9. SINIF 5. ünite İslam medeniyetinin doğuşu

HZ. MUHAMMED DÖNEMİ KRONOLOJİSİ

Hz. Muhammed, 571 yılında Mekke şehrinde doğmuştur.
610 Hz. Muhammed’e peygamberliğin gelişi
615 Müslümanların Habeşistan’a hicret etmesi
622 Müslümanların Medine’ye hicret etmesi
622 Medine Sözleşmesi
624 Bedir Savaşı
625 Uhud Savaşı
627 Hendek Savaşı
628 Hudeybiye Barışı
629 Hayber’in Fethi
629 Mute Seferi
630 Mekke’nin Fethi
630 Huneyn Seferi
630 Taif Seferi
631 Tebük Seferi
632 Veda Haccı ve Hz. Muhammed’in vefatı





İSLAMİYET’İN DOĞDUĞU DÖNEMDE 
ARAP YARIMADASI VE ÇEVRESİ

Hz. Muhammed, 571 yılında Arap Yarımadası’nın önemli 
merkezlerinden olan Mekke şehrinde doğmuştur.
Arap Yarımadası; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birbirine yakın olduğu önemli bir noktada bulunmaktadır.
Arabistan toprakları çöllerle kaplı olduğu ve ekonomik getirisi fazla olmadığı için
büyük devletlerin ilgisini çekmemiş ve istilalara uğramamıştır.
Bu dönemde, Arabistan ve çevresinde dönemin iki büyük gücü olan Doğu Roma ve Sasani imparatorlukları hüküm sürmektedir. Bunların dışında Afrika’da, Kızıldeniz’in kıyılarında ise Habeş Krallığı kurulmuştur. 
Türklerin yoğun olarak yaşadığı Orta Asya bölgesinde ise Kök Türk Devleti hüküm sürmektedir. Bu dönemde Türkler ve Araplar, ticari amaçla yaptıkları seyahatlerde karşılaşmıştır.

ARAP TOPLUMU

Arap toplumu; çöllerde göçebe bir hayat süren bedeviler, köyler ve şehirlerde yerleşik bir yaşam tarzına sahip hadari denilen insanlardan oluşmaktadır. 
İslamiyet öncesi Arabistan’da insanlar; hürler, köleler ve mevaliler olmak üzere üç sosyal sınıfa ayrılmıştı. 
Herhangi bir hakka sahip olmayan köle ve cariyeler (kadın köleler) alınıp satılabilir, miras olarak bırakılabilir ve günlük işlerde çalıştırılabilirdi.
Bir köle azat edilirse mevali denilen sınıfa geçmiş olurdu.
Bir erkek çok sayıda kadınla evlenebilir ve eşlerini kolayca boşayabilirdi.
İnsani hakların çoğundan yoksun bırakılan kadınlar, mirastan da pay alamazdı.
Araplar, haram aylar olarak kabul edilen zilkade, zilhicce, muharrem ve recep ayında savaş yapmazlardı. Bu aylarda yapılan savaşlara Ficar Savaşları denilirdi.

İslamiyet’ten önce Arabistan’da; 
Nebatiler, Tedmür, Gassani, Main, Hire, Sebe gibi devletler yaşamıştı. 
Arap Yarımadası’nda siyasi birlik yoktu. Toplum kabilelerden oluşurdu.
Kabilelerin başında “şeyh” veya “seyyid” denilen kabilenin büyüğü bulunurdu.
Kabileler arasında özellikle kan davalarına dayanan savaşlar sık görülürdü.
Arabistan genelinde inanış olarak Putperestlik hâkimdi. 
Bunun yanı sıra Hristiyanlık, Musevilik ve Haniflik (Hz. İbrahim’in dini) dinlerine inananlar da vardı.
İslamiyet öncesi döneme “Cahiliye Dönemi” denmesinin sebebi, insanların okuma-yazma bilmemesi değildir. Medeniyet bakımından geri kalmaları, bilgisizlik ve gaflet içerisinde bulunmaları, putlara tapmaları, kadınlara yönelik kötü tutumları nedeniyle böyle isimlendirilmiştir.

ARABİSTAN YARIMADASI’NDA EKONOMİ

Arabistan Yarımadası’nda ekonomi tarım, 
hayvancılık ve ticaret üzerine kuruluydu.
Başta Mekke olmak üzere yarımada genelinde en belirgin geçim kaynağı ticaretti.
Mekke, İslamiyet öncesinde de dinî bir merkez olduğu için Araplar buraya gelenlerle yoğun bir ticari münasebet kuruyordu.
Günümüzdeki fuarlara benzeyen panayırlar, Arabistan ticaretinde önemli bir yer tutardı. Bu panayırlar, ekonomik hayatın olduğu kadar sosyal hayatın da önemli bir parçasıydı. Özellikle kabileler arasındaki birçok problem buralarda çözülürdü. 
Panayırlarda edebî sohbetler yapılır, şairler en güzel şiirlerini buralarda okurdu. Bu şiirlerden beğenilenler Kâbe’nin duvarına asılırdı.
Hilfu’l-Fudûl: Resûlullâh’ın Câhiliye devrinde tasvîp edip katıldığı tek cemiyet, “Hılfü’l-Fudûl”dür. Çünkü bu bir adâlet cemiyeti idi. Zulüm ve haksızlığa mânî olmak için kurulmuştu. 

İSLAMİYET YAYILIYOR

Hz. Muhammed’e 610 yılında ilk vahiy gönderilmiştir. 
Böylelikle Peygamberlik görevi başlamıştır. 
Mekke müşriklerinin çoğu, daha önceden Muhammed’ül-Emin (güvenilir) lakabını taktıkları Hz. Muhammed’in çağrısına, olumlu karşılık vermemiştir. 
Bunun temel sebebi Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği bu yeni dinin, müşriklerin
mevcut durumlarında köklü değişikliklere sebep olmasıdır.
İslam’ın ilk dönemlerinde kayıtsız kalma, alay etme şeklinde kendini gösteren tepkiler ilerleyen zamanlarda, Müslümanlara yönelik şiddete ve işkencelere dönüşmüştür. 
Müslümanlar bazıları Hz. Peygamber’in izniyle hicret etmişlerdir.
Hz. Muhammed Mekke’de kalarak İslamiyet’i yayma faaliyetlerine devam etmiştir.

AKABE BİATLARI

620 yılında Medine’den Cahiliye Devri adetlerine göre hac vazifesini yapmak ve çevrede kurulan panayırlara katılmak için Mekke’ye gelen bazı kişilerle Akabe denilen mevkiide görüşmüş ve onları İslam’a davet etmiştir.
Bu kişiler İslam’ı kabul etmiş ve Hz. Peygamber’i koruyacaklarına dair biat (söz) vermiştir. 
Medine’ye dönen bu kişiler burada İslam’ı yaymış ve yeni Müslüman olanlarla birlikte 621 ve 622 yıllarında aynı yerde iki kez daha Hz. Muhammed ile görüşmüştür. 
İslam tarihine bu görüşmeler Akabe Biatları olarak geçmiştir.
622 yılında Hz. Muhammed, yanına Hz. Ebu Bekir’i de alarak Medine’ye hicret etmiştir.

