Hz. Muhammed, 571 yılında Mekke şehrinde doğmuştur.
610 Hz. Muhammed’e peygamberliğin gelişi
615 Müslümanların Habeşistan’a hicret etmesi
622 Müslümanların Medine’ye hicret etmesi
622 Medine Sözleşmesi
624 Bedir Savaşı
625 Uhud Savaşı
627 Hendek Savaşı
628 Hudeybiye Barışı
629 Hayber’in Fethi
629 Mute Seferi
630 Mekke’nin Fethi
630 Huneyn Seferi
630 Taif Seferi
631 Tebük Seferi
632 Veda Haccı ve Hz. Muhammed’in vefatı
İSLAMİYET’İN
DOĞDUĞU DÖNEMDE
ARAP
YARIMADASI VE ÇEVRESİ
Hz. Muhammed, 571 yılında Arap Yarımadası’nın önemli
merkezlerinden olan Mekke şehrinde doğmuştur.
Arap Yarımadası; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birbirine yakın olduğu
önemli bir noktada bulunmaktadır.
Arabistan toprakları çöllerle kaplı olduğu ve ekonomik getirisi fazla
olmadığı için
büyük devletlerin ilgisini çekmemiş ve istilalara uğramamıştır.
Bu dönemde, Arabistan ve çevresinde dönemin iki büyük gücü olan Doğu Roma
ve Sasani imparatorlukları hüküm sürmektedir. Bunların dışında Afrika’da,
Kızıldeniz’in kıyılarında ise Habeş Krallığı kurulmuştur.
Türklerin yoğun olarak yaşadığı Orta Asya bölgesinde ise Kök Türk Devleti
hüküm sürmektedir. Bu dönemde Türkler ve Araplar, ticari amaçla yaptıkları
seyahatlerde karşılaşmıştır.
ARAP
TOPLUMU
Arap toplumu; çöllerde göçebe bir hayat süren bedeviler, köyler ve
şehirlerde yerleşik bir yaşam tarzına sahip hadari denilen insanlardan
oluşmaktadır.
İslamiyet öncesi Arabistan’da insanlar; hürler, köleler ve mevaliler olmak
üzere üç sosyal sınıfa ayrılmıştı.
Herhangi bir hakka sahip olmayan köle ve cariyeler (kadın köleler) alınıp
satılabilir, miras olarak bırakılabilir ve günlük işlerde çalıştırılabilirdi.
Bir köle azat edilirse mevali denilen sınıfa geçmiş olurdu.
Bir erkek çok sayıda kadınla evlenebilir ve eşlerini kolayca boşayabilirdi.
İnsani hakların çoğundan yoksun bırakılan kadınlar, mirastan da pay
alamazdı.
Araplar, haram aylar olarak kabul edilen zilkade, zilhicce, muharrem ve
recep ayında savaş yapmazlardı. Bu aylarda yapılan savaşlara Ficar Savaşları
denilirdi.
İslamiyet’ten önce Arabistan’da;
Nebatiler, Tedmür, Gassani, Main, Hire, Sebe gibi devletler
yaşamıştı.
Arap Yarımadası’nda siyasi birlik yoktu. Toplum kabilelerden oluşurdu.
Kabilelerin başında “şeyh” veya “seyyid” denilen kabilenin büyüğü
bulunurdu.
Kabileler arasında özellikle kan davalarına dayanan savaşlar sık görülürdü.
Arabistan genelinde inanış olarak Putperestlik hâkimdi.
Bunun yanı sıra Hristiyanlık, Musevilik ve Haniflik (Hz. İbrahim’in dini)
dinlerine inananlar da vardı.
İslamiyet öncesi döneme “Cahiliye Dönemi” denmesinin sebebi, insanların
okuma-yazma bilmemesi değildir. Medeniyet bakımından geri kalmaları,
bilgisizlik ve gaflet içerisinde bulunmaları, putlara tapmaları, kadınlara
yönelik kötü tutumları nedeniyle böyle isimlendirilmiştir.
ARABİSTAN
YARIMADASI’NDA EKONOMİ
Arabistan Yarımadası’nda ekonomi tarım,
hayvancılık ve ticaret üzerine kuruluydu.
Başta Mekke olmak üzere yarımada genelinde en belirgin geçim kaynağı
ticaretti.
Mekke, İslamiyet öncesinde de dinî bir merkez olduğu için Araplar buraya
gelenlerle yoğun bir ticari münasebet kuruyordu.
Günümüzdeki fuarlara benzeyen panayırlar, Arabistan ticaretinde önemli bir
yer tutardı. Bu panayırlar, ekonomik hayatın olduğu kadar sosyal hayatın da
önemli bir parçasıydı. Özellikle kabileler arasındaki birçok problem buralarda
çözülürdü.
Panayırlarda edebî sohbetler yapılır, şairler en güzel şiirlerini buralarda
okurdu. Bu şiirlerden beğenilenler Kâbe’nin duvarına asılırdı.
Hilfu’l-Fudûl: Resûlullâh’ın Câhiliye devrinde tasvîp edip katıldığı
tek cemiyet, “Hılfü’l-Fudûl”dür. Çünkü bu bir adâlet cemiyeti idi. Zulüm ve
haksızlığa mânî olmak için kurulmuştu.
İSLAMİYET
YAYILIYOR
Hz.
Muhammed’e 610 yılında ilk vahiy gönderilmiştir.
Böylelikle
Peygamberlik görevi başlamıştır.
Mekke
müşriklerinin çoğu, daha önceden Muhammed’ül-Emin (güvenilir) lakabını
taktıkları Hz. Muhammed’in çağrısına, olumlu karşılık vermemiştir.
Bunun temel
sebebi Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği bu yeni dinin, müşriklerin
mevcut
durumlarında köklü değişikliklere sebep olmasıdır.
İslam’ın ilk
dönemlerinde kayıtsız kalma, alay etme şeklinde kendini gösteren tepkiler
ilerleyen zamanlarda, Müslümanlara yönelik şiddete ve işkencelere
dönüşmüştür.
Müslümanlar
bazıları Hz. Peygamber’in izniyle hicret etmişlerdir.
Hz. Muhammed
Mekke’de kalarak İslamiyet’i yayma faaliyetlerine devam etmiştir.
AKABE
BİATLARI
620 yılında
Medine’den Cahiliye Devri adetlerine göre hac vazifesini yapmak ve çevrede
kurulan panayırlara katılmak için Mekke’ye gelen bazı kişilerle Akabe denilen
mevkiide görüşmüş ve onları İslam’a davet etmiştir.
Bu kişiler
İslam’ı kabul etmiş ve Hz. Peygamber’i koruyacaklarına dair biat (söz)
vermiştir.
Medine’ye
dönen bu kişiler burada İslam’ı yaymış ve yeni Müslüman olanlarla birlikte 621
ve 622 yıllarında aynı yerde iki kez daha Hz. Muhammed ile görüşmüştür.
İslam
tarihine bu görüşmeler Akabe Biatları olarak geçmiştir.
622 yılında
Hz. Muhammed, yanına Hz. Ebu Bekir’i de alarak Medine’ye hicret etmiştir.
İLK
TOPLUMSAL SÖZLEŞME
Hz.
Muhammed’in hicret ettiği dönemde, Arabistan
genelinde
olduğu gibi Medine’de de karışıklıklar vardır.
Evs ile
Hazrec isimli müşrik Arap kabilelerinin gerek kendi aralarında gerekse
Yahudilerle
yaşadıkları çekişmeler yaşamı zorlaştırmaktadır.
Hz. Muhammed
önce Müslümanlar arasında muhacir (göçmen) ve ensar (Medineli) arasında
kardeşlik ilan etmiştir.
Hz.
Peygamber; Medine’deki topluluklarla İslam Devleti’nin ilk yazılı anlaşması
olan Medine Sözleşmesi’ni imzalamıştır. Sözleşme genel olarak yargı kuralların
titizlikle uygulanmasını temel almıştır.
Medine
Sözleşmesi içerik bakımından anayasal özellikler taşımaktadır.
