4. ÜNİTE
FRANSIZ İHTİLALİ’NİN İMPARATORLUKLARA ETKİSİ
Fransız İhtilali beraberinde ulus,
milliyetçilik, millî
egemenlik, demokrasi, laiklik, adalet
gibi kavramları
ortaya çıkardı ve bu kavramlar tüm
Avrupa’ya yayıldı.
Fransız İhtilali, özellikle çok uluslu
yapıları olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Rusya ve Osmanlı Devleti’ni
etkiledi. Fransız İhtilali’nin getirmiş olduğu milliyetçilik akımı ve liberal
fikirlerle bu devletler parçalanabilirdi.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu,
ülkede otoriteyi arttırarak Metternich Politikasıyla milliyetçi ve liberal
hareketleri bastırma yolunu tercih etti. Bağımsızlık için ayaklanan Sırplar,
Hırvatlar ve Romenler isteklerine kavuşamadı.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Alman
ve İtalyan millî birliklerinin kurulmasını engellemeye çalıştıysa da 1870
yılında İtalya, 1871 yılında da Almanya millî birliğini kurdu.
1830 yılında Rusya sınırları içinde
yaşayan Polonyalılar hürriyetlerini kazanmak
için ayaklandılar. ancak Ruslar
bağımsızlık hareketini çok sert bir şekilde bastırdı.
1830’da Fransa kralı devrilince
Belçikalıların çıkarttığı isyanı Rusya bastırdı.
Macar İsyanı’nı bastırmak için
Avusturya’ya asker gönderen Rusya, Osmanlı Devleti’ne de Kavalalı Mehmet Ali
Paşa İsyanı’nı bastırılmasında yardım etti.
Fransız İhtilali temelleri atılan
sosyalizm, 1917’de Çarlık Rusyası’nın Bolşevik İhtilali ile yıkılmasına neden
oldu.
İhtilalin Osmanlı Devleti’ndeki
gayrimüslim halk üzerinde etkili olmaya başladığının en bariz örneği 1820 Yunan
Ayaklanmasıdır. Müslüman halka ihtilalin etkileri ise ancak XIX. Yüzyılın
ikinci yarısında yansıdı.
Fransız İhtilali’nin yaymış olduğu
milliyetçilik akımının etkisi ile I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde devlet
sınırlarının Meriç Nehri’ne kadar gerilemesine, Balkan ülkelerinin
bağımsızlıklarını kazanmalarına sebep oldu.
İhtilalin yaydığı fikir akımları,
Osmanlı Devleti’ndeki
subay ve teknik okullarda ders veren
yabancı öğretmenler
tarafından yayıldı.
1830-1860 yılları arasında Batı’da sivil
toplum hayatına yer etmiş olan özgürlük ve anayasacılık gibi düşünceler,
Osmanlı’da da büyük bir hayranlık uyandırdı.
Bu doğrultuda meydana gelen en büyük
gelişmelerden biri Osmanlı Devleti’nde 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın
yayınlanması oldu.
Kendilerine “Genç Osmanlılar”
diyen bir grup aydın, 1865-1875 yılları arasında yürüttükleri çalışmalarla
Osmanlı Devleti’nde ilk anayasanın yürürlüğe girmesini sağladılar (1876).
Böylece Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet Dönemi başladı.
II. Meşrutiyet yıllarında Türkçülük
akımı hızla Osmanlı coğrafyasında yayılmaya
başladı. Osmanlı Devleti yıkıldıktan
sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde bu Türk milliyetçiliği yer
aldı.
OSMANLI DEVLETİ’NDE BAĞIMSIZLIK HAREKETLERİ
Osmanlı Devleti üzerinde emelleri olan
devletler,
milliyetçilik akımını azınlıklar
arasında yaymaya çalıştılar.
Napolyon Bonapart, Balkanlar’ı ele
geçirmek, Mısır’a çıkmak ve Doğu Akdeniz’i bir Fransız gölü hâline getirmek
için Osmanlı Devleti’nde milliyetçilik akımının yayılması ve bağımsızlık
isyanlarının çıkması için uğraştı.
Rusya, Yedi Ada’da Rumları Osmanlı
Devleti’ne karşı kışkırttı. Rusya Balkanlar’da milliyetçiliği yaymaya devam
etti.
Avusturya ve Rusya, Balkanlar’daki
emellerini gerçekleştirebilmek için Sırbistan’a yolladıkları ajanlarla
milliyetçilik düşüncesini Sırplar arasında yaymaya başladılar. 1804 yılında
başlayan isyan 1878 yılında Sırpların bağımsızlığı ile sonuçlandı.
Sırplardan sonra 1821 yılında Rumlar
isyan ettiler. Avrupalı devletler müdahale ederek Rum İsyanı’nı uluslararası
bir mesele hâline getirdiler.
Rum isyanını bastıran Osmanlı ve Mısır
donanmaları İngiliz, Fransız ve Rus ittifakı tarafından Navarin’de yakıldı.
1828-1829 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı
Devleti yenilince yapılan Edirne Antlaşması’ndan sonra Yunanistan
bağımsızlığını ilan etti.
Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması
diğer azınlıkların da isyan ederek Osmanlı Devleti’nden kopmalarına sebep oldu.
XIX. YÜZYIL SOSYAL MUHALEFET
HAREKETLERİ
1830 İHTİLALLERİ
1830 İhtilallerinin sebepleri:
Ekonomik hayatın gelişmesinin ancak
siyasal
alandaki liberalizm ile gerçekleşeceğine
inanılması,
Avrupa halklarında özgürlük arayışının
gittikçe yaygınlaşması,
1815 Viyana Kongresi’nden sonra
Metternich Sistemi ile kralların özgürlük düşüncesini benimseyen Avrupa
halkının üzerinde hakları kısıtlayıcı politika uygulaması,
1815-1830 yılları arasında ülkelerin
anayasal düzene geçmeleri ve kralların anayasayı kaldırmak veya anayasanın
sınırlarını daraltmak istemesi,
Başka devletlerin egemenliği altındaki
halklarda milliyetçilik akımının güçlenmesi,
Almanya’da bilim ve felsefenin
ilerlemesiyle Avrupa’ya liberalizmin yerleşmesi yer alır.
1830 İhtilalleri, ilk olarak Fransa’da
başladı. İhtilal başarılı olunca Almanya, İtalya, Polonya, İngiltere ve
İspanya’da da etkilerini hissettirdi.
Fransa, Belçika ve İspanya’da liberalizm
hareketi başarıyla sonuçlandı. Liberalizm akımı sayesinde İsviçre bağımsızlığını
kazandı.
1830 İhtilallerinde Batı Avrupa’da
aristokrat sınıf, burjuvazi sınıfına yenilmiştir.
1830 İhtilalleri Fransa ve İngiltere’de
işçi sınıfının siyasal yaşamda bağımsız bir güç olarak doğmasını da sağladı.
15 Ekim 1833’te gizli bir antlaşma ile
monarşiyi savunan Avusturya, Rusya ve Prusya aralarında Doğu Bloku’nu,
Nisan 1834’te Londra’da yapılan antlaşma
ile de İngiltere, Fransa, İspanya ve Portekiz liberalizmi savunan Batı Bloku’nu
oluşturdu.
1848 İHTİLALLERİ
Avrupa’da 1815-1830 yılları arasında yaşanan
siyasi,
sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeler
ile 1815 Viyana
Kongresi’nin getirmiş olduğu düzen, 1848
İhtilallerini de beraberinde getirdi.