İLK TOPLUMSAL SÖZLEŞME

Hz. Muhammed’in hicret ettiği dönemde, Arabistan 
genelinde olduğu gibi Medine’de de karışıklıklar vardır. 
Evs ile Hazrec isimli müşrik Arap kabilelerinin gerek kendi aralarında gerekse
Yahudilerle yaşadıkları çekişmeler yaşamı zorlaştırmaktadır.
Hz. Muhammed önce Müslümanlar arasında muhacir (göçmen) ve ensar (Medineli) arasında kardeşlik ilan etmiştir.
Hz. Peygamber; Medine’deki topluluklarla İslam Devleti’nin ilk yazılı anlaşması olan Medine Sözleşmesi’ni imzalamıştır. Sözleşme genel olarak yargı kuralların titizlikle uygulanmasını temel almıştır.
Medine Sözleşmesi içerik bakımından anayasal özellikler taşımaktadır.
Sözleşme ile Müslümanlar ve gayrimüslimlerin Medine’ye bir saldırı olduğunda, birlikte hareket etmesini karara bağlamıştır.

BEDİR SAVAŞI (624)

Mekkeliler, içinde Medine’ye hicret eden Müslümanların  mallarının da olduğu bir kervanı Şam’a göndermeye karar vermiştir.
Bu ticaretten elde edecekleri gelir ile de Müslümanlarla savaşmayı amaçlamışlardır. Bunu öğrenen Müslümanlar, Şam kervanının yolunu kesmek ve gözdağı vermek için sefer düzenlemiştir.
Bedir Kuyuları önünde yapılan savaşı Müslümanlar kazanmıştır. 
Bedir Savaşı’nda elde edilen ganimetler, savaşa katılanlar arasında paylaştırılmıştır. 
Esirlerin, fakir olup ödeme yapamayacak olanlarından okuma yazma bilenler, on Müslümana okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakılmıştır.


UHUD SAVAŞI (625)

Mekkeli müşrikler, Bedir Savaşı’nın intikamını almak 
ve Müslümanların  denetimine geçen Suriye-Mısır ticaret yolunu 
tekrar ele geçirmek amacıyla Mekkeliler üzerine harekete geçmiştir.
Hz. Peygamber’in ordunun güvenliğini sağlamak için Ayneyn Tepesi’ne yerleştirdiği okçuların yerlerini terk etmesi nedeniyle Müslümanlar bozguna uğramıştır. 
Hz. Peygamber’in yaralandığı bu savaşta, Hz. Hamza şehit olmuştur. 
Savaş sonunda Mekkeli müşrikler tam bir galibiyet kazanamamış ve geri dönmüşlerdir

HENDEK SAVAŞI (627)

Mekkeli müşriklerin Müslümanları son yok etme çabası olan Hendek Savaşı, ismini Medine’nin etrafına hendek kazılarak savunma yapılmasından almıştır. 
Mekkeli müşriklerin Medine’ye yürümesi üzerine Hz. Muhammed çevresindekilerle istişare yapmıştır. Bunun sonucunda Medine etrafına derin bir hendek kazılarak şehir savunması yapılmasına karar verilmiştir.
Müşriklerin kuşatması şiddetli bir fırtına nedeniyle sona ermiş ve müşrikler kuşatmayı kaldırıp Mekke'ye geri dönmüşlerdir.
Bu savaş Müslümanların Mekkelilere karşı son savunma savaşı olmuştur.

HUDEYBİYE ANTLAŞMASI (628)

Müslümanlar hem memleket özlemini gidermek hem de Kâbe'yi tavaf ederek umre ibadetlerini yapmak istemiştir.
Müşrikler ise Müslümanları Mekke'ye sokmamak için kendi aralarında sözleşip tedbirler almıştır. 
Hz. Peygamber geliş amaçlarını bildirmek için Hz. Osman’ı elçi olarak göndermiştir. Fakat Hz. Osman, Mekke'de esir edilmiştir.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, yanındaki sahabelerden Mekkelilere karşı koymak ve Hz. Osman’ı kurtarmak için biat almıştır.
Durumun ciddiyetini anlayan Mekkeliler gönderdikleri bir elçi vasıtası ile Hudeybiye Antlaşması’nı yaptılar.

Bu antlaşmaya göre;
 Müslümanlar, o yıl Mekke'ye giremeyecek ve umre yapamayacaktır. 
Mekkeli bir kimse Hz. Muhammed’in yanına kaçarsa velisinin isteği üzerine geri verilecek, fakat bir müslüman kaçarak Mekke’ye sığınırsa iade edilmeyecektir.
Mekkeliler, Hudeybiye Antlaşması ile Müslümanları resmen tanımıştır.


HAYBER’İN FETHİ (629)

Yahudiler, Şam ticaret yolunu tehdit edip Müslüman ticaret kervanlarına zarar vermeye ve Mekkeli müşrikleri Müslümanlara karşı kışkırtmaya devam etmekteydi. 
Bunun üzerine Hz. Peygamber, Yahudilerin bulunduğu Hayber üzerine bir sefer düzenledi. 
Kale kuşatılarak kısa sürede ele geçirildi.
Bu zaferle Şam ticaret yolunun güvenliği sağlandı.
Müslüman olmayan erkeklerden cizye vergisi alınmaya başlandı.

MUTE SAVAŞI (629)

Hristiyan Gassaniler’i İslam’a davet etmek için  bir elçi gönderilmiş fakat elçi, Gassani valisi tarafından öldürülmüştür. 
Bunun üzerine Hz. Peygamber bir ordu hazırlayarak bölgeye sevk etti. 
Gassani hükümdarı, Bizans’tan yardım istedi. 
Bölgeye gelen Bizans ordusu ile Müslümanlar arasında bir savaş yapıldı.
Mute savaşı Müslümanlarla Bizans arasındaki ilk savaştır.

MEKKE’NİN FETHİ (630)

Hudeybiye Antlaşması gereği taraflar birbirlerinin müttefiklerine saldırmayacaktır. Fakat Mekkeli müşrikler, bu antlaşmaya sadık kalmamışlardır. 
Bunun üzerine Hz. Peygamber ordusuyla Mekke üzerine yürüdü ve kısa sürede kan akıtılmadan fetih tamamlandı.
Hz. Peygamber, ilk olarak genel af ilan etmiş, kimsenin malına dokunulmamış
ve esirler serbest bırakılmıştır.
Mekke’nin Fethi’yle birlikte Kureyş müşriklerinin Hz. Peygamber ve Müslümanlara karşı olan düşmanlığı sona ermiş, Hicaz Bölgesi’nde İslam’ın yayılışının önündeki engeller ortadan kalkmıştır.

HUNEYN SEFERİ (630)

Mekke'nin Müslümanlar tarafından fethi üzerine Taifliler, putperest diğer kabileler ile birleşerek büyük bir ordu hazırlamıştır.
Hz. Peygamber, Huneyn’de toplanmış olan bu ordu üzerine sefere çıkmıştır. 
Yapılan savaşta Müşrikler yenilgiye uğratılmıştır. 
Bu zaferle Arap Yarımadası’ndaki son putperest tehdit de ortadan kalkmıştır.

TEBÜK SEFERİ (631)

Bizans’ın Arabistan üzerine büyük bir sefer düzenleyeceği haberleri üzerine Hz. Muhammed ordusuyla sefere çıkmıştır. 
Fakat Tebük mevkine gelindiğinde haberin asılsız olduğu öğrenilmiştir. 
Arabistan dışına yapılan ilk sefer olma özelliği gösteren Tebük Seferi sırasında
bölgede birçok kabile Müslümanlığı kabul etmiştir.

