslüman Türk devletidir.
Gazneli Mahmut, devlete en parlak dönemini yaşatmıştır.
Gazneli Mahmut, Hindistan üzerine 17 sefer yaparak
İslamiyet’in Hindistan’da yayılmasına katkı sağlamıştır.
Abbasi halifesi, İslam dünyasına yaptığı hizmetlerden dolayı Gazneli Mahmut’a “Sultan” unvanını vermiştir.
Sultan Mesut Dönemi’nde Gazneliler, 1040 yılında Selçuklularla yaptıkları Dandanakan Savaşı’nda yenilerek Hindistan’a çekilmek zorunda kalmıştır.
Gazneli Devleti bu savaştan sonra zayıflama sürecine girmiş, Gurlar tarafından Hüsrev Melik’in esir edilmesiyle 1187’de son bulmuştur.
Samanilerin Türk komutanlarından Alp Tegin tarafından 963 yılında başkenti Gazne olarak Horasan, Afganistan ve Kuzey Hindistan’da kurulan Müslüman Türk devletidir.
Gazneli Mahmut, devlete en parlak dönemini yaşatmıştır.
Gazneli Mahmut, Hindistan üzerine 17 sefer yaparak
İslamiyet’in Hindistan’da yayılmasına katkı sağlamıştır.
Abbasi halifesi, İslam dünyasına yaptığı hizmetlerden dolayı Gazneli Mahmut’a “Sultan” unvanını vermiştir.
Sultan Mesut Dönemi’nde Gazneliler, 1040 yılında Selçuklularla yaptıkları Dandanakan Savaşı’nda yenilerek Hindistan’a çekilmek zorunda kalmıştır.
Gazneli Devleti bu savaştan sonra zayıflama sürecine girmiş, Gurlar tarafından Hüsrev Melik’in esir edilmesiyle 1187’de son bulmuştur.
İSLAMİYET’İN
TÜRK DEVLET VE TOPLUM YAPISINA ETKİSİ
Türk kültür ve medeniyetinin Karahanlılardan itibaren İslam kültür ve
medeniyetiyle karşılaşıp kaynaşması Türk İslam medeniyetinin temellerinin
atılmasını sağlamıştır.
İlk Türk İslam devletlerinden olan Gazneliler, Samaniler vasıtasıyla Abbasilerden aldıkları teşkilatı geliştirerek Büyük Selçuklulara ve daha sonraki Türk İslam devletlerine iletmiştir.
Türk cihan hâkimiyeti düşüncesi Türk kağanlarının en büyük idealiydi. Bu ideal İslami dönemde de cihat anlayışı ile yaşamaya devam etti.
İlk Türk devletlerinde görülen kut anlayışı İslamiyet’le birlikte “Allah’ın nasibi veya takdiri” olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla İslamiyet’i kabul ettikten sonra da hükümdarların gücünün kaynağı ilahidir.
İlk Türk İslam devletlerinden olan Gazneliler, Samaniler vasıtasıyla Abbasilerden aldıkları teşkilatı geliştirerek Büyük Selçuklulara ve daha sonraki Türk İslam devletlerine iletmiştir.
Türk cihan hâkimiyeti düşüncesi Türk kağanlarının en büyük idealiydi. Bu ideal İslami dönemde de cihat anlayışı ile yaşamaya devam etti.
İlk Türk devletlerinde görülen kut anlayışı İslamiyet’le birlikte “Allah’ın nasibi veya takdiri” olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla İslamiyet’i kabul ettikten sonra da hükümdarların gücünün kaynağı ilahidir.
İslamiyet’le
birlikte hükümdar unvanlarında da değişiklik görülmüştür.
Karahanlılarda
hakan yerine “Arslan Han”, yabgu yerine “Buğra Han” ve şad yerine “İlig Han”
kullanılmıştır.
Gazneliler
de ise hükümdarlar “emir ve sultan” gibi İslami unvanlar kullanmıştır.
Sultan
unvanını ilk kullanan Türk hükümdarı Gazneli Mahmut olmuştur.
İslamiyet’le
birlikte gelen diğer değişiklikler ise hükümdarlığın halife tarafından
onaylanması, ülkede halife adına hutbe okutulması ve basılan paraların üzerinde
halifenin isminin yazılmasıdır.
İlk Türk
İslam devletlerinde hükümdarlar tıraz denilen kendi ad ve lakaplarının yazılı
olduğu, süslemeli özel giysiler giyerdi.