1848 İhtilalleri 1830 İhtilalleri’ne
göre daha etkili oldu. İmparatorlukların hâkimiyeti altında yaşayan milletlerin
bağımsızlık için ayaklanmaları bu ihtilalleri yaygınlaştırdı.
Liberalizm, nasyonalizm ve sosyalizm
gibi fikir akımlarının insanlar arasında yayılması 1848 İhtilallerine güç
kazandırdı.
Sicilya’da başlayan 1848 İhtilalleri
1848 İhtilalleri Fransa’da güç kazanarak diğer ulusları da etkiledi.
Almanya, İtalya ve Macaristan’daki
ihtilal hareketleri, milliyetçilik açısından başarısızlıkla sonuçlandı.
Belçika, Hollanda, Danimarka, Sardinya
ve İsviçre ihtilalleri ise özgürlüklerin güçlenmesini sağladı.
Avrupa’daki bu ihtilallerin genel olarak
başarısızlığı
demokrasinin gelişmesini olumsuz
etkilediyse de Avrupa’yı
bir savaş alanı hâline gelmekten de
korudu çünkü Rusya bu tür ihtilal girişimlerine müdahale etmek için adeta
fırsat kollamaktaydı.
Avrupa’da yeni bir barış dönemine
girilerek Avrupa uygarlığını geliştirecek yeni adımlar atıldı.
Hükûmetler, ideoloji veya inançlar
üzerinden değil güç ve gerçeklik üzerinden siyaset yapmaya başladılar.
Devletler doğal düşman veya müttefik
gibi davranışları sergilemek yerine kendi çıkarlarını gözettiler.
İhtilalden sonra iktisadi alanda bir
refah dönemi meydana geldi. 1848 İhtilallerine karşı çıkan Avusturya ve
Rusya’nın zayıflaması İtalya ve Almanya’nın siyasi birliklerinin de oluşmasını
sağladı.
MODERN SİYASAL İDEOLOJİLER
Siyasal veya toplumsal bir öğreti
oluşturan ve bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren
politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral ve estetik düşünceler bütününe
“ideoloji” denir.
1815 Viyana Kongresi’nin getirdiği yeni
düzen, birtakım modern fikir akımlarının da ortaya çıkmasına neden
olmuştur.
Bu akımlar: Marksizm, liberalizm,
kapitalizm ve sosyalizmdir.
LİBERALİZM
Özgürlük, serbestlik anlamlarına gelen
liberalizm, insanların özgürlüğünü savunan bir düşünce sistemidir. Liberal
düşünürler, şu düşünceleri savundular:
Tüm bireyler eşit haklara sahiptirler
(doğal haklar doktrini).
Ekonomik faaliyetler ve özgürlüklerin
önündeki sınırlandırılmalar kaldırılmalı (rekabetçi piyasa ekonomisi).
Keyfi yönetimler sınırlandırılmalı
(anayasal yönetim felsefesi).
Din ve devlet işlerinin birbirinden
ayrılıp din ve vicdana ait hususların kişilerin özel alanına girdiği meseleler
olduğu kabul edilmeli (sekülerizm-laiklik).
Liberal akımın doğmasını sağlayanlardan
biri Thomas Hobbes’tır (Tamıs Habs)
Liberalizmin siyasi bir teori olarak
ortaya çıkmasında ise en büyük katkıyı İngiliz filozof John Locke (Con Lok)
yapmıştır.
John Locke’dan sonra XVIII. yüzyılda
Adam Smith (Edım Simit) , Adam Ferguson (Edım Förgisın) ve David Hume (Deyvid
Hüm) fikirleri ile liberalizme katkı sağladılar.
David Hume ve Adam Smith’in çalışmaları
ile birlikte ekonomik liberalizm kimliği de tanınmaya başlandı.
KAPİTALİZM
Kapitalizm, serbest piyasa ekonomisi
veya serbest girişim ekonomisi olarak bilinir. Özel teşebbüse ve piyasa
serbestliğine dayalı olan bir üretim sistemidir.
Kapitalizmin merkezinde birey ve
bireysel menfaatler ön planda tutulmuştur. Kapitalizmin amaçları arasında
şunlar vardır:
En yüksek kârı elde edebilmek,
Bireylere serbest girişim yapabileceği
hakları kazandırmak,
Üretim aşamasında devletin müdahalesini
en asgari düzeye düşürmek,
Üretilen malları satmak ve ekonomiyi
özel kesime bırakmaktır.
Avrupa’da değerli madenlerin artması
yüksek enflasyona neden oldu. Bu durumdan faydalanan kapitalistler, ekonomik
ağırlığın devletten özel girişimlere kaymasını sağladılar.
XVIII. yüzyılda İngiltere’de başlayan
Sanayi Devrimi
Almanya, Fransa ve ABD’de büyük bir
toplumsal değişime sebep oldu.
Büyük sanayi şehirleri oluştu.
Proletaryanın (işçiler) haklarını korumak için sendikalar ve siyasi partiler
ortaya çıktı.
Kapitalizme karşı sert eleştiriler
yapıldı. Eleştirenlerin başında Karl Marx (Karl Marks) ve Friedrich Engels
(Fıridrih Engils) gelmekteydi.
Bu düşünürlerin eserleri, sosyalizm ve
komünizm fikirlerinin kaynağı oldu.
I. Dünya Savaşı kapitalizmin gelişiminde
bir dönüm noktası oldu. Altın standardının yerini ulusal para birimleri aldı.
Bankacılık hegemonyası Avrupa’dan ABD’ye geçti.
Dünya Ekonomik Krizi (1929), kapitalizme
olan bakışı da değiştirdi. İnsanlar kapitalizmin kısa sürede çökeceğine
inandılar ama kapitalizm kendini yenileyerek varlığını devam ettirdi.
SOSYALİZM
Sosyalizm, kapitalizme bir tepki olarak
doğan ve kapitalizmin özel mülkiyet, piyasa ekonomisi ve kâr esasına karşı
çıkan bir ideolojidir.
Sosyalizmin amaçları arasında
Sermaye sahipleriyle işçiler arasındaki
eşitsizliği giderme,
Servet ve refah farklarını ortadan
kaldırma,
Üretim araçlarını toplumun mülkiyetine
geçirme, özel mülkiyet yerine kolektif mülkiyeti oluşturma,
Toplumda sınıf farklılıklarını ortadan
kaldırma yer almaktadır.
1815 yılından itibaren Sosyalizm
ideolojisi doğmaya başladı.
Sosyalizmin en önemli simalarından olan
Karl Marx ile sosyalizm, farklı bir boyut kazandı. Karl Marx kendi sosyalist
sistemini işçi sınıfına dayandırdı ve bütün dünya işçilerinin örgütlenmesine
çok önem verdi. Bu doğrultuda yapılan çalışmalar sonucunda I ve II.
Enternasyonaller (Uluslararası İşçi Federasyonu) kuruldu.
Sosyalizm, farklı coğrafi bölgelerde
farklı dönemlerde ortaya çıktı, gelişti ve etkisini zamanla yitirdi.
Sosyalizminin Fransa’daki en önemli
savunucusu Henri de Saint Simon’dur (Henri dö Sayint Simon)
Dünyadaki ilk sosyalist devrim 1917’de
Vladimir Ilyich Lenin (Vilademir İliyç Lenin) liderliğinde Rusya’da
gerçekleşti.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalizm
yayılarak Doğu Avrupa, Uzakdoğu, Latin Amerika ve pek çok üçüncü dünya
ülkelerinde yönetime gelme imkânı buldu.
MARKSİZM
Marksizm, Karl Marx ve Fredrich Engels
tarafından ortaya atılan fikir akımıdır.