VEDA HUTBESİ

Hz. Muhammed, vefatına kadar Medine’de yaşamıştır. 
Vefat etmeden önce yapmış olduğu Hac ibadeti sırasında tüm insanlığa seslendiği Veda Hutbesi’ni okumuştur. 
Hz. Muhammed 632 yılında Medine’de vefat etmiş, cenazesi kendi evine defnedilmiş ve burası günümüzde de Mescid-i Nebevi’nin içerisindeki Ravza-i Mutahhara olarak adlandırılmıştır.

DÖRT HALİFE DÖNEMİ (632-661)

Hilafet İslam devletlerinde Hz. Peygamber’den sonraki devlet başkanlığı kurumunu ifade eder. İslam Devleti’nin başkanına ise “Halife” denir
Hz. Muhammed’in vefatıyla İslam Devleti’nin başkanının kim
olacağı sorunu gündeme gelmiştir. Çünkü Hz. Peygamber, kendisinden sonra kimin devlet başkanı olacağını söylememiş, seçimi Müslümanlara bırakmıştır.
632 yılında Hz. Peygamber’in vefatının ardından yapılan görüşmeler neticesinde, Hz. Ebu Bekir halife seçilmiş ve halk ona biat etmiştir.




HZ. EBU BEKİR (632 – 634)

Hz. Ebu Bekir’in halifeliğin ilk zamanlarında 
İslam Devleti içerisinde karışıklıklar yaşanmıştır. 
İslam’dan dönerek devlete isyan eden kabilelerle Ridde Savaşları’nı yapan Hz. Ebu Bekir, bu kişilerin hepsini itaat altına alarak ülke içerisinde birlik ve düzeni sağlamıştır.
Hz. Ebu Bekir Dönemi’nde Arabistan toprakları dışına seferler düzenlenmiştir. 
Suriye’nin fethi sırasında Bizans’la 634 yılında yapılan Ecnâdeyn Savaşı ile Suriye kapıları Müslümanlara açılmıştır.
Hz. Ebu Bekir Dönemi’nde birçok hafız şehit olunca unutulmasını engellemek için Hz. Ebu Bekir ayetleri bir araya toplatmış ve Kur’an-ı Kerim kitap hâline getirilmiştir. 
Böylelikle Kur’an-ı Kerim’in günümüze kadar eksiksiz ve bozulmadan gelmesi sağlanmıştır.

HZ. ÖMER ( 634- 644)

Onun dönemi, fetihlerin yoğunlaştığı bir dönemdir.
636 yılındaki Yermük Savaşı ile Suriye ve Filistin coğrafyasının önemli şehirleri ele geçirilmiş ve 640 yılında bütün Suriye coğrafyası fethedilmiştir. 
Amr bin As komutasındaki İslam orduları Filistin’in fethini tamamlamak için Kudüs’ü kuşatmıştır. Kudüs patriği Hz. Ömer’le görüşerek şehrin anahtarını teslim etmiştir.
Müslümanlar İran’a hâkim olan Sasanilere Köprü Savaşında yenildi. 
Bu savaştan sonra 636 yılında Kâdisiye, bir yıl sonra Celûlâ ve 642’de Nihâvend Savaşları sonucunda Irak ve İran toprakları fethedildi.
Müslümanlar, Hz. Ömer Dönemi’nde Horasan’a kadar olan bölgeyi fethetti ve Türklerle komşu oldu.
Mısır 642 yılında İskenderiye’nin fethi ile tamamen Müslümanların eline geçti.

Hz. Ömer’in halifelik dönemi İslam Devleti’nin teşkilatlandığı dönem olmuştur.
Ülke toprakları yönetim birimlerine ayrılarak illere valiler atanmıştır. 
Toplanan vergiler sistemli hâle getirilmiş ve İslam Devleti’nin hazinesi yani Beytü’l-mâl oluşturulmuştur.
İslam tarihinde ilk düzenli ordu ve ordugâh şehirler kurulmuştur. 
Askerî ikta sisteminin temelleri atılmıştır. 
Merkezle taşra irtibatını sağlayabilmek için posta evleri inşa edilmiştir.
Hz. Ömer zamanında Hicret (622) başlangıç kabul edilerek ilk hicrî takvim düzenlenmiştir.
Hz. Ömer, 644 yılında İranlı bir köle tarafından şehit edilmiştir.

HZ. OSMAN (644- 656)

Hz. Ömer, 644 yılında şehit edilmesi üzerine 
şûra tarafından Hz. Osman halife seçilmiştir.
Horasan ve Azerbaycan ele geçirildi.
Suriye Valisi Muaviye, Anadolu’da Kayseri’ye kadar sefer düzenlemiş ve kurulan
donanma ile 649’da Kıbrıs’ı fethetmiştir. 
Bu donanma Doğu Roma ile savaşarak Zâtü’s-savârî denilen ilk deniz zaferini
kazanmıştır. 
Hz. Osman Dönemi’nde Kuzey Afrika topraklarına da seferler yapılarak Tunus ele geçirilmiştir. Bölgedeki Berberiler arasında İslam hızla yayılmıştır.
Hz. Osman Devri’nde Kur’an nüshası çoğaltılmış diğer İslam ülkelerine gönderilmiştir.


İSLAM DÜNYASINDA İLK AYRILIKLAR

Hz. Osman Dönemi’nde fetih hareketlerinin yavaşlamasıyla ekonomik ve sosyal sorunların baş gösterdiği karışıklıklar dönemi başlamıştır.
Ekonomik sıkıntıları ortadan kaldırmak isteyen Hz. Osman, Hz. Ömer zamanında halka bağlanan maaşları kesmek zorunda kalmıştır.
Hz. Osman’ın yapmış olduğu tayinlerde, kendi kabilesi ve ileride Emeviler Devleti’ni kuracak olan Ümeyyeoğullarına ayrıcalık tanıdığı iddiaları halkta tepkileri artırmıştır.
Kûfe ve Mısır bölgelerinde isyanlar çıkmaya başladı. 
İsyanın elebaşları Medine'ye gelerek Hz. Osman’ı, evinde şehit etmiştir.
İşlenen cinayet ile Müslüman toplum içerisinde ilk fitne hareketi başlamıştır.

HZ. ALİ (656- 661)


İlk icraat olarak Hz. Osman zamanındaki olaylara sebep 
olduklarını düşündüğü valileri görevlerinden alıp yerlerine yenilerini atamıştır.
İslam Devleti içinde parçalanmaların yaşanabileceğini düşünerek suçluları cezalandırma konusunda acele etmemiş ve titiz davranmıştır.
Hz. Peygamber’in eşi Hz. Ayşe ve çevresindekiler, Hz. Osman’ın katillerinin bir an önce bulunup cezalandırılmasını istemişlerdir.
Sahabelerden bir kısmı Hz. Ayşe’nin safına geçerek bir güç oluşturmuştur. Hz. Ali, oluşturduğu kuvvetle Hz. Ayşe ve ordusunun peşinden Kûfe’ye gitmiştir.
Hz. Osman’ın katledilmesinden sorumlu olanlar, kendilerinin cezalandırılacağını anlamış ve beklenmedik bir anda saldırıya geçerek savaşı başlatmışlardır.
Mücadelede Hz. Ali taraftarları üstün gelmiş ve Hz. Ayşe savaştan sonra Medine'ye gönderilmiştir. Hz. Ayşe’nin devesinin etrafında cereyan etmesi dolayısıyla bu savaşa İslam tarihinde “Cemel (Deve) Vakası” denmiştir.