Resmî
belgelerde tevki ya da tuğra denilen mühür kullanan hükümdarların değerli
taşlardan yapılmış taht ve taçları vardı.
Saray
önünde, namaz vakitlerinde, savaşlarda ve törenlerde nevbet denilen müzikler
çalınırdı. Sefere ya da bir yere giderken hükümdarların başının üstünde çetr
denilen, ipek ve kadifeden yapılmış bir çeşit şemsiye tutulurdu.
Hükümdardan
sonra devlet kademesinde en yetkili kişi vezirdi.
Karahanlı
vezirleri Türkçe yuğruş unvanını kullanırken, genellikle İran kökenli olan
Gazneli vezirler hâce unvanını kullanmıştı.
Karahanlılarda
devletin işleyişiyle ilgili önemli kararların alındığı Meclis-i Âli adında bir
divan varken Gaznelilerde mali ve genel idari işlerden sorumlu olan “Divan-ı
Vezaret” bulunurdu. Ayrıca bu divanlara bağlı alt divanlar da vardı.
Türk İslam
devletlerinde hukuk sistemi şeri ve örfi olmak üzere iki ana unsurdan meydana
gelirdi. Şeri davalara bakan kadılar, dinle ilgili bütün işlerde yetkiliydi.
Hükümdarlar,
devlet kurumlarının çalışmasını düzenleyen örfi mahkemelere başkanlık ederdi.
Karahanlı
ordusu;
Görevleri
saray ve hükümdarı korumak olan saray muhafızları,
Hükümdarın
şahsına bağlı ücretli askerlerden meydana gelen Hassa ordusu,
Hanedan
mensupları, valiler ve diğer devlet adamlarının kuvvetleri,
Devlete
bağlı Türk boylarının kuvvetleri olmak üzere dört ana birimden oluşurdu.
Gazne ordusu
ise
Görevleri
saray ve hükümdarı korumak olan gulamlar,
Eyalet ve
bağlı devletlerin kuvvetleri,
Türkmenler
ile ücretli ve gönüllü birliklerden meydana gelirdi.
Türk
İslam Dünyasında İlk Edebî Eserler
Kutadgu
Bilig
Kutadgu
Bilig (Mutluluk veren bilgi), Türk İslam edebiyatının günümüze kadar ulaşan ilk
eseri olma özelliğine sahiptir.
Yusuf Has
Hacip eserini 1070’de Doğu Karahanlı Hükümdarı Uluğ Kara Buğra Han'a Türkçe (
Uygurca) olarak sunmuştur.
Eserde
insanların hem bu dünyada hem de ahirette mutluluğu elde edebilmek için nasıl
bir yaşam sürmeleri gerektiği bilgisi verilmiştir.
Ayrıca ideal
Türk devlet anlayışının özellikleri anlatılmıştır. Bu bakımdan eser bir
siyasetname olarak kabul edilmiştir.
Divânü
Lûgati’t-Türk
Türk
tarihinin ilk sözlüğü olup Türk dilinin abide şaheserlerindendir.
Kaşgarlı
Mahmut, bütün Türk dünyasını gezip dolaştıktan sonra elde ettiği bilgileri bir
araya getirdiği eserini 1077 yılında Abbasi Halifesi Muktedi Billah’a
sunmuştur.
Divânü
Lûgati’t-Türk; Araplara Türk dilini öğretmek, Türk milletinin yüceliği ve
Türkçenin zenginliğini göstermek amacıyla kaleme alınmıştır.
Bir sözlük
gibi hazırlanmış olan eser; Türklerin tarihi ve coğrafyası, örf ve âdetleri
gibi konularda ansiklopedik bilgiler içermektedir.
Atabetü’l-Hakayık
(Gerçeklerin Eşiği)
Eser XII.
yüzyılda Edip Ahmet Yükneki tarafından yazılmıştır.
Eser içerik
ve edebî yönüyle Kutadgu Bilig’in devamı olarak kabul edilmiştir..
Atabetü’l-Hakayık;
Türk İslam kültürü içerisinde bireyin eğitimi ve toplum düzenini sağlamak için
belirlenen unsurları Türk dili ile anlatan manzum bir eserdir.
İslamiyet’in
hayata bakış felsefesini Türkler arasında yaymaya çalışan eser, bir nasihatname
niteliğindedir.