İşçi sınıfını ön plana çıkaran Karl
Marx, bu sınıfa kapitalizmi yıkıp yeni bir düzeni oluşturma görevi verir.
Marksizm’de irade, bireylere veya belirli bir gruba değil, işçi sınıfına
verilmiştir.
Marx’ın en önemli eserleri olan
Kapital’deki düşüncelerini temellendirir.
Marksizm sadece bir iktisat teorisi veya
siyasal bir program değildir. Bütüncül, devletin olmadığı yeni bir dünya
öngören bir ideolojidir.
Marks’a göre kapitalist piyasadaki
sermaye sahipleri, işçileri sömürüyor ve işçilerin büyük bir kısmına refah
sağlamıyordu. Kapitalizm sadece kapitalistlerin refahı için çalışıyordu.
Marksizm’e göre işçi sınıfı, bir sınıf mücadelesi verecek ve kapitalist sistem
bu devrimle yıkılacaktı.
SİYASİ İDEOLOJİLERİN TOPLUMSAL ETKİLERİ
LİBERALİZM
Liberalizm, içerisinde barındırdığı
fikirler ile halkın mutlak ve sınırsız yönetme gücüne sahip kralların
yönetimine karşı çıkmalarını sağladı.
1789 İhtilali ile toplumlar kralların
mutlak gücüne dayalı düzenlerini yıkmaya başladı.
Avrupa’daki krallar vatandaşlarını eski
düzene göre yönetmeye kalkınca 1818-1822, 1830 ve 1848 yıllarında üç devre
hâlinde ayaklanma ve ihtilaller yaşandı. Böylece XIX. yüzyılın ikinci yarısında
Avrupa’da birçok devlette anayasalı bir yönetim modeline geçildi.
Liberalizm hareketi Avrupa’da insanları
Cumhuriyet idaresiyle yönetilme fikrine de ulaştırmıştır.
Liberal düşünceler ekonomi alanına da
yansıdı. İş adamları ve sermayedarlar hükümdarların izlemiş olduğu ekonomik
sınırlamalardan rahatsız oldular.
Bu durum da ekonomik özgürlüğün ancak
siyasal liberalizm ile olacağına olan inancı arttırdı.
Liberalizm Avrupa’da güzel sanatları da
etkiledi. Güzel sanatlarda tabiat ile tabiattaki şekilleri özgürce kullanmayı
ilke edinen Romantizm akımının doğmasına yol açtı.
Liberaller, halka din ve vicdan
hürriyetinin devlet tarafından verilmesi için çaba gösterdiler.
Liberalizm ve sosyalizm ideolojileri
birbirleri ile zıt görüş içinde olmalarına rağmen halka basın, din ve eğitim
özgürlüklerini kazandırmada etkin bir rol oynadılar.
KAPİTALİZM
Avrupa’da ticaret kapitalizminin
yaşandığı
XV ve XVIII. yüzyıllar arasında
köylerden kentlere doğru göçler meydana geldi.
Kentler zamanla büyüdü.
Kapitalist anlayışa sahip olan
Avrupa’nın güçlü devletleri sahip oldukları sermayeleri ile güçsüz olan
ülkelerin kaynaklarını paylaşmak için yarış içerisine girmişlerdir. Böylece
yeni sömürgeler elde etmişlerdir.
Sanayi İnkılabı’nın getirdiği büyük
ölçekli fabrikalar daha fazla işçiyi gerekli kıldı. İnsanlar çok zor şartlar
altında buralarda çalıştırıldı. Artık toplumda bir işçi sınıfı ortaya
çıkmıştı.
Sosyalizmin etkisi ile İngiltere’de işçi
örgütlenmesine izin verildi.
1864’te Londra’da Uluslararası İşçi
Birliği kuruldu.
MARKSİZM
Marksizm’in en büyük siyasi ve toplumsal
etkisi XX. yüzyılda ortaya çıktı.
İlk olarak Vladimir Lenin
önderliğinde Rusya’da, 1917 yılında sosyalist devrim yapıldı.
Daha sonra bir diğer komünist devrim
olan “Büyük Proleter Kültür Devrimi”, 1966- 1976 yılları arasında Mao Zedong
liderliğinde Çin’de ortaya çıktı.
SSCB egemenliğine bırakılan Doğu Avrupa
ve Balkanlar’daki ülkeler de komünizm yönetimine dâhil oldu.
1939-1945 yılları arasında komünist
ülkelerin sayısı Rusya ve Çin de dâhil olmak üzere otuz altıya çıktı.
DİN
Liberalizm kendi sistemini güçlendiren kamu
ve özel ayrımına saygı gösterdiği müddetçe dine müdahale etmedi. Herkesi iş
gücü hâline getiren kapitalizm, sekülerleşmenin de hızlanmasına sebep oldu.
Kadınların iş gücü hâline gelmesiyle
eski geleneksel aile yapısı çözüldü. Ticaretin seküler kuralları, dinî
müsamahayı arttırarak farklı inançlar arasında olumlu bir iletişimin de önünü
açtı.
Marksizm ve sosyalizm ideolojilerinde
dinin herhangi bir olumlu fonksiyonunun olmadığı savunuldu. Zamanla dinin
toplum üzerindeki etkisinin kalmayacağını savundular.
Dünya genelinde modernleşme süreciyle
beraber insanın kutsalla olan bağı zayıfladı. Yaşamın anlam ve amacı yalnızca
dünyaya özgü tüketime indirgendi.
Değerlerde yaşanan aşınma ve ahlaki
çöküntü toplumsal pek çok sorunu ortaya çıkardı.
MUTLAK MONARŞİDEN ANAYASAL MONARŞİYE
Anayasal gelenek ilk defa İngiltere’de
başladı. Sınıflar arasında yapılan mücadeleler, iktidarın gücünü aristokrasi ve
burjuvazi arasında paylaştırdı.
İngiltere’nin anayasa geleneğinin Avrupa
Kıtası’ndan Amerika Kıtası’na gelmesi İngiliz kolonileri aracılığıyla
gerçekleşti.
Amerika’daki bağımsızlık savaşı
sırasında ilan edilen “Amerika Bağımsızlık Bildirgesi” de Fransa’yı etkiledi.
Fransa’da mutlak monarşi yönetimine karşı tepkiler başladı. Burjuva sınıfı işçi
ve köylülerin desteğini alarak Fransız İhtilali’ni başlattı.
1789 Fransız İhtilali ile İnsan ve
Yurttaş Hakları Bildirgesi ilan edilerek yeni bir anayasa hazırlandı. Anayasa,
krallığı kaldırmadığından mutlak monarşiden anayasal monarşiye geçilmiş oldu.
Avrupa’nın monarşi ile yönetilen
devletleri Fransa’ya karşı ittifaklar oluşturdu.
Napolyon yönetimi ile Avrupalı devletler
arasında süren savaşlar
neticesinde toplanan Viyana Kongresi’yle
Avrupa’nın bozulan düzenini
tekrar eski hâline getirebilmek için
Metternich Sistemi kabul edildi (1815).
Bu sistemle liberal akımlar ortadan
kaldırılmak istendi fakat 1830 ve 1848 ihtilalleri Metternich Sistemi’nin sonu
oldu.
Sanayi İnkılabı’ndan sonra burjuvaziyi
egemen yapan ekonomik sistem işçi sınıfını ortaya çıkardı. İktidarların
işçilerin sorununu çözmek yerine onlara karşı güç kullanması, özgürlüğü savunan
liberallerle sosyalistlerin birlikte hareket etmesini sağladı.