SIFFİN SAVAŞ 657

Cemel (Deve) Vakasından sonra Muaviye, Hz. Osman’ın katillerinin bulunmamasını gerekçe göstererek ayaklandı. 
Yapılan savaşta Hz. Ali’nin kuvvetleri, Muaviye’ye üstünlük sağladı.
Bu esnada Amr bin As’ın tavsiyesi ile Muaviye bir savaş hilesine başvurdu.
Mızraklarının uçlarına Kur’an sayfalarını takarak “Ey Iraklılar! Savaşı bırakalım, aramızda Allah’ın kitabı hakem olsun!” diye bağırmaya başladılar.
Hz. Ali, sorunun çözülmesi için hakem heyeti kurulmasını kabul etti.
Hakemlerin görüşmeleri sonrasında alınan karara uymayan Amr b. As, siyasi bir manevrayla halifeliği Muaviye’ye verdiyse de Hz. Ali, buna razı olmamış ve mücadeleye devam etmişti.

Sıffin Savaşı’ndan sonra hakem tayin edilmesini kabul etmeyip Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan üçüncü bir grup daha ortaya çıkmıştır. 
Bunlar, İslam Devleti adına büyük bir sorun oluşturan Haricilerdir. 
Hakem Olayı ardından Müslümanlar, 3 siyasal gruba ayrılmıştır. Şiiler, Sünniler ve  Hariciler.
Bu olaylardan kısa süre sonra Haricilerden bir kişi, Hz. Ali’yi sabah namazını kıldığı sırada şehit etti

EMEVİLER (661- 750)

Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra oğlu Hz. Hasan halife 
olarak kısa bir süre İslam topraklarının bir kısmını yönetti.
Ancak Muaviye’nin güçlü bir ordu kurup geniş topraklara hükmetmesi
 pek çok Müslüman’ın onun halifeliğini kabul etmesine neden oldu. 
Hz. Hasan gerek savaş yorgunu adamlarına güvenemediğinden gerekse Müslümanlar arasında daha fazla kargaşa olmasını istemediğinden 661 yılında Muaviye’nin halifeliğini kabul etti. 
Böylece halifelik, Emevi Hanedanlığı’na geçmiş oldu.

Muaviye, Kureyş kabilesinin Ümeyyeoğulları veya Emeviler koluna mensup olduğu için devlet, Emevi Devleti olarak adlandırılmıştır.
Muaviye, halifeliği kabilecilik anlayışı ve kılıç kuvvetiyle kazanmış ve daha sonra saltanata dönüştürmüştür.
Emevi orduları Türkistan yönündeki fetihlerde bulunmuştur.
İstanbul kuşatılmış ancak sonuç alınamamıştır. Meşhur sahabe Eyyup el Ensari bu kuşatmada hastalanarak vefat etmiştir.
Rodos, Sakız gibi adalar alınmıştır.

Emevilerde Muaviye zamanında, toplanan bir şûranın aldığı karar doğrultusunda oğlu Yezid, İslam tarihinde ilk defa veliaht tayin edilmiş babasının ölümünden sonra da halife olmuştur.
Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin de Yezid’e bağlılığını bildirmemiş ve Kerbela denilen yerde ailesi ve akrabalarıyla birlikte şehit edilmiştir. 
Bu acı olay Müslümanları çok üzmüş ve Yezid ile Emevi hanedanlığına karşı toplumda bir tepki oluşmuştur. 
Bu olay, iki taraf arasındaki (Şia-Sünni) tarihî sınırın kesin çizgisi olmuştur.
Emeviler Dönemi’nde siyasi çekişmeler neredeyse hiç bitmemiştir. Ancak sekizinci Emevi halifesi olan Ömer bin Abdülaziz Dönemi farklıdır. 
Bu dönemde mevalilerden alınan cizye vergisi kaldırılarak ayrımcılığa son verilmiş ve toplumun her kesimini kucaklayan bir yönetim sergilenmiştir. 
Bu yüzden Ömer bin Abdülaziz’e ilk dört halifenin yönetim anlayışına benzer bir yönetim sergilediği için beşinci halife denmiştir.
Halife Abdülmelik döneminde Arapça resmi dil olarak 
ilan edildi ilk İslam parası bu dönemde bastırıldı. 
I. Velid’in halifeliği döneminde Horasan Valisi Kuteybe bin Müslim, Maveraünnehir Bölgesi’nde pek çok şehri fethetmiştir.
Buhara, Semerkand ve Harezm gibi önemli Türk şehirleri onun zamanında Emevi hâkimiyetine girmiştir. 
Fakat Emevilerin uyguladığı politikalar nedeniyle bu dönemde İslamiyet Türkler arasında yayılmamıştır.
İspanya’ya gönderilen Tarık bin Ziyad, Gotları mağlup etmiş (Kadiks Savaşı 711) ve belirli aralıklarla yapılan seferlerle bütün İspanya fethedilmiştir. 
Emevilerin, Avrupa kıtasındaki ilerlemeleri 732 yılında Franklarla yapılan Puvatya (Poitiers veya Puvatiye) Savaşı’nda İslam ordusunun yenilmesiyle Prene Dağları’nda son bulmuştur.

EMEVİLERİN YIKILIŞI (750)


Zamanla hanedan üyeleri arasındaki iktidar mücadeleleri ve uygulanan politikalardan memnum olmayan halkın isyanlarıyla Emevi Devleti zayıflamış ve Abbasilerin isyanıyla da yıkılmıştır.
Emevilerin yıkılma nedenleri:
Son dönemdeki halifelerin kötü yönetimi, 
Hanedan üyeleri arasındaki mücadeleler, 
Toplumdaki kabilecilik anlayışı, 
Kerbela Olayı’ndan ötürü halkın bir kısmında Emevi ailesine karşı oluşan nefret 

Arap olmayan unsurların dışlandığı mevali politikası.

MEVALİ NEDİR?

Azad edilmiş köle anlamına gelen mevali tabiri; ilk İslam fetihlerinden sonra kendi arzularıyla Müslüman olan ve çoğunluğunu Türkler, İranlılar, Berberiler ve Kıptiler’in oluşturduğu Arap olmayan Müslümanlar için de kullanılır. 
Emeviler Dönemi’nde mevalilerden fazla vergi alınmıştır. 

Bu yüzden Emeviler Dönemi’nde topraklar çok genişlese de İslam’ın diğer milletlerce kabulü aynı oranda olmamıştır.

ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ (756- 1031)

Emevilerden sonra Abbasi Devleti, Endülüs topraklarını 
merkezden gönderdiği valilerince yönetmeye başlamıştır. 
Ancak 756 yılında Emevi ailesine mensup Abdurrahman bin Muaviye Kurtuba’ya gelmiş ve yönetimi devralmıştır. Böylece Emevi Devleti kurulmuştur. 
Endülüs Emevileri günümüzdeki bütün İspanya ve Portekiz topraklarına hâkim olmuştur.
Emevi Devleti’nin iç sıkıntılar yaşadığı dönemlerde Hristiyan İspanyol krallıklarının saldırılarıyla devlet topraklarının bir kısmını kaybetmiş ve daha sonra yıkılmıştır.

ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ SONRASI İSPANYA

Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılmasından sonra İspanya’da; 
Bağımsız Emirlikler Dönemi (1031-1091), Murâbıtlar Dönemi
 (1091-1147), Muvahhidler Dönemi (1147-1229) ve en sonunda Beni Ahmer Devleti Dönemi (1238-1492) yaşanmıştır.
1469’da Kastilya Kraliçesi Isabella (İsabela) ile Aragon Kralı Ferdinand (Ferdinan) evlenmiştir. 10 yıl sonra bu iki krallık birleşmişler ve 1492 yılında Beni Ahmer Devleti’ni yıkmışlardır.
Bölgedeki Müslümanlar zorla Hristiyanlaştırılmaya çalışılmıştır. 
Hristiyanlığı kabul etmeyen halk, 1492 yılından itibaren başta Kuzey Afrika olmak üzere değişik coğrafyalara göç etmek zorunda kalmıştır. 
Bu göçler esnasında buradaki Müslüman ve Yahudilere, Osmanlı Devleti’nin büyük yardımları olmuştur.

ENDÜLÜS MEDENİYETİ VE BATI

Endülüs, Müslümanlar idaresinde yüksek ve parlak  bir medeniyetin doğuşuna beşiklik etmiştir. 
Aynı dönemde Batı’da akli faaliyetlerin yasaklanması nedeniyle karanlık bir dönem yaşamış ve Batılılar, Müslümanların kültürel gelişmesini fark edememiştir.
Hristiyanlar ancak Haçlı Seferleri’yle birlikte İslam medeniyetini yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Batılılar, Arapça eserleri kendi dillerine tercüme etmeye başlamıştır.
XII. yüzyılın başlarında Tuleytula başpiskoposunun Bağdat'taki Beytü’l-hikme’ye benzer bir müessese kurmasıyla tercüme faaliyetleri sistemli hale geldi.
Orta Çağ Avrupası bu sayede eski Yunan felsefesini ve özellikle Aristo’yu tanıma
imkânını bulmuştur. Böylece Avrupa’da bir zihin inkılabı meydana gelmiştir.

İbn-i Rüşd; Aristo üzerine yazdığı şerhlerden başka 
“Tehafütü Tehafüti'l-felâsife” adlı eseriyle Avrupa'da 
itibar edilen bir filozof hâline gelmiştir. 
Eserleri, Paris Üniversitesinde ve öteki akademik kurumlarda okutulan kitaplar arasına girmiştir.
Yahudi ve Hristiyan ilahiyat çevrelerine etki eden Musa b. Meymun ve İbn-i Bacce; Albert Magnus (Albırt Megnıs), Spinoza (Sipinoza) ve hatta lmmanual Kant (İmanuel Kant) gibi Avrupalı bilim insanlarını etkilemiştir. 
Tıp alanında yapılan tercümeler sayesinde, XII. yüzyıla kadar Avrupa’da hâkim olan batıl anlayış, yerini modern anlamda tedavi usullerine bırakmıştır.
Pirinç, şeker kamışı ve pamuğu İspanya'ya ve dolayısıyla öteki Avrupa ülkelerine ilk tanıtanlar Endülüs Müslümanlarıdır. 
Suyun buharlaşarak azalmasını önlemek için yer altından kanallarla naklîni İspanya'da ilk defa Müslümanlar uygulamıştır.

İslam mimarisi fethedilen yerleri etkilemiş ve buradaki mimariden de etkilenmiştir. 
Kurtuba Camisi ve El Hamra sarayı günümüze kalan önemli mimari eserlerdendir.
XII. yüzyıldan itibaren bazı İspanyol ve Portekiz krallarının yaptırdıkları saraylar, Kurtuba'daki sarayların adeta birer kopyasıdır. 
Kitabeleri bile Arapça yazılmış olan bu saraylara, Sevilla Alkazar'ı en güzel örnektir.

ABBASİ DEVLETİ VE TÜRKLER

Abbasilerde Sosyal Hayat ve Devlet Teşkilatı
Abbasi Devlet Teşkilatında Türkler
Mısır’da Kurulan Türk-İslam Devletleri
Tolunoğulları Devleti (868-905)
İhşîdîler (935-969)
Eyyubiler (1171-1250)

Memlûklular (1250-1517)


ABBASİ DEVLETİ (750- 1258)

Abbasilerin Emevilere karşı başlattıkları isyan başarıya
 ulaşmış ve Ebü'l-Abbas, Kûfe’de halife ilan edilmiştir. 
Abbasiler, ikinci halifeleri Ebu Ca'fer el-Mansur zamanında Bağdat şehrini kurarak burayı devletin merkezi hâline getirmiştir.
Halife Mansur Dönemi’nde, Arap ve mevali arasındaki fark ortadan kalkmıştır ve İranlılar, devlet içinde etkin hâle gelmiştir.
Abbasi halifeleri, Sasanilerin yönetim yapısını örnek alarak vezirlik kurumunu kurmuştur.
Abbasi Devleti, Harun Reşid zamanında en parlak günlerini yaşamıştır.
Abbasiler, her ne kadar geniş topraklara hükmedip kültürel alanda gelişmiş olsa da ilk yıllardan itibaren devletten kopmalar başlamıştır.
Endülüs Emevileri’nin bağımsızlığını kazanmasından sonra 
Fas'ta İdrisiler, 
Tunus'ta Ağlebiler gibi bağımsız ve yarı bağımsız devletler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Tolunoğulları ve 935-969 yılları arasında İhşidler gibi Türk devletleri, Mısır ve Suriye'ye hâkim olarak batıdaki Abbasi sınırını daraltmışlardır.
Maveraünnehir'de Samaniler, Horasan'da Tahiriler halifeye bağlı olmakla beraber iç ve dış işlerinde tamamen bağımsız hareket etmemiştir.

ABBASİ DEVLETİNİN YIKILIŞI

Abbasiler, bütün olumsuzluklara rağmen siyasi yaşamını 1258 yılına kadar devam ettirmiştir.
Bu tarihte Cengiz Han’ın torunu Hülagü, Bağdat şehrini işgal ederek Abbasi Devleti’ne son verdi. 
Abbasi ailesinden el- Müstansır, Memlûk Sultanı Baybars tarafından Kahire’de halife ilan edilmiştir. 
Böylece halifelik makamı, 1517’de Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim’in Memlûkluları ortadan kaldırmasına kadar Abbasi ailesinde kalmıştır.

ABBASİLERDE SOSYAL HAYAT VE DEVLET TEŞKİLATI

Abbasilerde, İslam toplumu genel olarak havas ve avam denilen iki tabakadan oluşuyordu. 
Halifenin yakınları, vezirler, emirler, kadılar, âlim ve kâtipler havas tabakasında iken 
esnaf ve sanatkârlar, çiftçiler, askerler, köleler ve diğer gruplar da avam tabakasına mensuptu. 
Sosyal sınıflardan biri de zimmi denilen Yahudi ve Hristiyanlardan oluşan gruptu.
Talas Savaşı’nda ele geçen Çinli esirler arasında İslam dünyasında kâğıt yapımını başlatacak ustalar bulunuyordu. 
Bu esirler 756 yılında Semerkant’ta kâğıt imalathanesi kurdular. 
Avrupa’da ise kâğıt imalatına ancak XIII. yüzyıldan itibaren başlanmıştır.