Divân-ı
Hikmet
Türk
tasavvuf tarihinin ilk edebî eserdir.
Hoca Ahmet
Yesevî’nin Türkçe olarak yazmış olduğu ve “hikmet” adı verilen şiirlerin bir
araya getirilmesiyle oluşturulmuştur.
Divân-ı
Hikmet; Hz. Peygamber’in yaşamı, dinî hikâyeler, dervişliğin özellikleri,
cennet, cehennem, güzel ahlak gibi konuları içeren bir tasavvuf kitabıdır.
İslamiyet’in
Türkistan, Balkanlar ve Anadolu’da yayılmasının temelini teşkil ettiği, bu
uğurda mücadele edecek olan müritlere yol gösterici bir özelliğe sahip olduğu
kabul edilmiştir.
Oğuzlar
kimdir?
Oğuzlar;
Türkiye, Azerbaycan, İran, Irak ve
Türkmenistan
Türklerinin ataları olarak bilinir.
Oğuz adına
ilk defa Kök Türk Kitabeleri’nde rastlanmaktadır.
Kök Türk
Kitabeleri’ne göre Oğuzlar, (İslam kaynaklarında Guz) dokuz boydan meydana
gelmiş bir budundur.
Bundan
dolayı Tokuz (Dokuz) Oğuz diye de anılır.
Kök Türkler
Oğuzları kendilerine tabi kıldılar.
744 de
Kök Türk Devleti yıkıldı ve yerini Uygur Devleti aldı.
Oğuzlar
Uygur Devleti’ne tabi oldular.
OĞUZLARIN
İSLAMİYET’İ KABULÜ
X. yy ikinci
yarısında, Oğuzlar arasında İslamiyet’in yayılmaya başlamıştır.
Oğuzlar
arasında İslamiyet ancak XI. yüzyılda hâkim bir din hâline gelebilmiştir.
Oğuz
boylarından Müslümanlığı kabul edenleri, etmeyenlerden ayırmak için onlara
Türkmen adı verilmiştir.
Oğuzlar,
Tuğrul Bey önderliğinde yeni bir Müslüman Türk devleti olan Selçuklu Devleti’ni
kurmuştur.
1040
Dandanakan Savaşı’nı kazanarak İran’da tek siyasi güç hâline gelen Tuğrul Bey,
Şii Büveyhilerin baskı altında tuttukları Abbasi halifesini bu baskıdan
kurtararak bozulan İslam birliğini yeniden sağlamıştır.
Büyük
Selçuklu Devleti’nin parçalanması üzerine
Türkiye
Selçuklu Devleti, Anadolu’da bağımsızlığını kazanmıştır.
Türkiye
Selçukluları, Suriye ve Filistin’deki diğer Türk emirlikleriyle birlikte Haçlı
Seferleri’ne karşı İslam dünyasını başarılı bir şekilde korumuştur.
Doğudan
gelen Moğol İstilası, Türkiye Selçuklu Devleti’nin parçalanmasına neden olmuş
ve Anadolu’da birçok beylik ortaya çıkmıştır.
Osmanlı
Beyliği süratle gelişerek bir cihan devleti hâline gelmiştir.
Osmanlı
Devleti, İslam dünyasının lideri olarak Avrupa’da İslam kültürünün yayılmasını
sağlamıştır.
Büyük
Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu (1040- 1157)
Oğuz Yabgu
Devleti’nde subaşı olan Selçuk Bey, yabgu ile anlaşmazlığa düşünce kendine
bağlı kişilerle birlikte Cend şehrine gelmiştir. Burada Selçuk Bey, boyu ile
birlikte İslamiyet’i kabul etmiş ve Samanoğulları, Karahanlılar, Gazneliler
gibi üç güçlü Müslüman devlet arasında kalmıştır.
Kuruluşa
giden süreçte Selçuklular, Gaznelileri 1035’te Nesâ’da, 1038’de Serahs’ta
mağlup etmiştir.
İki ordu
arasında 1040 Dandanakan Savaşı meydana gelmiştir.
Dandanakan
Savaşını kazanan Tuğrul Bey Büyük Selçuklu Devletini kurmuştur. 1043 yılında
başkenti, Rey şehri olmuştur.
Büyük
Selçuklu Devleti’nin Anadolu’ya Yaptığı Akınlar
Tuğrul Bey
komutanları Anadolu’nun fethi için görevlendirmiştir.