Sözleşme ile
Müslümanlar ve gayrimüslimlerin Medine’ye bir saldırı olduğunda, birlikte
hareket etmesini karara bağlamıştır.
BEDİR
SAVAŞI (624)
Mekkeliler,
içinde Medine’ye hicret eden Müslümanların mallarının da olduğu bir
kervanı Şam’a göndermeye karar vermiştir.
Bu
ticaretten elde edecekleri gelir ile de Müslümanlarla savaşmayı
amaçlamışlardır. Bunu öğrenen Müslümanlar, Şam kervanının yolunu kesmek ve
gözdağı vermek için sefer düzenlemiştir.
Bedir
Kuyuları önünde yapılan savaşı Müslümanlar kazanmıştır.
Bedir
Savaşı’nda elde edilen ganimetler, savaşa katılanlar arasında
paylaştırılmıştır.
Esirlerin,
fakir olup ödeme yapamayacak olanlarından okuma yazma bilenler, on Müslümana
okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakılmıştır.
UHUD
SAVAŞI (625)
Mekkeli
müşrikler, Bedir Savaşı’nın intikamını almak
ve
Müslümanların denetimine geçen Suriye-Mısır ticaret yolunu
tekrar ele
geçirmek amacıyla Mekkeliler üzerine harekete geçmiştir.
Hz.
Peygamber’in ordunun güvenliğini sağlamak için Ayneyn Tepesi’ne yerleştirdiği
okçuların yerlerini terk etmesi nedeniyle Müslümanlar bozguna uğramıştır.
Hz.
Peygamber’in yaralandığı bu savaşta, Hz. Hamza şehit olmuştur.
Savaş
sonunda Mekkeli müşrikler tam bir galibiyet kazanamamış ve geri dönmüşlerdir
HENDEK
SAVAŞI (627)
Mekkeli
müşriklerin Müslümanları son yok etme çabası olan Hendek Savaşı, ismini
Medine’nin etrafına hendek kazılarak savunma yapılmasından almıştır.
Mekkeli
müşriklerin Medine’ye yürümesi üzerine Hz. Muhammed çevresindekilerle istişare
yapmıştır. Bunun sonucunda Medine etrafına derin bir hendek kazılarak şehir
savunması yapılmasına karar verilmiştir.
Müşriklerin
kuşatması şiddetli bir fırtına nedeniyle sona ermiş ve müşrikler kuşatmayı
kaldırıp Mekke'ye geri dönmüşlerdir.
Bu savaş
Müslümanların Mekkelilere karşı son savunma savaşı olmuştur.
HUDEYBİYE
ANTLAŞMASI (628)
Müslümanlar
hem memleket özlemini gidermek hem de Kâbe'yi tavaf ederek umre ibadetlerini
yapmak istemiştir.
Müşrikler
ise Müslümanları Mekke'ye sokmamak için kendi aralarında sözleşip tedbirler
almıştır.
Hz.
Peygamber geliş amaçlarını bildirmek için Hz. Osman’ı elçi olarak göndermiştir.
Fakat Hz. Osman, Mekke'de esir edilmiştir.
Bunun
üzerine Hz. Peygamber, yanındaki sahabelerden Mekkelilere karşı koymak ve Hz.
Osman’ı kurtarmak için biat almıştır.
Durumun
ciddiyetini anlayan Mekkeliler gönderdikleri bir elçi vasıtası ile Hudeybiye
Antlaşması’nı yaptılar.
Bu
antlaşmaya göre;
Müslümanlar,
o yıl Mekke'ye giremeyecek ve umre yapamayacaktır.
Mekkeli bir
kimse Hz. Muhammed’in yanına kaçarsa velisinin isteği üzerine geri verilecek,
fakat bir müslüman kaçarak Mekke’ye sığınırsa iade edilmeyecektir.
Mekkeliler,
Hudeybiye Antlaşması ile Müslümanları resmen tanımıştır.
HAYBER’İN
FETHİ (629)
Yahudiler,
Şam ticaret yolunu tehdit edip Müslüman ticaret kervanlarına zarar vermeye ve
Mekkeli müşrikleri Müslümanlara karşı kışkırtmaya devam etmekteydi.
Bunun
üzerine Hz. Peygamber, Yahudilerin bulunduğu Hayber üzerine bir sefer
düzenledi.
Kale
kuşatılarak kısa sürede ele geçirildi.
Bu zaferle
Şam ticaret yolunun güvenliği sağlandı.
Müslüman
olmayan erkeklerden cizye vergisi alınmaya başlandı.
MUTE
SAVAŞI (629)
Hristiyan
Gassaniler’i İslam’a davet etmek için bir elçi gönderilmiş fakat elçi,
Gassani valisi tarafından öldürülmüştür.
Bunun
üzerine Hz. Peygamber bir ordu hazırlayarak bölgeye sevk etti.
Gassani
hükümdarı, Bizans’tan yardım istedi.
Bölgeye
gelen Bizans ordusu ile Müslümanlar arasında bir savaş yapıldı.
Mute savaşı
Müslümanlarla Bizans arasındaki ilk savaştır.
MEKKE’NİN
FETHİ (630)
Hudeybiye
Antlaşması gereği taraflar birbirlerinin müttefiklerine saldırmayacaktır. Fakat
Mekkeli müşrikler, bu antlaşmaya sadık kalmamışlardır.
Bunun
üzerine Hz. Peygamber ordusuyla Mekke üzerine yürüdü ve kısa sürede kan
akıtılmadan fetih tamamlandı.
Hz.
Peygamber, ilk olarak genel af ilan etmiş, kimsenin malına dokunulmamış
ve esirler
serbest bırakılmıştır.
Mekke’nin
Fethi’yle birlikte Kureyş müşriklerinin Hz. Peygamber ve Müslümanlara karşı
olan düşmanlığı sona ermiş, Hicaz Bölgesi’nde İslam’ın yayılışının önündeki
engeller ortadan kalkmıştır.
HUNEYN
SEFERİ (630)
Mekke'nin
Müslümanlar tarafından fethi üzerine Taifliler, putperest diğer kabileler ile
birleşerek büyük bir ordu hazırlamıştır.
Hz.
Peygamber, Huneyn’de toplanmış olan bu ordu üzerine sefere çıkmıştır.
Yapılan
savaşta Müşrikler yenilgiye uğratılmıştır.
Bu zaferle
Arap Yarımadası’ndaki son putperest tehdit de ortadan kalkmıştır.
TEBÜK
SEFERİ (631)
Bizans’ın
Arabistan üzerine büyük bir sefer düzenleyeceği haberleri üzerine Hz. Muhammed
ordusuyla sefere çıkmıştır.
Fakat Tebük
mevkine gelindiğinde haberin asılsız olduğu öğrenilmiştir.
Arabistan
dışına yapılan ilk sefer olma özelliği gösteren Tebük Seferi sırasında
bölgede
birçok kabile Müslümanlığı kabul etmiştir.
VEDA
HUTBESİ
Hz.
Muhammed, vefatına kadar Medine’de yaşamıştır.
Vefat
etmeden önce yapmış olduğu Hac ibadeti sırasında tüm insanlığa seslendiği Veda
Hutbesi’ni okumuştur.
Hz. Muhammed
632 yılında Medine’de vefat etmiş, cenazesi kendi evine defnedilmiş ve burası
günümüzde de Mescid-i Nebevi’nin içerisindeki Ravza-i Mutahhara olarak
adlandırılmıştır.
DÖRT
HALİFE DÖNEMİ (632-661)
Hilafet
İslam devletlerinde Hz. Peygamber’den sonraki devlet başkanlığı kurumunu ifade
eder. İslam Devleti’nin başkanına ise “Halife” denir
Hz.
Muhammed’in vefatıyla İslam Devleti’nin başkanının kim
olacağı
sorunu gündeme gelmiştir. Çünkü Hz. Peygamber, kendisinden sonra kimin devlet
başkanı olacağını söylememiş, seçimi Müslümanlara bırakmıştır.