Abbasi şehirlerinde asayiş, şurta teşkilatı tarafından sağlanırdı.
Halifelerin siyasi otoritelerinin zayıflaması üzerine devlet erkânı arasında ortaya çıkan iktidar mücadelesine son vermek maksadıyla kurulan kuruma Emirü’l-ümeralık deniyordu. 
Bu kurumun başındaki kişi olan Emirü’l-ümera, geniş yetkilere sahip olduğundan hutbe ve sikkelerde halifenin isminden sonra geçmekteydi. 
Harun Reşid Devri’nden itibaren ise kadılkudatlık (başkadılık) makamı kuruldu
Abbasiler Devri’nde siyasi, iktisadi ve dinî sebeplere dayanan isyanlara sık sık rastlanmaktadır. 
İsyan hareketinin altında milliyetçilik düşüncesinden daha çok özellikle İran kökenli dinî ideoloji  (eski İran dinlerini canlandırma) yatıyordu. 
Bu isyanları bastırmak için Divanü’z-zenadıka adlı bir müessese kurulmuştur.

ABBASİ DEVLETİNDE DİVANLAR

Abbasiler, devlet işlerini görüşmek için farklı divanlar kurmuştur.
Devletin mali işlerine Divân-ü Beytü’l-mâl, 
Askerî işlere Divanü’l-ceyş, 
Resmî yazışmalara Divan’ı-tevki, 
Posta ve gizli istihbarat hizmetlerine Divanü’l-berid, 
İdari haksızlıklara ve adli hatalara Divan’ı-mezalim bakardı.

ABBASİ DEVLET TEŞKİLATINDA TÜRKLER

747 yılında büyük bir ordu ile batıya doğru ilerlemeye başlayan Çin’in, Orta Asya’daki sert tutumu Türklerin Müslümanlara yakınlaşmasını sağladı.
Türklerin desteğini alan Müslüman Araplar, 751’de Talas Savaşı’nı kazandı.
Böylece Orta Asya’da, Çin hâkimiyetinin kurulması engellenmiştir.
Talas Savaşı sonrasındaki yakınlaşma ile Türkler, Müslümanlığı kabul etmeye başladı.
Abbasilerin uyguladığı politika gereği Türklere devlet içinde görevler de verildi.
Bizans’tan gelebilecek tehditleri önlemek için merkezi Antakya olan Avasım eyaleti kurularak Türklerden oluşan askerî birlikler bu şehirlere yerleştirilmiştir.
Halife Mu’tasım Bağdat’ın kuzeyinde sadece Türklere ait olan Samarra şehrini kurdurmuştur.

Türk komutanlar, Halife Mütevekkil‘den 
itibaren halifelerin belirlenmesinde bile rol oynadılar. 
Bu durum, Şii bir hanedan olan Büveyhilerin Bağdat'ı 
ele geçirmesine kadar devam etti.
Bu olaydan sonra Abbasi halifeleri, bütün siyasi ve askerî otoritelerini kaybetti. 
Büveyhiler, istediklerini halife yapıyor, istemediklerini de hiçbir zorlukla karşılaşmadan bertaraf edebiliyorlardı.
Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat'ı kurtararak halifeye dinî itibarını iade etti.
Halifeler, yarım asır kadar Selçukluların siyasi hâkimiyetleri altında varlıklarını devam ettirdi.
Başta Bağdat olmak üzere büyük şehirlerde medreseler kuran Selçuklular, fikrî bakımdan da Şiilerle mücadele etti.

MISIR’DA KURULAN TÜRK-İSLAM DEVLETLERİ

TOLUNOĞULLARI DEVLETİ (868-905)

Ahmed b. Tolun tarafından Mısır’da kurulmuş ilk Müslüman Türk devletidir.
Mısır’a naib olarak gönderilen Tolunoğlu Ahmed, Abbasi Devleti’ndeki siyasi istikrarsızlıktan yararlanarak bağımsızlığını ilan etmiştir.
884’te vefat eden Tolunoğlu Ahmed’in yerine geçen oğlu Humâreveyh zamanında Tolunoğulları en parlak dönemini yaşamıştır.
Taht kavgaları nedeniyle devletin yıkılış süreci başlamıştır. Mısır’da karışıklıkların devam ettiği 905 yılında Abbasi ordusu Mısır’a girerek Tolunoğulları hâkimiyetine son vermiştir. 
Tolunoğulları tarafından yaptırılan Tulûniyye Camisi ise Mısır’da Türk usulü yaptırılan ilk cami olup aynı zamanda minare geleneğini burada başlatan mimari bir eserdir.

İHŞÎDÎLER (935-969)

Mısır’da kurulmuş ve Suriye’de hâkimiyet kurmuş Müslüman Türk devletidir.
Bu devletin adı, kurucusu Muhammed b. Tuğç’a verilen “ihşîd” unvanından gelmektedir. 
Muhammed b. Tuğç, 935’te Mısır’a vali olarak tayin edilmiş ve böylece Mısır’da İhşîdîler Dönemi başlamıştır.
Türkler ilk kez bu dönemde kutsal topraklar (Hicaz bölgesi) üzerinde hakimiyet kurmuştur.
Fatimiler 969 yılında Fustat'a girmiş ve İhşîdîler Devleti’ne son vermiştir.
Tolunoğulları ve İhşîdîlerin kısa ömürlü olmasının en büyük sebebi yöneticilerin Türk, halkın Arap olmasıdır. 

EYYUBİLER (1171-1250)

Mısır’da kurulmuş Orta Doğu, Hicaz, 
Yemen ve Kuzey Afrika'da hüküm sürmüş Müslüman Türk devletidir. 
Devlet adını hanedanın kurucusu Selahaddin Eyyubi’nin babasından almıştır.
Selahaddin Eyyubi, Zengi Atabeyi Nüreddin Mahmud Zengi’nin en büyük yardımcılarından ve emirlerinden biri olmuştur.
Fâtımi Devletinde vezirlik yapan Selahaddin Eyyubi Nüreddin Zengi'nin teşvikiyle 1169-1171 yılları arasında Mısır'daki Fâtımi rejimini yavaş yavaş etkisiz hâle getirmiştir. Daha sonra Fâtımi hilafetine son vererek Mısır’da Abbasiler adına 1171’de hutbe okutmuştur.
Nüreddin Zengi’nin ölümü üzerine Selahaddin, 1174’te Suriye'ye hâkim olmuştur.

Haçlılara karşı başarıyla mücadele eden Selahaddin Eyyubi, 3-4 Temmuz 1187 meydana gelen Hıttin Savaşı’nda Haçlıları büyük bir yenilgiye uğratmış ve Kudüs’ü fethetmiştir. 
Bu zafer III. Haçlı Seferi’nin düzenlenmesine neden olmuştur. 
Selahaddin Eyyubi, III. Haçlı Seferi’ne karşı İslam dünyasını başarıyla savunmuştur.
Mekke ve Medine’ye önem veren Selahaddin Eyyubi, “Hadimü’l- Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkarı) unvanını kullanan ilk hükümdar olmuştur.
Selahaddin Eyyubi’nin ölümünden sonra ülkede taht kavgaları ve iç karışıklıklar yaşanmıştır. Memlûklular etrafında toplanan muhalifler 30 Nisan 1250 tarihinde Sultan Turan Şah’ı öldürmüş ve böylece Mısır’da Eyyübiler Devri sona ermiştir.

MEMLÛKLULAR (1250-1517)

Mısır’da kurulmuş ve Suriye ile Hicaz'da hüküm 
sürmüş Müslüman Türk devletidir. 
Mısır da Eyyubi ordusundaki Türk asıllı azatlı emirler tarafından 
kurulan Memlûkluların (Kölemenler) ilk hükümdarı Aybek’tir. 
Memlûklular asker olduklarından askerî bir yönetim kurmuşlardı.
Yönetimin başında ve kilit noktalarda yüksek dereceli emirler bulunurdu. Sultan da bu emirlerden biri olmuştur. 
Genel olarak Memlûklularda hükümdarlık babadan oğula geçmezdi.
Sultan Kutuz Dönemi’nde İslam Dünyası’nı tehdit eden Moğollara karşı 1260’da Aynicâlut Savaşı kazanılmış ve Suriye'nin büyük kısmı Memlûkluların eline geçmiştir. 
Böylece Memlûklular, İslam dünyasının en büyük devleti hâline gelmiştir.