Bu durum özgürlükçü anayasaları ortaya
çıkardı. Mutlak monarşilerin bir kısmı yıkıldı. Bir kısmı da yönetim şeklini
yumuşatarak anayasal monarşilerle yollarına devam etti.
ZORUNLU ASKERLİK
SİSTEMİNDEN ULUS DEVLETE
Zorunlu askerlik sisteminin başlangıcı Fransız İhtilali’ne dayanırken modern ordu kurma fikri XVI. yüzyılda Niccolo Machiavelli (Nikola Makyavelli) tarafından ortaya atıldı.
Millî bir devlet kurma fikri, zorunlu askerliğe dayalı millî bir ordu kurma fikrinin doğmasına sebep oldu.
Fransa’da cumhuriyetin ilanından sonra çıkan ayaklanmaları bastırmak için daha fazla askere ihtiyaç duyuldu. Bu ihtiyacı karşılamak için seferberlik kararnamesi ilan edildi. Kararnameye göre her Fransız erkek, asker kabul edildi. Bu kararname ile zorunlu askerlik uygulanmaya başlandı. Bu uygulama Avrupa devletlerinde hızla yayıldı.
Ulus devletler zorunlu askerlikle güçlü bir ordu kurmayı hedefledi ve aynı zamanda farklı statülere bölünmüş topluluktan eşit vatandaşlığa geçişi sağladı.
OSMANLI DEVLETİ’NDE MODERN ORDU KURMA ÇABALARI
NİZAM-I CEDİD ORDUSU
III. Selim’den itibaren askerî alanda geniş çaplı ıslahatlar yapıldı.
Yeniçeri Ocağında ilk bozulmalar XVI. yüzyıl ortalarında başladı.
Yeniçerilerin evlenmeye başlaması ve Askerlik dışında başka mesleklerle uğraşması onları talim yapmaktan uzaklaştırdı. Bu durum onların askerlik yeteneklerini zayıflattı.
Sultan III. Murat Dönemi’nde askerlikle alakası olmayanların Yeniçeri Ocağına alınması orduda bozulmayı hızlandırdı.
Yeniçeriler orduda asker sayımına karşı çıktıkları için savaştan kaçanlar veya şehit olanlar tespit edilememekteydi ve bunların maaş defterleri (mevacip veya esame defteri) bir senet gibi alınıp satılmaktaydı.
Orduda, liyakate dayalı belirli bir tayin ve terfi sisteminin bulunmayışı rüşvet ve iltimasın önünü açtı. Böylece askerlikle alakası olmayan kişilerin orduya girmesi ordudaki disiplinin bozulmasına neden oldu.
Osmanlı ordusunda çağa uygun bir yapılanmayı gerçekleştirme
girişimlerinin başlangıcı “Nizam-ı Cedit” askerî birliklerinin kurulmasıdır.
III. Selim Yeniçeri Ocağı dışında yeni bir askerî birlik kurdu. 1792’de İstanbul’da Levent Çiftliği’nde yeni askerî birlikler eğitim ve öğretime başladı.
Nizam-ı Cedit ordusu kurulurken mevcut ocakların ıslahı için de çaba gösterildi, yeniçerilere ise dokunulmadı.
Fransa, İngiltere ve İsveç’ten mühendisler ve ustalar getirtilerek Tophane’de önemli düzenlemeler yapıldı.
III. Selim Osmanlı Devleti’nde Modern Topçu Ocağının temelini atan kişi oldu.
Zorunlu askerlik sisteminin başlangıcı Fransız İhtilali’ne dayanırken modern ordu kurma fikri XVI. yüzyılda Niccolo Machiavelli (Nikola Makyavelli) tarafından ortaya atıldı.
Millî bir devlet kurma fikri, zorunlu askerliğe dayalı millî bir ordu kurma fikrinin doğmasına sebep oldu.
Fransa’da cumhuriyetin ilanından sonra çıkan ayaklanmaları bastırmak için daha fazla askere ihtiyaç duyuldu. Bu ihtiyacı karşılamak için seferberlik kararnamesi ilan edildi. Kararnameye göre her Fransız erkek, asker kabul edildi. Bu kararname ile zorunlu askerlik uygulanmaya başlandı. Bu uygulama Avrupa devletlerinde hızla yayıldı.
Ulus devletler zorunlu askerlikle güçlü bir ordu kurmayı hedefledi ve aynı zamanda farklı statülere bölünmüş topluluktan eşit vatandaşlığa geçişi sağladı.
OSMANLI DEVLETİ’NDE MODERN ORDU KURMA ÇABALARI
NİZAM-I CEDİD ORDUSU
III. Selim’den itibaren askerî alanda geniş çaplı ıslahatlar yapıldı.
Yeniçeri Ocağında ilk bozulmalar XVI. yüzyıl ortalarında başladı.
Yeniçerilerin evlenmeye başlaması ve Askerlik dışında başka mesleklerle uğraşması onları talim yapmaktan uzaklaştırdı. Bu durum onların askerlik yeteneklerini zayıflattı.
Sultan III. Murat Dönemi’nde askerlikle alakası olmayanların Yeniçeri Ocağına alınması orduda bozulmayı hızlandırdı.
Yeniçeriler orduda asker sayımına karşı çıktıkları için savaştan kaçanlar veya şehit olanlar tespit edilememekteydi ve bunların maaş defterleri (mevacip veya esame defteri) bir senet gibi alınıp satılmaktaydı.
Orduda, liyakate dayalı belirli bir tayin ve terfi sisteminin bulunmayışı rüşvet ve iltimasın önünü açtı. Böylece askerlikle alakası olmayan kişilerin orduya girmesi ordudaki disiplinin bozulmasına neden oldu.
Osmanlı ordusunda çağa uygun bir yapılanmayı gerçekleştirme
girişimlerinin başlangıcı “Nizam-ı Cedit” askerî birliklerinin kurulmasıdır.
III. Selim Yeniçeri Ocağı dışında yeni bir askerî birlik kurdu. 1792’de İstanbul’da Levent Çiftliği’nde yeni askerî birlikler eğitim ve öğretime başladı.
Nizam-ı Cedit ordusu kurulurken mevcut ocakların ıslahı için de çaba gösterildi, yeniçerilere ise dokunulmadı.
Fransa, İngiltere ve İsveç’ten mühendisler ve ustalar getirtilerek Tophane’de önemli düzenlemeler yapıldı.
III. Selim Osmanlı Devleti’nde Modern Topçu Ocağının temelini atan kişi oldu.
Nizam-ı Cedit Ocağının gelişmesiyle
Üsküdar’da Selimiye Kışlası inşa edildi.
Yeni düzenlemelerle “Bostancı Tüfenkçisi
Ocağı” kuruldu.
Yeni birliklerin giderlerini karşılamak
amacıyla İrad-ı Cedit Hazinesi kuruldu.
XIX. yüzyılın başlarından itibaren
İstanbul dışında Rumeli ve Anadolu’da Nizam-ı Cedit birlikleri oluşturuldu.
Kabakçı Mustafa İsyanı sonucu padişahın
tahttan indirilmesi ve öldürülmesi (1807) bu faaliyetlerin başarıya devam
etmesini engelledi.
III. Selim’in öldürülmesiyle
İstanbul’daki Nizam-ı Cedit birlikleri dağıtıldı, taşradaki kışlalar
yıktırıldı.
YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILMASI VE ASÂKİR-İ
MANSÛRE-İ MUHAMMEDİYENİN KURULMASI
II. Mahmut’un tahta çıkmasını sağlayan
Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, kendine bağlı askeri kuvvetleri olan güçlü
bir sadrazamdı.