632 yılında
Hz. Peygamber’in vefatının ardından yapılan görüşmeler neticesinde, Hz. Ebu
Bekir halife seçilmiş ve halk ona biat etmiştir.
HZ.
EBU BEKİR (632 – 634)
Hz. Ebu
Bekir’in halifeliğin ilk zamanlarında
İslam
Devleti içerisinde karışıklıklar yaşanmıştır.
İslam’dan
dönerek devlete isyan eden kabilelerle Ridde Savaşları’nı yapan Hz. Ebu Bekir,
bu kişilerin hepsini itaat altına alarak ülke içerisinde birlik ve düzeni
sağlamıştır.
Hz. Ebu
Bekir Dönemi’nde Arabistan toprakları dışına seferler düzenlenmiştir.
Suriye’nin
fethi sırasında Bizans’la 634 yılında yapılan Ecnâdeyn Savaşı ile Suriye
kapıları Müslümanlara açılmıştır.
Hz. Ebu
Bekir Dönemi’nde birçok hafız şehit olunca unutulmasını engellemek için Hz. Ebu
Bekir ayetleri bir araya toplatmış ve Kur’an-ı Kerim kitap hâline
getirilmiştir.
Böylelikle
Kur’an-ı Kerim’in günümüze kadar eksiksiz ve bozulmadan gelmesi sağlanmıştır.
HZ.
ÖMER ( 634- 644)
Onun dönemi,
fetihlerin yoğunlaştığı bir dönemdir.
636
yılındaki Yermük Savaşı ile Suriye ve Filistin coğrafyasının önemli şehirleri
ele geçirilmiş ve 640 yılında bütün Suriye coğrafyası fethedilmiştir.
Amr bin As
komutasındaki İslam orduları Filistin’in fethini tamamlamak için Kudüs’ü
kuşatmıştır. Kudüs patriği Hz. Ömer’le görüşerek şehrin anahtarını teslim
etmiştir.
Müslümanlar
İran’a hâkim olan Sasanilere Köprü Savaşında yenildi.
Bu savaştan
sonra 636 yılında Kâdisiye, bir yıl sonra Celûlâ ve 642’de Nihâvend Savaşları
sonucunda Irak ve İran toprakları fethedildi.
Müslümanlar,
Hz. Ömer Dönemi’nde Horasan’a kadar olan bölgeyi fethetti ve Türklerle komşu
oldu.
Mısır 642
yılında İskenderiye’nin fethi ile tamamen Müslümanların eline geçti.
Hz. Ömer’in
halifelik dönemi İslam Devleti’nin teşkilatlandığı dönem olmuştur.
Ülke
toprakları yönetim birimlerine ayrılarak illere valiler atanmıştır.
Toplanan
vergiler sistemli hâle getirilmiş ve İslam Devleti’nin hazinesi yani
Beytü’l-mâl oluşturulmuştur.
İslam
tarihinde ilk düzenli ordu ve ordugâh şehirler kurulmuştur.
Askerî ikta
sisteminin temelleri atılmıştır.
Merkezle
taşra irtibatını sağlayabilmek için posta evleri inşa edilmiştir.
Hz. Ömer
zamanında Hicret (622) başlangıç kabul edilerek ilk hicrî takvim
düzenlenmiştir.
Hz. Ömer,
644 yılında İranlı bir köle tarafından şehit edilmiştir.
HZ.
OSMAN (644- 656)
Hz. Ömer,
644 yılında şehit edilmesi üzerine
şûra
tarafından Hz. Osman halife seçilmiştir.
Horasan ve
Azerbaycan ele geçirildi.
Suriye
Valisi Muaviye, Anadolu’da Kayseri’ye kadar sefer düzenlemiş ve kurulan
donanma ile
649’da Kıbrıs’ı fethetmiştir.
Bu donanma
Doğu Roma ile savaşarak Zâtü’s-savârî denilen ilk deniz zaferini
kazanmıştır.
Hz. Osman
Dönemi’nde Kuzey Afrika topraklarına da seferler yapılarak Tunus ele
geçirilmiştir. Bölgedeki Berberiler arasında İslam hızla yayılmıştır.
Hz. Osman
Devri’nde Kur’an nüshası çoğaltılmış diğer İslam ülkelerine gönderilmiştir.
İSLAM
DÜNYASINDA İLK AYRILIKLAR
Hz. Osman
Dönemi’nde fetih hareketlerinin yavaşlamasıyla ekonomik ve sosyal sorunların
baş gösterdiği karışıklıklar dönemi başlamıştır.
Ekonomik
sıkıntıları ortadan kaldırmak isteyen Hz. Osman, Hz. Ömer zamanında halka
bağlanan maaşları kesmek zorunda kalmıştır.
Hz. Osman’ın
yapmış olduğu tayinlerde, kendi kabilesi ve ileride Emeviler Devleti’ni kuracak
olan Ümeyyeoğullarına ayrıcalık tanıdığı iddiaları halkta tepkileri
artırmıştır.
Kûfe ve
Mısır bölgelerinde isyanlar çıkmaya başladı.
İsyanın
elebaşları Medine'ye gelerek Hz. Osman’ı, evinde şehit etmiştir.
İşlenen
cinayet ile Müslüman toplum içerisinde ilk fitne hareketi başlamıştır.
HZ.
ALİ (656- 661)
İlk icraat
olarak Hz. Osman zamanındaki olaylara sebep
olduklarını
düşündüğü valileri görevlerinden alıp yerlerine yenilerini atamıştır.
İslam
Devleti içinde parçalanmaların yaşanabileceğini düşünerek suçluları
cezalandırma konusunda acele etmemiş ve titiz davranmıştır.
Hz.
Peygamber’in eşi Hz. Ayşe ve çevresindekiler, Hz. Osman’ın katillerinin bir an
önce bulunup cezalandırılmasını istemişlerdir.
Sahabelerden
bir kısmı Hz. Ayşe’nin safına geçerek bir güç oluşturmuştur. Hz. Ali,
oluşturduğu kuvvetle Hz. Ayşe ve ordusunun peşinden Kûfe’ye gitmiştir.
Hz. Osman’ın
katledilmesinden sorumlu olanlar, kendilerinin cezalandırılacağını anlamış ve
beklenmedik bir anda saldırıya geçerek savaşı başlatmışlardır.
Mücadelede
Hz. Ali taraftarları üstün gelmiş ve Hz. Ayşe savaştan sonra Medine'ye
gönderilmiştir. Hz. Ayşe’nin devesinin etrafında cereyan etmesi dolayısıyla bu
savaşa İslam tarihinde “Cemel (Deve) Vakası” denmiştir.
SIFFİN
SAVAŞ 657
Cemel (Deve)
Vakasından sonra Muaviye, Hz. Osman’ın katillerinin bulunmamasını gerekçe
göstererek ayaklandı.
Yapılan
savaşta Hz. Ali’nin kuvvetleri, Muaviye’ye üstünlük sağladı.
Bu esnada
Amr bin As’ın tavsiyesi ile Muaviye bir savaş hilesine başvurdu.
Mızraklarının
uçlarına Kur’an sayfalarını takarak “Ey Iraklılar! Savaşı bırakalım, aramızda
Allah’ın kitabı hakem olsun!” diye bağırmaya başladılar.
Hz. Ali,
sorunun çözülmesi için hakem heyeti kurulmasını kabul etti.
Hakemlerin
görüşmeleri sonrasında alınan karara uymayan Amr b. As, siyasi bir manevrayla
halifeliği Muaviye’ye verdiyse de Hz. Ali, buna razı olmamış ve mücadeleye
devam etmişti.
Sıffin Savaşı’ndan sonra hakem tayin edilmesini kabul etmeyip Hz. Ali’nin
ordusundan ayrılan üçüncü bir grup daha ortaya çıkmıştır.
Bunlar, İslam Devleti adına büyük bir sorun oluşturan Haricilerdir.
Hakem Olayı ardından Müslümanlar, 3 siyasal gruba ayrılmıştır. Şiiler,
Sünniler ve Hariciler.