Bu seferler
sırasında Bizans ile ilk karşılaşma Büyük Zap Suyu civarında olmuştur. Bu
savaşta pusuya düşürülen Selçuklu kuvvetleri yenilgiye uğramıştır.
Selçuklular,
Gürcü-Bizans kuvvetlerini 18 Eylül 1048'de Pasinler Ovası’nda kesin bir bozguna
uğratmıştır.
Pasinler
Savaşı’nın Bizans ve Büyük Selçuklu orduları arasında yapılan ilk önemli
mücadele olduğu kabul edilir.
Not:
1015-1021 yılları arasında Çağrı Bey
Anadolu’ya
keşif amaçlı seferler yapmıştır.
Tuğrul
Bey’in Bağdat Seferi (1055)
Tuğrul Bey
Dönemi’nde Mısır’da egemenliğini sürdüren Fâtımiler ve Bağdat’ta bulunan Şii
Büveyhoğulları, Abbasilere yönelik yıkıcı faaliyetlerde bulunmuştur.
Tuğrul Bey
1055’te Bağdat’a girerek Büveyhoğullarının varlığına son vermiştir.
Halife
Kaimbiemrillah Tuğrul Bey’e “Şark ve Garpın Sultanı” ünvanını verdi.
Böylece
İslam dünyasının siyasi liderliği Selçuklulara geçti.
Selçuklu
hükümdarları bu olaydan sonra “Sultan-ı İslam” unvanını kullanmaya başlamıştır.
Alp
Arslan (1063- 1072)
Tuğrul
Bey’den sonra kardeşi Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan
1063’te
Selçuklu tahtına geçmiştir.
Bizans’ın
doğudaki en önemli merkezlerinden olan Ani Kalesi 1064’te almıştır.
Selçuklu
sorununu tamamen ortadan kaldırmak isteyen Bizans İmparatoru Romanos Diogenes
(Romen Diyojen), büyük bir ordu ile harekete geçmiştir.
26 Ağustos
1071 tarihinde Malazgirt-Ahlat arasında Rahve Ovası’nda meydana gelen
savaşta Selçuklular, Bizans ordusundaki Türk asıllı askerlerin de
Selçuklu saflarına geçmesiyle büyük bir zafer kazanmıştır.
26
Ağustos 1071 Malazgirt Savaşının Sonuçları
Selçuklular,
büyük bir zafer kazanmıştır.
İlk defa bir
Bizans imparatoru, bir Türk hükümdarına esir düşmüştür.
Abbasi
halifesi, Sultan Alp Arslan’a hediyeler göndermiş ve ona “İslam Ülkelerinin
Sultanı” unvanını vermiştir.
Bu zafer
Avrupa’nın Bizans’a yardım etmek amacıyla harekete geçmesine ve Haçlı Seferleri
için hazırlık yapmasına neden olmuştur.
Ayrıca
Anadolu’nun kapıları Türklere açılmış ve böylece Anadolu’nun fetih süreci
hızlanmıştır.
Sultan
Melikşah Dönemi (1072- 1092)
Sultan Alp
Arslan, Barzam Kalesi komutanı
Yusuf
el-Harezmî’nin hançeri ile yaralanmış ve kısa süre sonra şehit olmuştur.
Sultan Alp
Arslan’ın veliaht tayin ettiği oğlu Melikşah, hükümdar olmuştur.
Alp Arslan’ın
kardeşi Kavurd, Melikşah’ın sultanlığını tanımamıştır.
Mücadeleyi
Melikşah kazanmıştır.
Melikşah,
devlet merkezini İsfahan’a taşımıştır.
Bu dönemde
Batı ve Doğu Karahanlı Devletleri hâkimiyet altına alındı. Gürcistan, Kudüs,
Suriye, Yemen ve Aden fethedildi. Türk komutanları İzmit’e kadar Anadolu’nun
büyük bölümünü fethettiler.
Bâtıniler
Sultan
Melikşah Dönemi’nin önemli sorunlarından birisi de
Selçuklu
Devleti içinde Bâtıni faaliyet merkezlerinin ortaya çıkmasıydı.
Hasan
Sabbah’ın gizli olarak yürüttüğü faaliyetler neticesinde Bâtıniler, 1090’da
Kazvin yakınındaki Elburz Dağlarında Alamut Kalesi’ni ele geçirdi.