İlhanlıların 1258’de Abbasi Devleti’ni ortadan kaldırması 
üzerine Sultan I. Baybars, Abbasi ailesinden birini halife ilan 
ederek Abbasi hilafetini Mısır’da yeniden kurmuştur. 
Böylece hilafetin koruyucusu sıfatıyla bütün İslam dünyası üzerinde nüfuz sahibi olmuştur. 
Sultan Baybars hükümdarlığı döneminde İlhanlılar ve Haçlılarla başarılı
bir şekilde mücadele etmiştir. 
Memlûk Devleti, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sonucunda 1517’de sona ermiştir.

BİLİM MEDENİYETİ
Bedir Savaşı’nda ele geçirilen esirlerden, 
Müslümanlara okuma-yazma öğretenlerin serbest bırakılması, 
Hz. Muhammed’in eğitime verdiği önemin bir göstergesidir. 
Hz. Muhammed’in tıp tahsili için Müslümanları hatta henüz Müslüman olmayanları da o günün en önemli bilim merkezi olan İran’daki Cündişapur’a göndermesi bilime verdiği önemin bir başka kanıtıdır.
Dört Halife Dönemi’nde “küttab” adı verilen ilköğretim seviyesindeki kurumlarda, mescidlerde ve camilerde ilim öğrenimine devam edilmiştir.
İslam dünyasında gerçek anlamıyla ilk kütüphane Emevi halifesi tarafından Şam’da kurulmuştur.

Abbasiler Dönemi’nde, bilgelik ve hikmet evi anlamına gelen Beytü’l-hikme’nin kurulması İslam medeniyetinde bir dönüm noktasıdır.

Beytü’l-Hikme


Beytü’l-hikme, bir araştırma ve eğitim kurumu olup Abbasi Halifesi el-Me’mun tarafından kurulmuştur. 
Bilgelik evinin en önemli görevleri, dönemin ünlü astronom, matematikçi ve hekimlerini bir araya getirmek ve bilimin çeşitli alanlarındaki belli başlı eserleri Arapçaya çevirmektir. 
Grekçe, Süryanice, Sanskritçe ve Farsça gibi dillerden tercüme edilen çok sayıda eser, Hizanetü’l-hikme adı verilen kütüphanede toplanmıştır.
Bu dönemde Beytü’l hikme, Orta Çağ’ın en zengin kütüphanesi ve ilmî araştırma merkezi hâline gelmiştir.

Suffe nedir?


İslam devletinin başkenti olan Medine’de Hz. Peygamber’in gündelik hayatını ve faaliyetlerini sürdürebileceği bir mescit yapılmıştı. 
Mescid-i Nebevi adı verilen bu yapı üç bölüme ayrılarak
birinci bölümü Hz. Muhammed’in ailesine, 
ikinci bölümü ibadete, 
üçüncü bölümü de eğitim ve öğretim faaliyetlerine tahsis edilmiştir. 
Eğitim ve öğretim faaliyetleri için ayrılan kısma suffe adı verilmiştir. 
Suffe daha sonraki dönemlerde İslam dünyasındaki ilk medrese olarak kabul edilmiştir.

İlimlerin Sınıflandırılması


Aklî ilimler: Felsefe, coğrafya, astronomi, matematik, tıp gibi ilimlere “Aklî ilimler” denmiştir.
Dinî ilimler-İslami ilimler (Naklî ilimler): İslam’ın en temel iki kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in Sünnet’ini anlamaya yönelik tefsir, hadis, fıkıh (hukuk), kelam gibi ilimlerdir.

İslam Medeniyetinde Âlimler


XII. yüzyıla kadar İslam âlimleri Eski Yunan ve Hintli düşünürlerin eserlerini incelemiş diğer yandan da bilimde farklı yaklaşım ve metotlar geliştirmişlerdir.
İslam âlimleri, dogmatizme sapmadan özgürce ve cesaretle ilmî çalışmalarını sürdürmüştür.
İslam medeniyetinde gelişen bilim ve bilim anlayışı, sadece İslam dünyasını değil bütün insanlığı aydınlatmıştır. 
Avrupa’nın İslam medeniyetinden etkilenmesi Haçlı Seferleri, Akdeniz ticaretinin gelişmesi, İslam fetihleri, İspanya’da kurulan medreseler, tercüme faaliyetleri gibi gelişmeler sayesinde olmuştur.
Müslüman bilginlerin eserleri başta Avrupa’nın bilim dili olan Latince olmak üzere İbranice ve zaman zaman da yerel dillere çevrilmiştir. 
Bu çalışmalar Avrupa’da, Rönesans ve Reform hareketlerinin başlamasına zemin hazırlamıştır.

Müslümanlar, fethettikleri topraklardaki idâri ve fennî kurumlara dokunmadılar. 
İran’ın Müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra Cundişapur Akademisi, İslam Devleti’nin fen ve tıp merkezi olarak yaşamaya devam etmiştir.
Selçuklu Veziri Nizâmülmülk tarafından kurulan Nizamiye medreseleri birçok ilim adamı ve mütercimin Bağdat’a akın etmesine sebep olmuştur.
İlk Selçuklu hastanesinin Nişabur’da, Nizâmülmülk tarafından yaptırılan bîmaristan olduğu bilinmektedir.
İsfahan ve Bağdat’ta Melikşah’ın yaptırmış olduğu rasathanelerde, Ömer Hayyam ve İsfizârî gibi bilim adamları çalışmıştır. 
Ömer Hayyam’ın içinde bulunduğu bir heyet, Melikşah adına 
1 Mart 1079’u başlangıç kabul eden Celâli takvimini hazırlamıştır.



Bağdat ilim havzasında yetişen bazı ilim adamları


Cebirin kurucusu sayılan el-Hârizmî, 
İslâm felsefesinin ilk temsilcisi Kindî, 
Modern kimyanın kurucusu Cabir,
Astronomi âlimi Ferganî ve el-Belhî 
Tabip ve matematikçi el-Harrânî, 
Tabip, kimyacı ve filozof er-Râzî 
Astronomi âlimi Bettânî, 
Matematik, astronomi, coğrafya, jeoloji, eczacılık alanında  Bîrûnî
Câhız, İbn Kuteybe ve Müberred gibi edipler.

İslam kültür havzaları

Endülüs Havzası
Kurtuba Medresesi
Gırnata Medresesi

Alimler:
Endülüslü Zehravi
İbn-i Rüşd
İbn-i Haldun

Bağdat Havzası


Beytü’l-hikme
Nizamiye Medreseleri

Alimler:
El Hârizmî
Kindî
Ferganî
el-Belhî
el-Harrâni
er-Râzî
Bettâni

Horasan Havzası
Nişabur Medresesi
Belh Medresesi
Semerkant Medresesi
Uluğ Bey Rasathanesi
Nişabur Bimaristanı

Alimler:
Ömer Hayyam
İsfizâri
Yusuf Has Hacib
Farabi
İbn-i Sina
İmam Gazali



Farabi (870-950)

Batı’da Alfarabius, Abunazar gibi isimlerle tanınan Farabi’nin asıl adı Muhammed’dir. 
Kazakistan’da bulunan Farab şehrinde doğduğu için “el-Farabi” olarak anılmıştır. 
Farabi, mantık ilmine katkılarından dolayı Aristo’dan sonra “İkinci Öğretmen” lakabıyla anılmıştır. 
İslam dünyasında siyaset felsefesinden ilk bahseden filozof olan Farabi, başta İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd olmak üzere hemen hemen bütün önemli Müslüman filozofları etkilemiştir.
Farabi, müzikte sesleri notalarken logaritmayı icat etmiştir.
Musiki alanındaki eserinde ud ve kanun gibi müzik aletlerinden ilk defa bahseden kişi Farabi’dir.