Önce Nizam-ı Cedit’in benzeri olarak
Sekban-ı Cedit Ocağını kurdu.
1808’de Alemdar Mustafa Paşa’nın
Sekban-ı Cedit kuvvetleri ile halk ve yeniçeriler arasında adeta bir iç savaş
yaşandı. Yeniçeriler, Alemdar Mustafa Paşa’yı öldürüp saraya doğru harekete
geçti.
II. Mahmut, Osmanlı Hanedanı’nın tek
erkek üyesi olarak kalmak için IV. Mustafa’yı idam ettirdi. Yeniçeriler
II. Mahmut’u kabullenmek zorunda kaldı.
Bu yaşananlar artık Yeniçeri Ocağının
işlevini yerine getiremediğini ve kesinlikle kaldırılması gerektiğini ortaya
koydu.
1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırılarak
yerine
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye ordusu
kuruldu.
ASÂKİR-İ MANSÛRE-İ MUHAMMEDİYE
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye ordusu
zorunlu askerliğe tabi olduğundan paralı askerlik sistemi de kaldırılarak millî
orduya geçişte önemli bir adım atılmış oldu.
Asker ihtiyacı Müslüman halkın 15-25 yaş
arası gençlerinden karşılanmaktaydı.
Kişinin askerlikten ayrılıp sivil hayata
dönebilmesi, ticaret veya ziraatla uğraşabilmesi ve emekliliğe hak
kazanabilmesi için on iki yıl askerlik hizmeti yapması gerekiyordu.
Bekârlara yüzbaşı mülâzımı (teğmen)
olana kadar evlenmek yasaktı ancak evli olanların orduya girmesine engel yoktu.
Yeni ordunun üniforma, bot ve diğer
teçhizatının karşılanması amacıyla feshane, debbağhane (deri imalathanesi) ve
iplikhane adlarıyla imalathaneler kuruldu.
Prusya’dan piyade,
süvari ve topçu subaylar getirildi.
Modern harp sanatını öğrenmek amacıyla Avrupa’ya öğrenci gönderildi.
Askerî talim ve yürüyüşlerin önemli unsurlarından olan bando ihtiyacını karşılamak üzere Mehterhâne kaldırılarak yerine Mızıka-i Hümâyun kuruldu (1834) ve başına devrin önde gelen müzik adamlarından İtalyan Giuseppe Donizetti (Cuseppe Donizetti) getirildi.
Yeni ordunun giderlerini karşılamak için “Asâkir-i Mansûre Hazinesi” kuruldu.
Tıbbiye ve Harbiye mektepleri modernleşme ve ilerleme hareketlerinde birinci derecede rol oynadı. Yabancı hocaların buralarda ders vermesi nedeniyle Batı aydınlanma düşüncesinin ve Batı siyaset anlayışının Osmanlı Devleti’ne girmesinde etkili oldu.
1836 yılında askerî işleri görüşüp karara bağlayacak olan Dâr-ı Şûra-yı Askerî (Askerî Şûra) adlı yüksek danışma kurulu oluşturuldu.
DÜZENLİ ORDUYU DEVAM ETTİRME ÇABALARI
1815 yılından sonra Fransa’da ilk uygulaması görünen
kura ile askere alma işlemi, 1843 yılında yapılan
düzenlemeyle Osmanlı Devleti’nde de kabul edilmişti.
Kurada ismi çıkanların, kendi yerlerine “bedel-i şahsi” adıyla bir başkasını vekil olarak göndermesi mümkün olduğu gibi “bedel-i nakdî” ödemek suretiyle askerlik vazifesini bedeli karşılığı yerine getirmeleri de mümkün hâle getirildi. Bu uygulamaya bedel-i askerî denir.
Osmanlı devlet adamları da Müslümanlarla gayrimüslimlerin aynı orduda görev yapmalarına sıcak bakmıyorlardı fakat Tanzimat yönetimi Osmanlı birliğini korumak ve halkı kaynaştırmak için ilk kez Rumlara deniz kuvvetlerinde askerlik yaptırdı.
Askere alınacak gayrimüslimlerden cizye alınmayacaktı ancak ortaya çıkan bazı sorunlar yüzünden bu karar uygulanmadı. Daha sonra ise Müslüman olamayanların bedel-i nakdî veya bedel-i şahsi ödeyerek askerlikten muaf tutulmaları yoluna gidildi.
Modern harp sanatını öğrenmek amacıyla Avrupa’ya öğrenci gönderildi.
Askerî talim ve yürüyüşlerin önemli unsurlarından olan bando ihtiyacını karşılamak üzere Mehterhâne kaldırılarak yerine Mızıka-i Hümâyun kuruldu (1834) ve başına devrin önde gelen müzik adamlarından İtalyan Giuseppe Donizetti (Cuseppe Donizetti) getirildi.
Yeni ordunun giderlerini karşılamak için “Asâkir-i Mansûre Hazinesi” kuruldu.
Tıbbiye ve Harbiye mektepleri modernleşme ve ilerleme hareketlerinde birinci derecede rol oynadı. Yabancı hocaların buralarda ders vermesi nedeniyle Batı aydınlanma düşüncesinin ve Batı siyaset anlayışının Osmanlı Devleti’ne girmesinde etkili oldu.
1836 yılında askerî işleri görüşüp karara bağlayacak olan Dâr-ı Şûra-yı Askerî (Askerî Şûra) adlı yüksek danışma kurulu oluşturuldu.
DÜZENLİ ORDUYU DEVAM ETTİRME ÇABALARI
1815 yılından sonra Fransa’da ilk uygulaması görünen
kura ile askere alma işlemi, 1843 yılında yapılan
düzenlemeyle Osmanlı Devleti’nde de kabul edilmişti.
Kurada ismi çıkanların, kendi yerlerine “bedel-i şahsi” adıyla bir başkasını vekil olarak göndermesi mümkün olduğu gibi “bedel-i nakdî” ödemek suretiyle askerlik vazifesini bedeli karşılığı yerine getirmeleri de mümkün hâle getirildi. Bu uygulamaya bedel-i askerî denir.
Osmanlı devlet adamları da Müslümanlarla gayrimüslimlerin aynı orduda görev yapmalarına sıcak bakmıyorlardı fakat Tanzimat yönetimi Osmanlı birliğini korumak ve halkı kaynaştırmak için ilk kez Rumlara deniz kuvvetlerinde askerlik yaptırdı.
Askere alınacak gayrimüslimlerden cizye alınmayacaktı ancak ortaya çıkan bazı sorunlar yüzünden bu karar uygulanmadı. Daha sonra ise Müslüman olamayanların bedel-i nakdî veya bedel-i şahsi ödeyerek askerlikten muaf tutulmaları yoluna gidildi.
NÜFUS POLİTİKASI VE
DEMOGRAFİK GÜÇ
Sanayi İnkılabı’nın etkisiyle kırdan kente doğru başlayan göçler şehirlerde iş gücünün oluşmasını sağladı.
Bu dönemde Avrupa’da nüfus hızla arttı. Nüfusun hızlı bir şekilde artmasında;
Doğum oranlarının yükselmesi,
Salgın hastalıkların önüne geçilmesi,
Ölüm oranlarının azalması,
Ekonomik refahın oluşması,
Ekonominin tarım ekseninden çıkıp sanayi ve diğer sektörlere kayması ve sağlıklı beslenmeyle insan ömrünün uzaması gibi sebepler gösterilebilir.