Sultan
Melikşah, Bâtınilere karşı mücadele etmesi için komutanlarını gönderse de
1092’de ölümüyle harekât durmuştur.
Büyük
Selçuklu Devleti’nin Yıkılışı
Melikşah’ın
ölümünden hemen sonra taht kavgaları başladı.
Nizâmülmülk
taraftarlarının desteklediği Melikşah’ın oğullarından Berkyaruk, kardeşiyle
girdiği taht mücadelesini kazanarak tahta çıktı. İsyanları bastırdı.
Sultan
Berkyaruk Dönemi’nin önemli olaylarından birisi de Haçlı Seferleri’nin
başlamasıdır.
Antakya’yı
ele geçiren Haçlılar, Kudüs’e kadar ilerledi.
Sultan
Berkyaruk’un kardeşi Mehmet Tapar 1099’da isyan etti.
Azerbaycan
sınır olmak üzere Büyük Selçuklu Devleti ikiye bölündü. Batı kısmına Mehmet
Tapar, doğu kısmında ise Berkyaruk sultan oldu.
Sultan
Berkyaruk’un ölümünden sonra
Mehmet
Tapar, Selçuklu tahtını 1105’te ele geçirdi.
Bu dönemde
Suriye ve civarındaki Haçlı devletleri ile mücadele edildi.
Ayrıca Sultan
Mehmet Bâtınî faaliyetlerine karşı ciddi tedbirler aldı Ancak Mehmet Tapar’ın
1118 yılında ölümü üzerine bu seferler sonuçsuz kaldı.
Mehmet Tapar
öldükten sonra kardeşi Sencer tahtı ele geçirdi. Sultan Sencer,
Selçuklu
Devleti’ni yeniden düzenleyerek “Sultan-ı Azam” unvanını aldı.
Selçuklu ve
Karahitay kuvvetleri arasında 9 Eylül 1141’de Katvan Savaşı meydana geldi.
Savaşı kaybeden Selçuklular yıkılma sürecine girdi.
Büyük
Selçuklu Devleti’nin Yıkılmasıyla Ortaya Çıkan Devletler ve Atabeylikler
DEVLETLER
Irak
Selçukluları (1118-1194)
Kirman
Selçukluları (1048-1187)
Suriye
Selçukluları (1078-1117)
Türkiye
Selçukluları (1075- 1308
ATABEYLİKLER
Şam
Atabeyliği (Böriler) (1104-1154)
Musul ve
Halep Atabeyliği (Zengiler) (1127-1233)
Azerbaycan
Atabeyliği (İldenizliler) (1148-1225)
Fars
Atabeyliği (Salgurlular) (1148-1286)
Atabeylik
Selçuklularda
şehzadeler küçük yaşlarda eyaletlere Melik olarak gönderiliyordu.
Kendilerini
yetiştirmek ve işlerini idare etmek üzere onlara birer Atabey tayin ediliyordu.
Şehzadeler
büyüdükten sonra da onların veziri ve kumandanı olarak kalan bu Atabeyler,
onların devlet adamı olarak yetişmelerinde faydalı oluyordu.
Ancak
Atabeylerin, Melikleri sultanlığa kışkırtmak ve o sayede kendi mevkilerini
yükseltmek maksadıyla sebep oldukları sarsıntılar devlete büyük zarar
vermiştir.
BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ’NDE YÖNETİM VE TOPLUM YAPISI
Selçuklularda ülke hükümdar ailesinin ortak malı kabul edilmiştir.
Töre ve yasaya aykırı olmamak şartıyla her hususta mutlak hâkim olan hükümdar, hiçbir zaman kutsal ve sorumsuz değildir.
İlk Türk devletlerindeki kut anlayışı Selçuklularda da devam etmiştir. Buna göre hükümdarın emretme yetkisini doğrudan Allah’tan aldığına ve Allah adına hüküm sürdüğüne inanılmıştır.
Sultan adına para bastırılır, fermanlara tuğrası çekilir ve ülkenin her tarafında adına hutbe okunurdu. Savaşlarda ve gezilerde hükümdarın başının üstünde çetr tutulurdu. Ayrıca namaz vakitlerinde nevbet çalınırdı.
Büyük Selçuklu Devleti’nde Saray
Hükümdar, ailesi ve maiyeti ile birlikte sarayda yaşardı.
Hükümdarın şahsına bağlı olan saray, aynı zamanda devletin yönetildiği yerdi.