Bu olaylardan kısa süre sonra Haricilerden bir kişi, Hz. Ali’yi sabah
namazını kıldığı sırada şehit etti
EMEVİLER (661- 750)
Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra oğlu Hz. Hasan halife
olarak kısa bir süre İslam topraklarının bir kısmını yönetti.
Ancak Muaviye’nin güçlü bir ordu kurup geniş topraklara hükmetmesi
pek çok Müslüman’ın onun halifeliğini kabul etmesine neden oldu.
Hz. Hasan gerek savaş yorgunu adamlarına güvenemediğinden gerekse Müslümanlar arasında daha fazla kargaşa olmasını istemediğinden 661 yılında Muaviye’nin halifeliğini kabul etti.
Böylece halifelik, Emevi Hanedanlığı’na geçmiş oldu.
Muaviye, Kureyş kabilesinin Ümeyyeoğulları veya Emeviler koluna mensup olduğu için devlet, Emevi Devleti olarak adlandırılmıştır.
Muaviye, halifeliği kabilecilik anlayışı ve kılıç kuvvetiyle kazanmış ve daha sonra saltanata dönüştürmüştür.
Emevi orduları Türkistan yönündeki fetihlerde bulunmuştur.
İstanbul kuşatılmış ancak sonuç alınamamıştır. Meşhur sahabe Eyyup el Ensari bu kuşatmada hastalanarak vefat etmiştir.
Rodos, Sakız gibi adalar alınmıştır.
Emevilerde Muaviye zamanında, toplanan bir şûranın aldığı karar doğrultusunda oğlu Yezid, İslam tarihinde ilk defa veliaht tayin edilmiş babasının ölümünden sonra da halife olmuştur.
Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra oğlu Hz. Hasan halife
olarak kısa bir süre İslam topraklarının bir kısmını yönetti.
Ancak Muaviye’nin güçlü bir ordu kurup geniş topraklara hükmetmesi
pek çok Müslüman’ın onun halifeliğini kabul etmesine neden oldu.
Hz. Hasan gerek savaş yorgunu adamlarına güvenemediğinden gerekse Müslümanlar arasında daha fazla kargaşa olmasını istemediğinden 661 yılında Muaviye’nin halifeliğini kabul etti.
Böylece halifelik, Emevi Hanedanlığı’na geçmiş oldu.
Muaviye, Kureyş kabilesinin Ümeyyeoğulları veya Emeviler koluna mensup olduğu için devlet, Emevi Devleti olarak adlandırılmıştır.
Muaviye, halifeliği kabilecilik anlayışı ve kılıç kuvvetiyle kazanmış ve daha sonra saltanata dönüştürmüştür.
Emevi orduları Türkistan yönündeki fetihlerde bulunmuştur.
İstanbul kuşatılmış ancak sonuç alınamamıştır. Meşhur sahabe Eyyup el Ensari bu kuşatmada hastalanarak vefat etmiştir.
Rodos, Sakız gibi adalar alınmıştır.
Emevilerde Muaviye zamanında, toplanan bir şûranın aldığı karar doğrultusunda oğlu Yezid, İslam tarihinde ilk defa veliaht tayin edilmiş babasının ölümünden sonra da halife olmuştur.
Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin de Yezid’e bağlılığını bildirmemiş ve Kerbela
denilen yerde ailesi ve akrabalarıyla birlikte şehit edilmiştir.
Bu acı olay Müslümanları çok üzmüş ve Yezid ile Emevi hanedanlığına karşı
toplumda bir tepki oluşmuştur.
Bu olay, iki taraf arasındaki (Şia-Sünni) tarihî sınırın kesin çizgisi
olmuştur.
Emeviler Dönemi’nde siyasi çekişmeler neredeyse hiç bitmemiştir. Ancak
sekizinci Emevi halifesi olan Ömer bin Abdülaziz Dönemi farklıdır.
Bu dönemde mevalilerden alınan cizye vergisi kaldırılarak ayrımcılığa son
verilmiş ve toplumun her kesimini kucaklayan bir yönetim sergilenmiştir.
Bu yüzden Ömer bin Abdülaziz’e ilk dört halifenin yönetim anlayışına benzer
bir yönetim sergilediği için beşinci halife denmiştir.
Halife Abdülmelik döneminde Arapça resmi dil olarak
ilan edildi ilk İslam parası bu dönemde bastırıldı.
I. Velid’in halifeliği döneminde Horasan Valisi Kuteybe bin Müslim,
Maveraünnehir Bölgesi’nde pek çok şehri fethetmiştir.
Buhara, Semerkand ve Harezm gibi önemli Türk şehirleri onun zamanında Emevi
hâkimiyetine girmiştir.
Fakat Emevilerin uyguladığı politikalar nedeniyle bu dönemde İslamiyet
Türkler arasında yayılmamıştır.
İspanya’ya gönderilen Tarık bin Ziyad, Gotları mağlup etmiş (Kadiks Savaşı
711) ve belirli aralıklarla yapılan seferlerle bütün İspanya
fethedilmiştir.
Emevilerin, Avrupa kıtasındaki ilerlemeleri 732 yılında Franklarla yapılan
Puvatya (Poitiers veya Puvatiye) Savaşı’nda İslam ordusunun yenilmesiyle Prene
Dağları’nda son bulmuştur.
EMEVİLERİN
YIKILIŞI (750)
Zamanla hanedan üyeleri arasındaki iktidar
mücadeleleri ve uygulanan politikalardan memnum olmayan halkın isyanlarıyla
Emevi Devleti zayıflamış ve Abbasilerin isyanıyla da yıkılmıştır.
Emevilerin yıkılma nedenleri:
Son dönemdeki halifelerin kötü yönetimi,
Hanedan üyeleri arasındaki mücadeleler,
Toplumdaki kabilecilik anlayışı,
Kerbela Olayı’ndan ötürü halkın bir kısmında Emevi ailesine karşı oluşan nefret
Arap olmayan unsurların dışlandığı mevali politikası.
Emevilerin yıkılma nedenleri:
Son dönemdeki halifelerin kötü yönetimi,
Hanedan üyeleri arasındaki mücadeleler,
Toplumdaki kabilecilik anlayışı,
Kerbela Olayı’ndan ötürü halkın bir kısmında Emevi ailesine karşı oluşan nefret
Arap olmayan unsurların dışlandığı mevali politikası.
MEVALİ NEDİR?
Azad edilmiş köle anlamına gelen mevali tabiri; ilk İslam fetihlerinden sonra kendi arzularıyla Müslüman olan ve çoğunluğunu Türkler, İranlılar, Berberiler ve Kıptiler’in oluşturduğu Arap olmayan Müslümanlar için de kullanılır.
Emeviler Dönemi’nde mevalilerden fazla vergi alınmıştır.
Bu yüzden Emeviler Dönemi’nde topraklar çok genişlese de İslam’ın diğer milletlerce kabulü aynı oranda olmamıştır.
Azad edilmiş köle anlamına gelen mevali tabiri; ilk İslam fetihlerinden sonra kendi arzularıyla Müslüman olan ve çoğunluğunu Türkler, İranlılar, Berberiler ve Kıptiler’in oluşturduğu Arap olmayan Müslümanlar için de kullanılır.
Emeviler Dönemi’nde mevalilerden fazla vergi alınmıştır.
Bu yüzden Emeviler Dönemi’nde topraklar çok genişlese de İslam’ın diğer milletlerce kabulü aynı oranda olmamıştır.
ENDÜLÜS
EMEVİ DEVLETİ (756- 1031)
Emevilerden sonra Abbasi Devleti, Endülüs topraklarını
merkezden gönderdiği valilerince yönetmeye başlamıştır.
Ancak 756 yılında Emevi ailesine mensup Abdurrahman bin Muaviye Kurtuba’ya
gelmiş ve yönetimi devralmıştır. Böylece Emevi Devleti kurulmuştur.
Endülüs Emevileri günümüzdeki bütün İspanya ve Portekiz topraklarına hâkim
olmuştur.