Nüfus gücü temsil ettiği için devlet adamları ülkelerindeki nüfusu arttırmaya yönelik her türlü tedbiri almıştır.
Nüfusun artmasının ülkelere sağladığı avantajlar şunlardır:
Devletin askerî ve siyasi güç kazanması
Ekonomide kalkınma için gerekli işçi gücüne sahip olunması
Bir devletin askerî, siyasi, ekonomik alanlarda mevcut nüfusu kullanabilmesi
Yeni ele geçirilen ülkelerde hem siyasi hem de ekonomik hâkimiyeti sağlayabilmesi
Savaş gücünün insan sayısına orantılı olarak artması
OSMANLI DEVLETİ’NDE HABERLEŞME VE ULAŞIM
TELGRAF
XIX. yüzyılda elektrikli telgraf Osmanlı Devleti
tarafından kullanılan başlıca teknolojik gelişmedir.
Osmanlı Devleti’ne elektrikli telgraf hattı, ilk defa 1855’te İstanbul’u Avrupa’ya bağladı. Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamit dönemlerinde, Osmanlı telgraf ağı hızlı bir şekilde yayıldı.
Elektrikli telgraf Osmanlı Devleti’nde siyasi gücün merkezîleşmesine yardımcı oldu çünkü kısa bir sürede merkezden vilayetlerin ve sancakların valilerine, askerî birliklere ve jandarmalara emir göndermek çok daha kolaylaştı.
DEMİR YOLLARI
Osmanlı Devleti demir yollarını Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmiş Avrupa devletlerine imtiyazlar vermek suretiyle yaptırdı.
Osmanlı Devleti’nde demir yolu ulaşımı ilk kez 1851’de Kahire ve İskenderiye arasındaki hattın yapılmasıyla başladı. Anadolu’da ise 1856 yılında İzmir-Aydın Demir Yolu’nun inşasıyla başladı.
Avrupa Kıtası’ndaki ilk Osmanlı demir yolu 1856’da Cenova-Köstence Demir Yolu İngiliz şirketlerince açıldı.
1872’de demir yolu yapım ve işletmesini gerçekleştirmek amacıyla da Demir Yolları İdaresi kuruldu.
Sultan Abdülaziz Dönemi’nde İstanbul’u Bağdat’a bağlayacak olan demir yolu yapılması planlandıysa da Osmanlı Devleti’nin 1875’te iflas etmesi üzerine bu proje uygulanamadı.
Sanayi İnkılabı’nın etkisiyle kırdan kente doğru başlayan göçler şehirlerde iş gücünün oluşmasını sağladı.
Bu dönemde Avrupa’da nüfus hızla arttı. Nüfusun hızlı bir şekilde artmasında;
Doğum oranlarının yükselmesi,
Salgın hastalıkların önüne geçilmesi,
Ölüm oranlarının azalması,
Ekonomik refahın oluşması,
Ekonominin tarım ekseninden çıkıp sanayi ve diğer sektörlere kayması ve sağlıklı beslenmeyle insan ömrünün uzaması gibi sebepler gösterilebilir.
Nüfus gücü temsil ettiği için devlet adamları ülkelerindeki nüfusu arttırmaya yönelik her türlü tedbiri almıştır.
Nüfusun artmasının ülkelere sağladığı avantajlar şunlardır:
Devletin askerî ve siyasi güç kazanması
Ekonomide kalkınma için gerekli işçi gücüne sahip olunması
Bir devletin askerî, siyasi, ekonomik alanlarda mevcut nüfusu kullanabilmesi
Yeni ele geçirilen ülkelerde hem siyasi hem de ekonomik hâkimiyeti sağlayabilmesi
Savaş gücünün insan sayısına orantılı olarak artması
OSMANLI DEVLETİ’NDE HABERLEŞME VE ULAŞIM
TELGRAF
XIX. yüzyılda elektrikli telgraf Osmanlı Devleti
tarafından kullanılan başlıca teknolojik gelişmedir.
Osmanlı Devleti’ne elektrikli telgraf hattı, ilk defa 1855’te İstanbul’u Avrupa’ya bağladı. Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamit dönemlerinde, Osmanlı telgraf ağı hızlı bir şekilde yayıldı.
Elektrikli telgraf Osmanlı Devleti’nde siyasi gücün merkezîleşmesine yardımcı oldu çünkü kısa bir sürede merkezden vilayetlerin ve sancakların valilerine, askerî birliklere ve jandarmalara emir göndermek çok daha kolaylaştı.
DEMİR YOLLARI
Osmanlı Devleti demir yollarını Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmiş Avrupa devletlerine imtiyazlar vermek suretiyle yaptırdı.
Osmanlı Devleti’nde demir yolu ulaşımı ilk kez 1851’de Kahire ve İskenderiye arasındaki hattın yapılmasıyla başladı. Anadolu’da ise 1856 yılında İzmir-Aydın Demir Yolu’nun inşasıyla başladı.
Avrupa Kıtası’ndaki ilk Osmanlı demir yolu 1856’da Cenova-Köstence Demir Yolu İngiliz şirketlerince açıldı.
1872’de demir yolu yapım ve işletmesini gerçekleştirmek amacıyla da Demir Yolları İdaresi kuruldu.
Sultan Abdülaziz Dönemi’nde İstanbul’u Bağdat’a bağlayacak olan demir yolu yapılması planlandıysa da Osmanlı Devleti’nin 1875’te iflas etmesi üzerine bu proje uygulanamadı.
Osmanlı Devleti’nde en
fazla demir yolu yapımı II. Abdülhamit Dönemi’nde Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’nin
kurulmasıyla başladı.
Bu dönemde demir yolu politikası savunma politikalarıyla birlikte düşünülmeye başlandı. II. Abdülhamit’in en büyük projelerinden biri de Bağdat Demir Yolu’nun yapılmasıydı. Bu hattın yapımını Almanlara veren II. Abdülhamit bu hat sayesinde İngiltere ve Rusya’yı telaşa ve korkuya sürükledi.
II. Abdülhamit’in demir yolları projesi Avrupa devletlerini karşı karşıya getirdi.
Ayrıca II. Abdülhamit’e göre demir yolları sayesinde Osmanlı tarım ürünlerinin pazara sevki kolaylaşacak, halkın zenginliği artacak, ticaret gelişerek ithalat ve ihracattan alınan gümrük vergileri hazineye katkı sağlayacaktı.
Bu dönemde demir yolu politikası savunma politikalarıyla birlikte düşünülmeye başlandı. II. Abdülhamit’in en büyük projelerinden biri de Bağdat Demir Yolu’nun yapılmasıydı. Bu hattın yapımını Almanlara veren II. Abdülhamit bu hat sayesinde İngiltere ve Rusya’yı telaşa ve korkuya sürükledi.
II. Abdülhamit’in demir yolları projesi Avrupa devletlerini karşı karşıya getirdi.
Ayrıca II. Abdülhamit’e göre demir yolları sayesinde Osmanlı tarım ürünlerinin pazara sevki kolaylaşacak, halkın zenginliği artacak, ticaret gelişerek ithalat ve ihracattan alınan gümrük vergileri hazineye katkı sağlayacaktı.
ULUS DEVLETTE VATANDAŞ
KİMLİĞİ
Ulus devlette
meşruiyetin kaynağı din, soy veya krallık
olmaktan çıkıp laik, demokratik bir yapıya büründü.
Bu yolla bütün vatandaşlar birbirlerine eşit olarak kabul edildi.
Özellikle federal devletlerde ortak aidiyet duygusunu geliştirmek için okulların müfredatlarına yurttaşlık eğitimi konuldu.