Saray teşkilatında bazı görevliler şunlardır:
Çaşnigir, yemeklerden sorumludur.
Candar, saray muhafızıdır.
Camedar, hükümdarın ve saray görevlilerinin elbiselerinden sorumludur.
Saray teşkilatında çalışanların başında olan ve onları denetleyen kişiye de “hâcibü’l -hüccâb” denirdi.
Büyük
Selçuklu Devleti’nde Divan
Büyük
Selçuklularda bütün devlet işleri “Büyük Divan” tarafından yürütülürdü.
“Divan-ı
Saltanat” da denilen Büyük Divan’ın başında vezir bulunurdu.
Selçuklularda,
Büyük Divan’a bağlı dört divan daha vardı. Bunlar;
Devletin iç
ve dış yazışmalarını yapan Divan-ı İnşa (tuğra),
Bütün mali
işlerinden sorumlu olan Divan-ı İstifa,
Mali ve
idari işleri teftiş eden Divan-ı İşraf
Devletin
askerî işleriyle ilgilenen Divan-ı Arz’dı.
Ayrıca Büyük
Divan’a bağlı olmayan posta ve haberleşmeden sorumlu Divan-ı Berid, adalet
işlerinden sorumlu Divan-ı Mezalim ve hatunun emrinde hizmet veren Divan-ı
Hatun gibi divanlar bulunurdu.
Büyük
Selçuklu Devleti’nde Hukuk
Selçuklu
adalet teşkilatı şeri ve örfi hukuk olmak üzere ikiye ayrılmıştı.
Şeri hukuk
sisteminde, davalara kadılar bakardı.
Din ile
ilgili bütün işlerde yetkili olan kadılar evlenme ve boşanma işlemleri,
nafaka,
alacak davalarına bakarlar noter vazifesi görürler ve vakıfları yönetirlerdi.
Kadıların
başına kadiü’l-kudat denilir ve sultan tarafından tayin edilirdi.
Örfi hukuk
sisteminde davalara emir-i dad bakardı.
Bugünkü
adalet bakanı gibi olan emir-i dad, gerektiğinde tutuklamalarda bulunabilirdi.
Siyasi suçlar sultanın başkanlığındaki mahkeme olan Divan-ı Mezalim’de hükme
bağlanırdı.
Büyük
Selçuklu Devleti’nde Ordu
Selçuklu
ordusu; devletin ve hükümdarın dayandığı başlıca kuvvet olan Gulaman-ı Saray
askerleri, (hükümdarı ve sarayı korur)
Sipahilerden
oluşan ve her an sefere çıkmaya hazır olan Hassa Ordusu,
İkta
sahiplerinin verdiği ikta askerleri,
Bağlı devlet
askerleri, gönüllüler, ücretliler ve Türkmen kuvvetlerinden meydana gelmiştir.
Devletin
kuruluşu sırasında rol oynayan Türkmenler zamanla ordudan tasfiye edilmiş ve
yerleri gulam sistemine göre yetişmiş askerler getirilmiştir.
Büyük
Selçuklu Devleti’nde İran Etkisi
Büyük
Selçuklu Devleti, Türkler ve İranlılar olmak üzere başlıca iki gruptan
oluşuyordu. Bu yüzden devlet teşkilatında iki grubun da etkisi görülürdü.
Selçuklularda
vezirlik kurumunda Abbasi, Sasani ve Gazne tesiri vardı.
Devletin
mülki teşkilatına İranlılar, askerî teşkilatına Türkler hâkim olmuştur.
Nizâmülmülk’ün,
Siyasetnâme adlı eserine göre Selçuklularda hükûmet teşkilatı ve ordu
kurulurken İslam-İran geleneği esas alınmıştır.
Selçuklulardaki
devlet teşkilatında İran etkisi görülmesine karşın; atabey, subaşı, tuğra,
çavuş gibi teşkilatla ilgili Türkçe terimler kullanılmıştır.
Nizamiye
Medreseleri
Fâtımi ve
Bâtınilerin yıkıcı faaliyetlerinin İslam dünyası için büyük bir tehlike
olduğunu anlayan Büyük Selçuklu Devleti Sünni medreseler kurmaya karar
vermiştir.
İlki
Nişabur’da daha sonra Bağdat ve diğer önemli şehirlerde açılan Nizamiye
Medreseleri Sultan Alp Arslan ve veziri Nizâmülmülk tarafından açılmıştır.