İbn-i Sina (980-1037)

Buhara yakınlarındaki Afşana köyünde doğmuştur. 
Fıkıh, kelam, mantık, felsefe, tıp, astronomi, jeoloji ve matematik ilimlerinde tahsil gören İbn-i Sina, Batı’da Avicenna, İslam âleminde ise Şeyh el-Reis adıyla anılmıştır.
İbn-i Sina, öğrencisi el-Cüzcanî ile birlikte gözlemevi kurmuş ve bu gözlemevine ait araç ve gereçleri kendisi çizmiştir. 
Ufuk açısını ölçmeye yarayan ve “azimut halkası” adı verilen büyük boyutlu bir gözlem aleti yaptığı bilinmektedir. 
Bu ölçme aracı daha sonra yıldızlar arası açısal uzaklıkları ölçmek üzere teleskoplara uygulanmıştır.

İbn-i Sina’nın en önemli eseri, tıp alanında yazmış olduğu “el-Kanun fî’t–Tıb” tır. 
Tıp ansiklopedisi niteliğindeki bu eser XIX. Yüzyıla kadar Doğu ve Batı dünyasında el kitabı olarak kullanılmıştır. 
Batı’da; “Tabip olmak İbn-i Sinacı olmaktır.” sözü deyim gibi kullanılmaktadır.
Şeker hastalığını tespit etmeyi başaran İbn-i Sina, nabız inceleme yöntemiyle damar ve kalp hastalıklarını belirlemiştir.
İbn-i Sina, akıl hastalıklarının meşguliyet, şok, telkin ve müzik ile tedavi edilebileceğini belirtmiştir.
Ay’daki büyük kraterlere genellikle bilim tarihinde önemli yeri olan bilim insanlarının isimlerini vermektedir. Bu isimler arasında yer alan Türk İslam bilginlerinden biri de İbn-i Sina’dır.

İmam Gazali (1058-1111)

Gazali, Horasan’ın Tus şehrinde doğmuştur.
Gazali; fıkıh, hadis, akaid, gramer, felsefe gibi ilimlerde eğitim almıştır. 
Gazali’nin hocası olan Cüveynî’ye göre Gazali derin bir denizdir.
Gazali, Nizamiye Medresesi’nde baş müderrislik yapmıştır.
Kişinin kendi mezhebini zihnî ve aklî faaliyetleriyle yine kendisinin bulması gerektiğini savunan Gazali’ye göre şüphe gerçeğe ulaşmanın tek yoludur.
En ünlü eseri “İhyâü Ulûmi’d-Din” de bozulmuş bir toplumu ıslah etme, tekrar Kur'an ve Sünnet temelleri üzerine oturtma ve ona asıl İslami erdemlerini yeniden kazandırmaya çalışmıştır.

Endülüslü Zehravî (936- 1013)

İslam dünyasının en ünlü cerrahıdır. 
Kaleme aldığı el-Tasrif isimli eserinde döneminin cerrahi bilgilerini ve yeni yöntemleri tanıtmıştır. 
Bu eserinde yaraların ateşle dağlanması ve ameliyatlarda kullanılan aletlerin resimlerine yer vermiştir. 
Deney amacıyla hayvanlar üzerinde ve kadavrada çalışmalar yapan Zehravî’nin, batı cerrahi uygulamalarının gelişmesinde, büyük etkisi olmuştur.

Not: İtalya, İspanya ve Güney Fransa’dan birçok kimse İslam Endülüs medreselerine tahsile gelmiştir. İslam medreselerinden mezun olanlar, Avrupa’daki okullarda öğretmen olmuştur.

İbn-i Rüşd (1126-1198)

Kurtuba’da doğan İbn-i Rüşd, felsefeden tıbba 
çeşitli bilim dallarıyla ilgili yaklaşık 94 eser yazmıştır. 
Batı’da Averroes adıyla bilinir.
Aristo’nun en büyük yorumcusu olarak kabul edilir.
XII. yüzyıldan itibaren Avrupa’da “Latin İbn-i Rüşdçülük” denilen bir felsefe ve bilim ekolü oluşmuştur.
Ünlü Astronom Batlamyus’un evren modelini eleştiren İbn-i Rüşd, yeni gezegen modellerinin oluşturulması gereğini ortaya koymuştur. 
Yaptığı gözlemlerle güneş lekelerini ilk defa gözlemleyen bilgindir. 
Tıp ve optik alanında da çalışmaları olan İbn-i Rüşd, gözün retina tabakasının işlevini açıklamıştır.

Ekoller

Müslümanlığı kabul eden kişilerin sorunlarını İslam prensiplerine göre çözmek için bazı âlimler fikir bildirmiştir. 
Mezhep imamı olarak kabul edilen İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafi, İmam Ahmet b. Hanbel bunlardan bazılarıdır. 
Bu şahsiyetler, Müslümanlara Kur’an ve Sünneti, kendi anlayışlarına göre açıklamıştır. 
Mezheplerin ortaya çıkışının nedeni insanidir. 
İnanç ve temel ibadetlerde mezhepler arasında fark yoktur. 

İslam dünyasında felsefe ve bilimde özellikle IX. Yüzyılın ortalarından itibaren büyük gelişmeler yaşanmıştır
Müslümanlar farlı görüşlere karşı kendi dinlerini savunma gereği duymuştur. 
Böylece İslam düşüncesinde önemli bir yer tutan Kelam ilmi doğmuştur. 
Kelam âlimleri arasında büyük günah işleyen kişinin durumu ve yeri, insanın davranışlarındaki sorumluluk derecesi, adalet ve Allah’ın sıfatları; münakaşa konusu olmuştur. 
Bu tartışmalar Kaderiye, Cebriye, Mutezile, Meşşaiyye, Eşariye ve Maturidiye gibi kelami ekollerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

İslam Medeniyetinde Sanat

Puta tapma geleneği, İslam’ın ilk yıllarında tasvir yasağı koyulmasının ana nedenlerinden biri olmuştur. Bu yasak ile Tevhit anlayışı, kalıcı hâle getirilebilmiştir. 
Özellikle canlı resme ve heykele hoş bakılmadığı için Müslümanlar arasında soyut resim diyebileceğimiz, hüsnü-hat, tezhip, ebru, minyatür gibi sanatlar gelişmiştir.
İslam sanatında doğada mümkün olmayacak şekilde dal, yaprak ve çiçeklerin tekrarı ile geometrik düzenleme sık sık kullanılmıştır. 
Böylece her türlü tezhip ve tezyinat önemli sanat dallarından olmuştur. 
Kur'an-ı Kerim’in kutsallığı ve ona gösterilen saygı, bütünüyle İslam'a özgü olan hat sanatının doğmasını sağlamıştır.