Emevi Devleti’nin iç sıkıntılar yaşadığı dönemlerde Hristiyan İspanyol
krallıklarının saldırılarıyla devlet topraklarının bir kısmını kaybetmiş ve
daha sonra yıkılmıştır.
ENDÜLÜS
EMEVİ DEVLETİ SONRASI İSPANYA
Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılmasından sonra İspanya’da;
Bağımsız Emirlikler Dönemi (1031-1091), Murâbıtlar Dönemi
(1091-1147), Muvahhidler Dönemi (1147-1229) ve en sonunda Beni Ahmer
Devleti Dönemi (1238-1492) yaşanmıştır.
1469’da Kastilya Kraliçesi Isabella (İsabela) ile Aragon Kralı Ferdinand
(Ferdinan) evlenmiştir. 10 yıl sonra bu iki krallık birleşmişler ve 1492
yılında Beni Ahmer Devleti’ni yıkmışlardır.
Bölgedeki Müslümanlar zorla Hristiyanlaştırılmaya çalışılmıştır.
Hristiyanlığı kabul etmeyen halk, 1492 yılından itibaren başta Kuzey Afrika
olmak üzere değişik coğrafyalara göç etmek zorunda kalmıştır.
Bu göçler esnasında buradaki Müslüman ve Yahudilere, Osmanlı Devleti’nin
büyük yardımları olmuştur.
ENDÜLÜS
MEDENİYETİ VE BATI
Endülüs, Müslümanlar idaresinde yüksek ve parlak bir medeniyetin
doğuşuna beşiklik etmiştir.
Aynı dönemde Batı’da akli faaliyetlerin yasaklanması nedeniyle karanlık bir
dönem yaşamış ve Batılılar, Müslümanların kültürel gelişmesini fark
edememiştir.
Hristiyanlar ancak Haçlı Seferleri’yle birlikte İslam medeniyetini yakından
tanıma fırsatı bulmuştur. Batılılar, Arapça eserleri kendi dillerine tercüme
etmeye başlamıştır.
XII. yüzyılın başlarında Tuleytula başpiskoposunun Bağdat'taki
Beytü’l-hikme’ye benzer bir müessese kurmasıyla tercüme faaliyetleri sistemli
hale geldi.
Orta Çağ Avrupası bu sayede eski Yunan felsefesini ve özellikle Aristo’yu
tanıma
imkânını bulmuştur. Böylece Avrupa’da bir zihin inkılabı meydana gelmiştir.
İbn-i Rüşd; Aristo üzerine yazdığı şerhlerden başka
“Tehafütü Tehafüti'l-felâsife” adlı eseriyle Avrupa'da
itibar edilen bir filozof hâline gelmiştir.
Eserleri, Paris Üniversitesinde ve öteki akademik kurumlarda okutulan
kitaplar arasına girmiştir.
Yahudi ve Hristiyan ilahiyat çevrelerine etki eden Musa b. Meymun ve İbn-i
Bacce; Albert Magnus (Albırt Megnıs), Spinoza (Sipinoza) ve hatta lmmanual Kant
(İmanuel Kant) gibi Avrupalı bilim insanlarını etkilemiştir.
Tıp alanında yapılan tercümeler sayesinde, XII. yüzyıla kadar Avrupa’da hâkim
olan batıl anlayış, yerini modern anlamda tedavi usullerine bırakmıştır.
Pirinç, şeker kamışı ve pamuğu İspanya'ya ve dolayısıyla öteki Avrupa
ülkelerine ilk tanıtanlar Endülüs Müslümanlarıdır.
Suyun buharlaşarak azalmasını önlemek için yer altından kanallarla naklîni
İspanya'da ilk defa Müslümanlar uygulamıştır.
İslam mimarisi fethedilen yerleri etkilemiş ve buradaki mimariden de
etkilenmiştir.
Kurtuba Camisi ve El Hamra sarayı günümüze kalan önemli mimari
eserlerdendir.
XII. yüzyıldan itibaren bazı İspanyol ve Portekiz krallarının yaptırdıkları
saraylar, Kurtuba'daki sarayların adeta birer kopyasıdır.
Kitabeleri bile Arapça yazılmış olan bu saraylara, Sevilla Alkazar'ı en
güzel örnektir.
ABBASİ DEVLETİ VE TÜRKLER
Abbasilerde Sosyal Hayat ve Devlet Teşkilatı
Abbasi Devlet Teşkilatında Türkler
Mısır’da Kurulan Türk-İslam Devletleri
Tolunoğulları Devleti (868-905)
İhşîdîler (935-969)
Eyyubiler (1171-1250)
Memlûklular (1250-1517)
Abbasilerde Sosyal Hayat ve Devlet Teşkilatı
Abbasi Devlet Teşkilatında Türkler
Mısır’da Kurulan Türk-İslam Devletleri
Tolunoğulları Devleti (868-905)
İhşîdîler (935-969)
Eyyubiler (1171-1250)
Memlûklular (1250-1517)
ABBASİ
DEVLETİ (750- 1258)
Abbasilerin Emevilere karşı başlattıkları isyan başarıya
ulaşmış ve Ebü'l-Abbas, Kûfe’de halife ilan edilmiştir.
Abbasiler, ikinci halifeleri Ebu Ca'fer el-Mansur zamanında Bağdat şehrini
kurarak burayı devletin merkezi hâline getirmiştir.
Halife Mansur Dönemi’nde, Arap ve mevali arasındaki fark ortadan kalkmıştır
ve İranlılar, devlet içinde etkin hâle gelmiştir.
Abbasi halifeleri, Sasanilerin yönetim yapısını örnek alarak vezirlik
kurumunu kurmuştur.
Abbasi Devleti, Harun Reşid zamanında en parlak günlerini yaşamıştır.
Abbasiler, her ne kadar geniş topraklara hükmedip kültürel alanda gelişmiş
olsa da ilk yıllardan itibaren devletten kopmalar başlamıştır.
Endülüs Emevileri’nin bağımsızlığını kazanmasından sonra
Fas'ta İdrisiler,
Tunus'ta Ağlebiler gibi bağımsız ve yarı bağımsız devletler ortaya çıkmaya
başlamıştır.
Tolunoğulları ve 935-969 yılları arasında İhşidler gibi Türk devletleri,
Mısır ve Suriye'ye hâkim olarak batıdaki Abbasi sınırını daraltmışlardır.
Maveraünnehir'de Samaniler, Horasan'da Tahiriler halifeye bağlı olmakla
beraber iç ve dış işlerinde tamamen bağımsız hareket etmemiştir.
ABBASİ
DEVLETİNİN YIKILIŞI
Abbasiler, bütün olumsuzluklara rağmen siyasi yaşamını 1258 yılına kadar
devam ettirmiştir.
Bu tarihte Cengiz Han’ın torunu Hülagü, Bağdat şehrini işgal ederek Abbasi
Devleti’ne son verdi.
Abbasi ailesinden el- Müstansır, Memlûk Sultanı Baybars tarafından
Kahire’de halife ilan edilmiştir.
Böylece halifelik makamı, 1517’de Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim’in
Memlûkluları ortadan kaldırmasına kadar Abbasi ailesinde kalmıştır.
ABBASİLERDE
SOSYAL HAYAT VE DEVLET TEŞKİLATI
Abbasilerde, İslam toplumu genel olarak havas ve avam denilen iki tabakadan
oluşuyordu.
Halifenin yakınları, vezirler, emirler, kadılar, âlim ve kâtipler havas
tabakasında iken
esnaf ve sanatkârlar, çiftçiler, askerler, köleler ve diğer gruplar da avam
tabakasına mensuptu.
Sosyal sınıflardan biri de zimmi denilen Yahudi ve Hristiyanlardan oluşan
gruptu.
Talas Savaşı’nda ele geçen Çinli esirler arasında İslam dünyasında kâğıt
yapımını başlatacak ustalar bulunuyordu.
Bu esirler 756 yılında Semerkant’ta kâğıt imalathanesi kurdular.