Nizâmülmülk,
Büyük Selçuklu sarayında danışman olarak çalışan Gazalî’yi “Şerefü’l-ümme”
unvanı vererek Bağdat Nizamiye Medresesi’ne müderris olarak atamıştır.
Büyük
Selçuklu Devleti’nde Kültür ve Medeniyet
Eğitim ve
öğretim faaliyetleri Sultan Alp Arslan zamanında belli bir programla sistemli
hâle getirilerek devlet himayesi ile verilmeye başlanmıştır.
Bu sayede
yüksek nitelikte bilginler yetiştirilmiş ve büyük bir ilim ordusu
oluşturulmuştur.
Şii
Fâtımiler ve Bâtınilerin yıkıcı faaliyetlerine karşı, kurulan ilim ordusu
sayesinde devletin yapısı ve İslam dünyası kuvvetlenmiştir.
İslami
bilimlerde Eş-Şirazî, Cüveynî, Gazzalî ve Er-Razî gibi âlimlerle birlikte diğer
bilimlerde de önemli âlimler yetişmiştir.
Sultan
Melikşah İsfahan ve Bağdat’ta rasathaneler kurdurmuştu.
Devrin en
önemli matematik ve astronomi âlimleri;
Ömer Hayyam,
Îsfizârî, El-Vâsıtî’dir.
El-Hazini
Büyük Selçuklu Devleti’nin enlem ve boylamlarını gösteren “Zîc-i Sencerî”’yi
hazırlamıştır.
Selçuklu
Dönemi âlimlerince de üstünlüğü kabul edilen felsefe biliminde Muhammed bin
Ahmed Beyhakî, matematik ve astronomi bilimiyle ilgili çalışmalar
yapmıştır.
Fizik
biliminde El Savi önemli eserler yazmıştır.
Tıp alanında
Sabur b. Sehl, İbnü’t Tilmiz ve Ebu Said Muhammed bin Ali gibi ünlü hekimler
yetişmiştir.
Selçuklu
sultanları tarih biliminin gelişmesi için teşvik edici olmuşlardır.
Selçukluların
kökenini anlatan anonim eser “Meliknâme” ve “Ebu Tahir-i Hatuni’nin Tarih-i
Al-i Selçuk” dönemin önemli eserlerdir.
Selçuklularda
resmî dilin Farsça olması
dolayısıyla
edebiyatta Farsça kullanılmıştır.
Emir Muizzi,
Ömer Hayyam, Enveri, Ezraki dönemin ünlü edipleridir.
Büyük Selçukluların
sanata getirdiği yenilikler; Nizamiye Medreseleriyle medrese mimarisi ilk
şeklini almıştır.
Girintili
duvarları ve büyük avlu yapısıyla ilk defa medrese camiler yapılmıştır.
İsfahan’da
bulunan Melikşah tarafından inşa edilen Mescid-i Camisi’nin planı Irak, İran ve
Türkistan’da da uygulanmıştır.
Çini ile
kaplı çok köşeli çatıları ve üzerlerindeki göz alıcı
kumaş
süslemeleriyle kümbetler Selçuklu mimarisinin en önemli eserleridir.
Selçuklular,
uzaktan görülebilen silindir şeklinde yükseltilmiş kubbeleri ile kubbeli türbe
anlayışını ortaya koymuştur.
Merv’de
bulunan Sultan Sencer Türbesi bu alanda abidevi bir örnektir.
Yüksek,
silindirik, yivli, ince minare şekli Selçukluların İslam dünyasına bir diğer
hediyesidir.
Selçuklu
kabartma heykel sanatının günümüze kadar
ulaşan en
önemli eseri, Rey’de saray hayatını anlatan stuk panodur.
Selçuklular
kendine has üsluplarıyla Selçuklu kufisi, sülüsü ve nesihi gibi hat türleri
ortaya çıkarmışlardır.
Ayrıca
bozkır kültürünü gösteren kuş, ejderha, boğa ve çift başlı kartal gibi hayvan
tasvirlerinin yer aldığı kabartmalarla yapılar süslenmiştir.
Askerî müzik
sultanların gücünü göstermekte olup sultanların kapılarında beş nevbet,
meliklerde ise üç nevbet çalınmıştır. Kopuz, Türk tanburu, Türk borusu, Türk
neyi ve bağlama önemli Türk müziği aletleriydi.