Ulus devlet yapılanmasında vatandaş ordusu, zorunlu askerlik ve eğitim aşamaları çok önemliydi.
Devletler eğitim sistemleri ve askerî teşkilatları sayesinde aynı üniformayı giyen, aynı marşı söyleyen, aynı dili konuşan, disiplinli, vatansever, üretken ve devletine sadık vatandaşlar yetiştirdiler.
OSMANLI DEVLETİ’NDE AÇILAN MODERN ASKERÎ VE SİVİL MEKTEPLER
olmaktan çıkıp laik, demokratik bir yapıya büründü.
Bu yolla bütün vatandaşlar birbirlerine eşit olarak kabul edildi.
Özellikle federal devletlerde ortak aidiyet duygusunu geliştirmek için okulların müfredatlarına yurttaşlık eğitimi konuldu.
Ulus devlet yapılanmasında vatandaş ordusu, zorunlu askerlik ve eğitim aşamaları çok önemliydi.
Devletler eğitim sistemleri ve askerî teşkilatları sayesinde aynı üniformayı giyen, aynı marşı söyleyen, aynı dili konuşan, disiplinli, vatansever, üretken ve devletine sadık vatandaşlar yetiştirdiler.
OSMANLI DEVLETİ’NDE AÇILAN MODERN ASKERÎ VE SİVİL MEKTEPLER
Osmanlı idarecileri
yenilgileri, Avrupalı subay ve askerlerin iyi
eğitim almış olmalarına ve kendilerinin de bu alanda geri kalmalarına bağladılar.
XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren askerî ihtiyaçları karşılamak için Avrupa’nın çağdaş eğitim kurumları örnek alınarak modern mektepler açıldı.
1734’te askerî okul olarak açılan “Hendesehane” modern mekteptir.
III. Mustafa, Osmanlı Devleti’nin 1770 Çeşme Bozgunu’nda kaybettiği deniz gücünü tekrar kazanılabilmesi için deniz subayı ve mühendisleri yetiştirmek amacıyla “Mühendishane-i Bahri-i Hümâyun” adındaki askerî okulu açtı (1773).
Osmanlı Devleti, kara ordusuna subay ve teknik elemanlar yetiştirmek üzere III. Selim Dönemi’nde Mühendishane-i Berri-i Hümâyun adında bir okul açtı (1795).
Bu mühendishanenin en önemli özelliği medrese tarzı eğitim yerine tamamen Batı tarzında ders verilen bir yükseköğretim kurumu olmasıydı.
II. Mahmut Dönemi’nde modern tıp eğitiminin verilmesi
amacıyla İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye adıyla askerî bir mektep açıldı (1827).
Yine II. Mahmut Dönemi’nde Fransız eğitim sistemi örnek alınarak 1834’te askerî eğitim veren Mekteb-i Harbiye açıldı.
Bu dönemde bazı öğrenciler Viyana, Paris ve Londra’ya eğitim için gönderildi ve aynı zamanda ders vermeleri için Avrupa’dan öğretmenler getirildi.
II. Mahmut Dönemi’nin sonlarında memur yetiştirmek üzere Mekteb-i Maârif-i Adliyye ve Mekteb-i Ulûm-u Edebiyye adında mesleki okullar açıldı.
II. Mahmut, erkek çocukların sıbyan mekteplerine devamını sağlayacak zorunlu eğitimi başlatacak bir ferman yayınladı.
eğitim almış olmalarına ve kendilerinin de bu alanda geri kalmalarına bağladılar.
XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren askerî ihtiyaçları karşılamak için Avrupa’nın çağdaş eğitim kurumları örnek alınarak modern mektepler açıldı.
1734’te askerî okul olarak açılan “Hendesehane” modern mekteptir.
III. Mustafa, Osmanlı Devleti’nin 1770 Çeşme Bozgunu’nda kaybettiği deniz gücünü tekrar kazanılabilmesi için deniz subayı ve mühendisleri yetiştirmek amacıyla “Mühendishane-i Bahri-i Hümâyun” adındaki askerî okulu açtı (1773).
Osmanlı Devleti, kara ordusuna subay ve teknik elemanlar yetiştirmek üzere III. Selim Dönemi’nde Mühendishane-i Berri-i Hümâyun adında bir okul açtı (1795).
Bu mühendishanenin en önemli özelliği medrese tarzı eğitim yerine tamamen Batı tarzında ders verilen bir yükseköğretim kurumu olmasıydı.
II. Mahmut Dönemi’nde modern tıp eğitiminin verilmesi
amacıyla İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye adıyla askerî bir mektep açıldı (1827).
Yine II. Mahmut Dönemi’nde Fransız eğitim sistemi örnek alınarak 1834’te askerî eğitim veren Mekteb-i Harbiye açıldı.
Bu dönemde bazı öğrenciler Viyana, Paris ve Londra’ya eğitim için gönderildi ve aynı zamanda ders vermeleri için Avrupa’dan öğretmenler getirildi.
II. Mahmut Dönemi’nin sonlarında memur yetiştirmek üzere Mekteb-i Maârif-i Adliyye ve Mekteb-i Ulûm-u Edebiyye adında mesleki okullar açıldı.
II. Mahmut, erkek çocukların sıbyan mekteplerine devamını sağlayacak zorunlu eğitimi başlatacak bir ferman yayınladı.
Sultan Abdülmecid
Dönemi’nde Maarif Nazırı Sami Paşa tarafından temeli atılan Mülkiye
Mektebi,1859 yılında öğretime başlamıştır.
Tanzimat Dönemi’nde ülkede nitelikli memur yetiştirmek için Mekteb-i Maârif-i Adliyye ve Mekteb-i Aklâm açıldı.
Ayrıca mesleki ve teknik eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla Askerî Baytar Mektebi, Ziraat Talimhanesi, Maadin Mektebi, Telgraf Mektebi adlarında birçok okul açıldı.
Memurların dil öğrenebilmesi için Lisan Mektebi açıldı.
Mesleki ve teknik eleman yetiştirmeye yönelik önemli adımlar atan Mithat Paşa “Islâhhâne” ve Mekteb-i Sanayi’yi kurdu. Kızların meslek öğretimi ile ilgili olarak açılan Cevri Kalfa Mektebi ile Kız Sanayi Mektebi dönemin önemli meslek okullarıydı.
Tanzimat Dönemi’nde ülkede nitelikli memur yetiştirmek için Mekteb-i Maârif-i Adliyye ve Mekteb-i Aklâm açıldı.
Ayrıca mesleki ve teknik eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla Askerî Baytar Mektebi, Ziraat Talimhanesi, Maadin Mektebi, Telgraf Mektebi adlarında birçok okul açıldı.
Memurların dil öğrenebilmesi için Lisan Mektebi açıldı.
Mesleki ve teknik eleman yetiştirmeye yönelik önemli adımlar atan Mithat Paşa “Islâhhâne” ve Mekteb-i Sanayi’yi kurdu. Kızların meslek öğretimi ile ilgili olarak açılan Cevri Kalfa Mektebi ile Kız Sanayi Mektebi dönemin önemli meslek okullarıydı.
Osmanlı Devleti,
İstanbul’un fetihten sonra gayrimüslimlere
kendi dillerini konuşmalarına ve anadilde eğitim yapmalarına izin verdi.
Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu zamanda bir problem teşkil etmeyen azınlık okulları XIX. yüzyıldan itibaren devletin denetiminden uzaklaşmaya başladı.
Azınlık okullarını kendi çıkarları için kullanmak isteyen yabancı devletler onları maddi ve manevi olarak desteklediler.