Avrupa’da ise kâğıt imalatına ancak XIII. yüzyıldan itibaren başlanmıştır.
Abbasi şehirlerinde asayiş, şurta teşkilatı tarafından sağlanırdı.
Halifelerin siyasi otoritelerinin zayıflaması üzerine devlet erkânı
arasında ortaya çıkan iktidar mücadelesine son vermek maksadıyla kurulan kuruma
Emirü’l-ümeralık deniyordu.
Bu kurumun başındaki kişi olan Emirü’l-ümera, geniş yetkilere sahip
olduğundan hutbe ve sikkelerde halifenin isminden sonra geçmekteydi.
Harun Reşid Devri’nden itibaren ise kadılkudatlık (başkadılık) makamı
kuruldu
Abbasiler Devri’nde siyasi, iktisadi ve dinî sebeplere dayanan isyanlara
sık sık rastlanmaktadır.
İsyan hareketinin altında milliyetçilik düşüncesinden daha çok özellikle
İran kökenli dinî ideoloji (eski İran dinlerini canlandırma)
yatıyordu.
Bu isyanları bastırmak için Divanü’z-zenadıka adlı bir müessese
kurulmuştur.
ABBASİ
DEVLETİNDE DİVANLAR
Abbasiler, devlet işlerini görüşmek için farklı divanlar kurmuştur.
Devletin mali işlerine Divân-ü Beytü’l-mâl,
Askerî işlere Divanü’l-ceyş,
Resmî yazışmalara Divan’ı-tevki,
Posta ve gizli istihbarat hizmetlerine Divanü’l-berid,
İdari haksızlıklara ve adli hatalara Divan’ı-mezalim bakardı.
ABBASİ
DEVLET TEŞKİLATINDA TÜRKLER
747 yılında büyük bir ordu ile batıya doğru ilerlemeye başlayan Çin’in,
Orta Asya’daki sert tutumu Türklerin Müslümanlara yakınlaşmasını sağladı.
Türklerin desteğini alan Müslüman Araplar, 751’de Talas Savaşı’nı kazandı.
Böylece Orta Asya’da, Çin hâkimiyetinin kurulması engellenmiştir.
Talas Savaşı sonrasındaki yakınlaşma ile Türkler, Müslümanlığı kabul etmeye
başladı.
Abbasilerin uyguladığı politika gereği Türklere devlet içinde görevler de
verildi.
Bizans’tan gelebilecek tehditleri önlemek için merkezi Antakya olan Avasım
eyaleti kurularak Türklerden oluşan askerî birlikler bu şehirlere
yerleştirilmiştir.
Halife Mu’tasım Bağdat’ın kuzeyinde sadece Türklere ait olan Samarra
şehrini kurdurmuştur.
Türk komutanlar, Halife Mütevekkil‘den
itibaren halifelerin belirlenmesinde bile rol oynadılar.
Bu durum, Şii bir hanedan olan Büveyhilerin Bağdat'ı
ele geçirmesine kadar devam etti.
Bu olaydan sonra Abbasi halifeleri, bütün siyasi ve askerî otoritelerini kaybetti.
Büveyhiler, istediklerini halife yapıyor, istemediklerini de hiçbir
zorlukla karşılaşmadan bertaraf edebiliyorlardı.
Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat'ı kurtararak halifeye dinî
itibarını iade etti.
Halifeler, yarım asır kadar Selçukluların siyasi hâkimiyetleri altında
varlıklarını devam ettirdi.
Başta Bağdat olmak üzere büyük şehirlerde medreseler kuran Selçuklular,
fikrî bakımdan da Şiilerle mücadele etti.
MISIR’DA
KURULAN TÜRK-İSLAM DEVLETLERİ
TOLUNOĞULLARI
DEVLETİ (868-905)
Ahmed b. Tolun tarafından Mısır’da kurulmuş ilk Müslüman Türk devletidir.
Mısır’a naib olarak gönderilen Tolunoğlu Ahmed, Abbasi Devleti’ndeki siyasi
istikrarsızlıktan yararlanarak bağımsızlığını ilan etmiştir.
884’te vefat eden Tolunoğlu Ahmed’in yerine geçen oğlu Humâreveyh zamanında
Tolunoğulları en parlak dönemini yaşamıştır.
Taht kavgaları nedeniyle devletin yıkılış süreci başlamıştır. Mısır’da
karışıklıkların devam ettiği 905 yılında Abbasi ordusu Mısır’a girerek
Tolunoğulları hâkimiyetine son vermiştir.
Tolunoğulları tarafından yaptırılan Tulûniyye Camisi ise Mısır’da Türk
usulü yaptırılan ilk cami olup aynı zamanda minare geleneğini burada başlatan
mimari bir eserdir.
İHŞÎDÎLER
(935-969)
Mısır’da kurulmuş ve Suriye’de hâkimiyet kurmuş Müslüman Türk devletidir.
Bu devletin adı, kurucusu Muhammed b. Tuğç’a verilen “ihşîd” unvanından
gelmektedir.
Muhammed b. Tuğç, 935’te Mısır’a vali olarak tayin edilmiş ve böylece
Mısır’da İhşîdîler Dönemi başlamıştır.
Türkler ilk kez bu dönemde kutsal topraklar (Hicaz bölgesi) üzerinde
hakimiyet kurmuştur.
Fatimiler 969 yılında Fustat'a girmiş ve İhşîdîler Devleti’ne son
vermiştir.
Tolunoğulları ve İhşîdîlerin kısa ömürlü olmasının en büyük sebebi
yöneticilerin Türk, halkın Arap olmasıdır.
EYYUBİLER
(1171-1250)
Mısır’da kurulmuş Orta Doğu, Hicaz,
Yemen ve Kuzey Afrika'da hüküm sürmüş Müslüman Türk devletidir.
Devlet adını hanedanın kurucusu Selahaddin Eyyubi’nin babasından almıştır.
Selahaddin Eyyubi, Zengi Atabeyi Nüreddin Mahmud Zengi’nin en büyük
yardımcılarından ve emirlerinden biri olmuştur.
Fâtımi Devletinde vezirlik yapan Selahaddin Eyyubi Nüreddin Zengi'nin
teşvikiyle 1169-1171 yılları arasında Mısır'daki Fâtımi rejimini yavaş yavaş
etkisiz hâle getirmiştir. Daha sonra Fâtımi hilafetine son vererek Mısır’da
Abbasiler adına 1171’de hutbe okutmuştur.
Nüreddin Zengi’nin ölümü üzerine Selahaddin, 1174’te Suriye'ye hâkim
olmuştur.
Haçlılara karşı başarıyla mücadele eden Selahaddin Eyyubi, 3-4 Temmuz 1187
meydana gelen Hıttin Savaşı’nda Haçlıları büyük bir yenilgiye uğratmış ve
Kudüs’ü fethetmiştir.
Bu zafer III. Haçlı Seferi’nin düzenlenmesine neden olmuştur.
Selahaddin Eyyubi, III. Haçlı Seferi’ne karşı İslam dünyasını başarıyla
savunmuştur.
Mekke ve Medine’ye önem veren Selahaddin Eyyubi, “Hadimü’l- Haremeyn”
(Mekke ve Medine’nin hizmetkarı) unvanını kullanan ilk hükümdar olmuştur.
Selahaddin Eyyubi’nin ölümünden sonra ülkede taht kavgaları ve iç
karışıklıklar yaşanmıştır. Memlûklular etrafında toplanan muhalifler 30 Nisan
1250 tarihinde Sultan Turan Şah’ı öldürmüş ve böylece Mısır’da Eyyübiler Devri
sona ermiştir.
MEMLÛKLULAR
(1250-1517)
Mısır’da kurulmuş ve Suriye ile Hicaz'da hüküm
sürmüş Müslüman Türk devletidir.
Mısır da Eyyubi ordusundaki Türk asıllı azatlı emirler tarafından
kurulan Memlûkluların (Kölemenler) ilk hükümdarı Aybek’tir.
Memlûklular asker olduklarından askerî bir yönetim kurmuşlardı.
Yönetimin başında ve kilit noktalarda yüksek dereceli emirler bulunurdu.
Sultan da bu emirlerden biri olmuştur.
Genel olarak Memlûklularda hükümdarlık babadan oğula geçmezdi.
Sultan Kutuz Dönemi’nde İslam Dünyası’nı tehdit eden Moğollara karşı
1260’da Aynicâlut Savaşı kazanılmış ve Suriye'nin büyük kısmı Memlûkluların
eline geçmiştir.
Böylece Memlûklular, İslam dünyasının en büyük devleti hâline gelmiştir.
İlhanlıların 1258’de Abbasi Devleti’ni ortadan kaldırması
üzerine Sultan I. Baybars, Abbasi ailesinden birini halife ilan
ederek Abbasi hilafetini Mısır’da yeniden kurmuştur.
Böylece hilafetin koruyucusu sıfatıyla bütün İslam dünyası üzerinde nüfuz
sahibi olmuştur.
Sultan Baybars hükümdarlığı döneminde İlhanlılar ve Haçlılarla başarılı
bir şekilde mücadele etmiştir.
Memlûk Devleti, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sonucunda 1517’de sona
ermiştir.
BİLİM MEDENİYETİ
Bedir Savaşı’nda ele geçirilen esirlerden,
Müslümanlara okuma-yazma öğretenlerin serbest bırakılması,
Hz. Muhammed’in eğitime verdiği önemin bir göstergesidir.
Hz. Muhammed’in tıp tahsili için Müslümanları hatta henüz Müslüman olmayanları da o günün en önemli bilim merkezi olan İran’daki Cündişapur’a göndermesi bilime verdiği önemin bir başka kanıtıdır.
Dört Halife Dönemi’nde “küttab” adı verilen ilköğretim seviyesindeki kurumlarda, mescidlerde ve camilerde ilim öğrenimine devam edilmiştir.
İslam dünyasında gerçek anlamıyla ilk kütüphane Emevi halifesi tarafından Şam’da kurulmuştur.
Abbasiler Dönemi’nde, bilgelik ve hikmet evi anlamına gelen Beytü’l-hikme’nin kurulması İslam medeniyetinde bir dönüm noktasıdır.
Bedir Savaşı’nda ele geçirilen esirlerden,
Müslümanlara okuma-yazma öğretenlerin serbest bırakılması,
Hz. Muhammed’in eğitime verdiği önemin bir göstergesidir.
Hz. Muhammed’in tıp tahsili için Müslümanları hatta henüz Müslüman olmayanları da o günün en önemli bilim merkezi olan İran’daki Cündişapur’a göndermesi bilime verdiği önemin bir başka kanıtıdır.
Dört Halife Dönemi’nde “küttab” adı verilen ilköğretim seviyesindeki kurumlarda, mescidlerde ve camilerde ilim öğrenimine devam edilmiştir.
İslam dünyasında gerçek anlamıyla ilk kütüphane Emevi halifesi tarafından Şam’da kurulmuştur.
Abbasiler Dönemi’nde, bilgelik ve hikmet evi anlamına gelen Beytü’l-hikme’nin kurulması İslam medeniyetinde bir dönüm noktasıdır.
Beytü’l-Hikme
Beytü’l-hikme, bir araştırma ve eğitim kurumu olup Abbasi Halifesi
el-Me’mun tarafından kurulmuştur.
Bilgelik evinin en önemli görevleri, dönemin ünlü astronom, matematikçi ve
hekimlerini bir araya getirmek ve bilimin çeşitli alanlarındaki belli başlı
eserleri Arapçaya çevirmektir.
Grekçe, Süryanice, Sanskritçe ve Farsça gibi dillerden tercüme edilen çok
sayıda eser, Hizanetü’l-hikme adı verilen kütüphanede toplanmıştır.
Bu dönemde Beytü’l hikme, Orta Çağ’ın en zengin kütüphanesi ve ilmî
araştırma merkezi hâline gelmiştir.
Suffe
nedir?
İslam devletinin başkenti olan Medine’de Hz. Peygamber’in gündelik hayatını
ve faaliyetlerini sürdürebileceği bir mescit yapılmıştı.
Mescid-i Nebevi adı verilen bu yapı üç bölüme ayrılarak
birinci bölümü Hz. Muhammed’in ailesine,
ikinci bölümü ibadete,
üçüncü bölümü de eğitim ve öğretim faaliyetlerine tahsis edilmiştir.
Eğitim ve öğretim faaliyetleri için ayrılan kısma suffe adı
verilmiştir.
Suffe daha sonraki dönemlerde İslam dünyasındaki ilk medrese olarak kabul
edilmiştir.
İlimlerin
Sınıflandırılması
Aklî ilimler: Felsefe, coğrafya, astronomi, matematik,
tıp gibi ilimlere “Aklî ilimler” denmiştir.
Dinî ilimler-İslami ilimler (Naklî ilimler): İslam’ın en temel iki
kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in Sünnet’ini anlamaya yönelik tefsir,
hadis, fıkıh (hukuk), kelam gibi ilimlerdir.
İslam
Medeniyetinde Âlimler
XII. yüzyıla kadar İslam âlimleri Eski Yunan ve Hintli düşünürlerin
eserlerini incelemiş diğer yandan da bilimde farklı yaklaşım ve metotlar
geliştirmişlerdir.
İslam âlimleri, dogmatizme sapmadan özgürce ve cesaretle ilmî çalışmalarını
sürdürmüştür.
İslam medeniyetinde gelişen bilim ve bilim anlayışı, sadece İslam dünyasını
değil bütün insanlığı aydınlatmıştır.
Avrupa’nın İslam medeniyetinden etkilenmesi Haçlı Seferleri, Akdeniz
ticaretinin gelişmesi, İslam fetihleri, İspanya’da kurulan medreseler, tercüme
faaliyetleri gibi gelişmeler sayesinde olmuştur.
Müslüman bilginlerin eserleri başta Avrupa’nın bilim dili olan Latince
olmak üzere İbranice ve zaman zaman da yerel dillere çevrilmiştir.
Bu çalışmalar Avrupa’da, Rönesans ve Reform hareketlerinin başlamasına
zemin hazırlamıştır.
Müslümanlar, fethettikleri topraklardaki idâri ve fennî kurumlara
dokunmadılar.
İran’ın Müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra Cundişapur Akademisi,
İslam Devleti’nin fen ve tıp merkezi olarak yaşamaya devam etmiştir.
Selçuklu Veziri Nizâmülmülk tarafından kurulan Nizamiye medreseleri birçok
ilim adamı ve mütercimin Bağdat’a akın etmesine sebep olmuştur.
İlk Selçuklu hastanesinin Nişabur’da, Nizâmülmülk tarafından yaptırılan
bîmaristan olduğu bilinmektedir.
İsfahan ve Bağdat’ta Melikşah’ın yaptırmış olduğu rasathanelerde, Ömer
Hayyam ve İsfizârî gibi bilim adamları çalışmıştır.
Ömer Hayyam’ın içinde bulunduğu bir heyet, Melikşah adına
1 Mart 1079’u başlangıç kabul eden Celâli takvimini hazırlamıştır.
Bağdat
ilim havzasında yetişen bazı ilim adamları
Cebirin kurucusu sayılan el-Hârizmî,
İslâm felsefesinin ilk temsilcisi Kindî,
Modern kimyanın kurucusu Cabir,
Astronomi âlimi Ferganî ve el-Belhî
Tabip ve matematikçi el-Harrânî,
Tabip, kimyacı ve filozof er-Râzî
Astronomi âlimi Bettânî,
Matematik, astronomi, coğrafya, jeoloji, eczacılık alanında Bîrûnî
Câhız, İbn Kuteybe ve Müberred gibi edipler.
İslam
kültür havzaları
Endülüs Havzası
Kurtuba Medresesi
Gırnata Medresesi
Alimler:
Endülüslü Zehravi
İbn-i Rüşd
İbn-i Haldun
Bağdat Havzası
Beytü’l-hikme
Nizamiye Medreseleri
Alimler:
El Hârizmî
Kindî
Ferganî
el-Belhî
el-Harrâni
er-Râzî
Bettâni
Horasan Havzası
Nişabur Medresesi
Belh Medresesi
Semerkant Medresesi
Uluğ Bey Rasathanesi
Nişabur Bimaristanı
Alimler:
Ömer Hayyam
İsfizâri
Yusuf Has Hacib
Farabi
İbn-i Sina
İmam Gazali
Farabi
(870-950)
Batı’da Alfarabius, Abunazar gibi isimlerle tanınan Farabi’nin asıl adı
Muhammed’dir.
Kazakistan’da bulunan Farab şehrinde doğduğu için “el-Farabi” olarak
anılmıştır.
Farabi, mantık ilmine katkılarından dolayı Aristo’dan sonra “İkinci
Öğretmen” lakabıyla anılmıştır.
İslam dünyasında siyaset felsefesinden ilk bahseden filozof olan Farabi,
başta İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd olmak üzere hemen hemen bütün önemli Müslüman
filozofları etkilemiştir.
Farabi, müzikte sesleri notalarken logaritmayı icat etmiştir.
Musiki alanındaki eserinde ud ve kanun gibi müzik aletlerinden ilk defa
bahseden kişi Farabi’dir.
İbn-i
Sina (980-1037)
Buhara yakınlarındaki Afşana köyünde doğmuştur.
Fıkıh, kelam, mantık, felsefe, tıp, astronomi, jeoloji ve matematik
ilimlerinde tahsil gören İbn-i Sina, Batı’da Avicenna, İslam âleminde ise Şeyh
el-Reis adıyla anılmıştır.
İbn-i Sina, öğrencisi el-Cüzcanî ile birlikte gözlemevi kurmuş ve bu
gözlemevine ait araç ve gereçleri kendisi çizmiştir.
Ufuk açısını ölçmeye yarayan ve “azimut halkası” adı verilen büyük boyutlu
bir gözlem aleti yaptığı bilinmektedir.
Bu ölçme aracı daha sonra yıldızlar arası açısal uzaklıkları ölçmek üzere
teleskoplara uygulanmıştır.
İbn-i Sina’nın en önemli eseri, tıp alanında yazmış olduğu “el-Kanun
fî’t–Tıb” tır.
Tıp ansiklopedisi niteliğindeki bu eser XIX. Yüzyıla kadar Doğu ve Batı
dünyasında el kitabı olarak kullanılmıştır.
Batı’da; “Tabip olmak İbn-i Sinacı olmaktır.” sözü deyim gibi
kullanılmaktadır.
Şeker hastalığını tespit etmeyi başaran İbn-i Sina, nabız inceleme yöntemiyle
damar ve kalp hastalıklarını belirlemiştir.
İbn-i Sina, akıl hastalıklarının meşguliyet, şok, telkin ve müzik ile
tedavi edilebileceğini belirtmiştir.
Ay’daki büyük kraterlere genellikle bilim tarihinde önemli yeri olan bilim
insanlarının isimlerini vermektedir. Bu isimler arasında yer alan Türk İslam
bilginlerinden biri de İbn-i Sina’dır.
İmam
Gazali (1058-1111)
Gazali, Horasan’ın Tus şehrinde doğmuştur.
Gazali; fıkıh, hadis, akaid, gramer, felsefe gibi ilimlerde eğitim
almıştır.
Gazali’nin hocası olan Cüveynî’ye göre Gazali derin bir denizdir.
Gazali, Nizamiye Medresesi’nde baş müderrislik yapmıştır.
Kişinin kendi mezhebini zihnî ve aklî faaliyetleriyle yine kendisinin
bulması gerektiğini savunan Gazali’ye göre şüphe gerçeğe ulaşmanın tek yoludur.
En ünlü eseri “İhyâü Ulûmi’d-Din” de bozulmuş bir toplumu ıslah etme,
tekrar Kur'an ve Sünnet temelleri üzerine oturtma ve ona asıl İslami
erdemlerini yeniden kazandırmaya çalışmıştır.
Endülüslü
Zehravî (936- 1013)
İslam dünyasının en ünlü cerrahıdır.
Kaleme aldığı el-Tasrif isimli eserinde döneminin cerrahi bilgilerini ve
yeni yöntemleri tanıtmıştır.
Bu eserinde yaraların ateşle dağlanması ve ameliyatlarda kullanılan
aletlerin resimlerine yer vermiştir.
Deney amacıyla hayvanlar üzerinde ve kadavrada çalışmalar yapan
Zehravî’nin, batı cerrahi uygulamalarının gelişmesinde, büyük etkisi olmuştur.
Not: İtalya, İspanya ve Güney Fransa’dan birçok kimse İslam Endülüs
medreselerine tahsile gelmiştir. İslam medreselerinden mezun olanlar, Avrupa’daki
okullarda öğretmen olmuştur.
İbn-i
Rüşd (1126-1198)
Kurtuba’da doğan İbn-i Rüşd, felsefeden tıbba
çeşitli bilim dallarıyla ilgili yaklaşık 94 eser yazmıştır.
Batı’da Averroes adıyla bilinir.
Aristo’nun en büyük yorumcusu olarak kabul edilir.
XII. yüzyıldan itibaren Avrupa’da “Latin İbn-i Rüşdçülük” denilen bir
felsefe ve bilim ekolü oluşmuştur.
Ünlü Astronom Batlamyus’un evren modelini eleştiren İbn-i Rüşd, yeni
gezegen modellerinin oluşturulması gereğini ortaya koymuştur.
Yaptığı gözlemlerle güneş lekelerini ilk defa gözlemleyen bilgindir.
Tıp ve optik alanında da çalışmaları olan İbn-i Rüşd, gözün retina
tabakasının işlevini açıklamıştır.
Ekoller
Müslümanlığı kabul eden kişilerin sorunlarını İslam prensiplerine göre
çözmek için bazı âlimler fikir bildirmiştir.
Mezhep imamı olarak kabul edilen İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafi,
İmam Ahmet b. Hanbel bunlardan bazılarıdır.
Bu şahsiyetler, Müslümanlara Kur’an ve Sünneti, kendi anlayışlarına göre
açıklamıştır.
Mezheplerin ortaya çıkışının nedeni insanidir.
İnanç ve temel ibadetlerde mezhepler arasında fark yoktur.
İslam dünyasında felsefe ve bilimde özellikle IX. Yüzyılın ortalarından
itibaren büyük gelişmeler yaşanmıştır
Müslümanlar farlı görüşlere karşı kendi dinlerini savunma gereği
duymuştur.
Böylece İslam düşüncesinde önemli bir yer tutan Kelam ilmi doğmuştur.
Kelam âlimleri arasında büyük günah işleyen kişinin durumu ve yeri, insanın
davranışlarındaki sorumluluk derecesi, adalet ve Allah’ın sıfatları; münakaşa
konusu olmuştur.
Bu tartışmalar Kaderiye, Cebriye, Mutezile, Meşşaiyye, Eşariye ve
Maturidiye gibi kelami ekollerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
İslam
Medeniyetinde Sanat
Puta tapma geleneği, İslam’ın ilk yıllarında tasvir yasağı koyulmasının ana
nedenlerinden biri olmuştur. Bu yasak ile Tevhit anlayışı, kalıcı hâle
getirilebilmiştir.
Özellikle canlı resme ve heykele hoş bakılmadığı için Müslümanlar arasında
soyut resim diyebileceğimiz, hüsnü-hat, tezhip, ebru, minyatür gibi sanatlar
gelişmiştir.
İslam sanatında doğada mümkün olmayacak şekilde dal, yaprak ve çiçeklerin
tekrarı ile geometrik düzenleme sık sık kullanılmıştır.
Böylece her türlü tezhip ve tezyinat önemli sanat dallarından
olmuştur.
Kur'an-ı Kerim’in kutsallığı ve ona gösterilen saygı, bütünüyle İslam'a
özgü olan hat sanatının doğmasını sağlamıştır.