Islahat Fermanı ile gayrimüslimlere okul açma yetkisi verilirken aynı zamanda da devlet okullarında okuyarak memur ve asker olmalarının yolu da açıldı.
Gayrimüslimler ise çocuklarını yabancı okullar ile misyoner okullarına göndermeyi daha çok tercih ettiler.
Bazı yabancı okullar kapitülasyonlardan yararlanarak kurulmuş olan ve misyonerlik faaliyetleri kapsamında eğitim veren okullardı.
kendi dillerini konuşmalarına ve anadilde eğitim yapmalarına izin verdi.
Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu zamanda bir problem teşkil etmeyen azınlık okulları XIX. yüzyıldan itibaren devletin denetiminden uzaklaşmaya başladı.
Azınlık okullarını kendi çıkarları için kullanmak isteyen yabancı devletler onları maddi ve manevi olarak desteklediler.
Islahat Fermanı ile gayrimüslimlere okul açma yetkisi verilirken aynı zamanda da devlet okullarında okuyarak memur ve asker olmalarının yolu da açıldı.
Gayrimüslimler ise çocuklarını yabancı okullar ile misyoner okullarına göndermeyi daha çok tercih ettiler.
Bazı yabancı okullar kapitülasyonlardan yararlanarak kurulmuş olan ve misyonerlik faaliyetleri kapsamında eğitim veren okullardı.
Yabancı okulların
zararlarının farkına varan Osmanlı Devleti,
birtakım kanunlar çıkararak bu okulları denetim altına almaya çalıştı.
İlk olarak 1846’da Meclis-i Maarif-i Umûmiye kuruldu.
En kapsamlı düzenleme 1869 yılında Saffet Paşa tarafından hazırlanan ve eğitimin hemen hemen her aşamasına ilişkin hükümler getiren Maarif-i Umûmiye Nizamnamesi oldu.
Osmanlı Devleti, bütün bu düzenlemelere rağmen yabancı ve azınlık okullarının kontrolünü eline alamadı ayrıca bu okullara Müslüman ailelerin çocukları da gitmeye başladı.
1914 yılında Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi üzerine savaştığı devletlere ait olan yabancı okulları kapattı. ,
1915 yılında çıkartılan Mekâtib-i Hususiye Talimatnamesi ile yabancı ve misyoner okulları ile ilgili kısıtlayıcı kanun yürürlüğe girdi ve birçok yabancı okul kapatıldı.
birtakım kanunlar çıkararak bu okulları denetim altına almaya çalıştı.
İlk olarak 1846’da Meclis-i Maarif-i Umûmiye kuruldu.
En kapsamlı düzenleme 1869 yılında Saffet Paşa tarafından hazırlanan ve eğitimin hemen hemen her aşamasına ilişkin hükümler getiren Maarif-i Umûmiye Nizamnamesi oldu.
Osmanlı Devleti, bütün bu düzenlemelere rağmen yabancı ve azınlık okullarının kontrolünü eline alamadı ayrıca bu okullara Müslüman ailelerin çocukları da gitmeye başladı.
1914 yılında Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi üzerine savaştığı devletlere ait olan yabancı okulları kapattı. ,
1915 yılında çıkartılan Mekâtib-i Hususiye Talimatnamesi ile yabancı ve misyoner okulları ile ilgili kısıtlayıcı kanun yürürlüğe girdi ve birçok yabancı okul kapatıldı.
II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ
EĞİTİM POLİTİKASI
II. Abdülhamit eğitim ve öğretim faaliyetlerinde merkeziyetçi, eğitim kurumları arasında ise denge politikası izledi.
Eğitim faaliyetlerinde Türklerin yoğun yaşadığı Anadolu’ya ağırlık verdi. Azınlık ve yabancı okullara Türk öğretmenler atanarak kontrol altına alınmaya çalışıldı.
Bu dönemde İlk dereceli okullarda İslamcılık, orta dereceli okullarda ise Osmanlıcılık akımını vermeye çalışan programlar uygulandı.
Türkçülük anlayışı da yavaş yavaş okulların müfredatına girmeye başladı.
II. Abdülhamit Dönemi’nde Maarif Merkezî Teşkilatı yeniden düzenlenerek her öğretim kademesi için genel müdürlükler ve müfettişlikler oluşturuldu.
I. Abdülhamit Dönemi’nde okullaşma tüm ülkeye yayıldı.
II. Abdülhamit eğitim ve öğretim faaliyetlerinde merkeziyetçi, eğitim kurumları arasında ise denge politikası izledi.
Eğitim faaliyetlerinde Türklerin yoğun yaşadığı Anadolu’ya ağırlık verdi. Azınlık ve yabancı okullara Türk öğretmenler atanarak kontrol altına alınmaya çalışıldı.
Bu dönemde İlk dereceli okullarda İslamcılık, orta dereceli okullarda ise Osmanlıcılık akımını vermeye çalışan programlar uygulandı.
Türkçülük anlayışı da yavaş yavaş okulların müfredatına girmeye başladı.
II. Abdülhamit Dönemi’nde Maarif Merkezî Teşkilatı yeniden düzenlenerek her öğretim kademesi için genel müdürlükler ve müfettişlikler oluşturuldu.
I. Abdülhamit Dönemi’nde okullaşma tüm ülkeye yayıldı.
II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ’NDE EĞİTİM İLE İLGİLİ
YAPILAN DİĞER ÇALIŞMALAR
İbtidai (ilkokul)
mektepler, rüşdiyeler ve idadiler yaygınlaştırıldı.
(İlk kız idadisi 1880 yılında açılmıştı.)
Darülfünuna yeni bölümler açılarak genişletildi.
Daru’l-Muallimin düzenlenerek “Âliye” şubesi (Yüksek Öğretim Okulu) açıldı.
Mekteb-i Funûn-ı Maliye, Ziraat ve Baytar Mektebi , Gümrük Mektebi, Hamidiye Ticaret Mektebi, Polis Mektebi gibi memur meslek mektepleri açıldı.
Mekteb-i Hukuk, Hendese-i Mülkiye, Maliye Mektebi, Ticaret Mektebi, Deniz Ticareti Mektebi, kız sanayi mektepleri gibi yüksekokullar açıldı.
Sanayi-i Nefise Mektebi açıldı.
Rüşdiyelerden itibaren yabancı dil öğretimi zorunlu oldu.
Devletin kritik bölgelerinde yer alan aşiretlerin çocuklarını Osmanlılık bilinciyle yetiştirmek amacıyla İstanbul’da bir Aşiret Mektebi açıldı.
(İlk kız idadisi 1880 yılında açılmıştı.)
Darülfünuna yeni bölümler açılarak genişletildi.
Daru’l-Muallimin düzenlenerek “Âliye” şubesi (Yüksek Öğretim Okulu) açıldı.
Mekteb-i Funûn-ı Maliye, Ziraat ve Baytar Mektebi , Gümrük Mektebi, Hamidiye Ticaret Mektebi, Polis Mektebi gibi memur meslek mektepleri açıldı.
Mekteb-i Hukuk, Hendese-i Mülkiye, Maliye Mektebi, Ticaret Mektebi, Deniz Ticareti Mektebi, kız sanayi mektepleri gibi yüksekokullar açıldı.
Sanayi-i Nefise Mektebi açıldı.
Rüşdiyelerden itibaren yabancı dil öğretimi zorunlu oldu.
Devletin kritik bölgelerinde yer alan aşiretlerin çocuklarını Osmanlılık bilinciyle yetiştirmek amacıyla İstanbul’da bir Aşiret Mektebi açıldı.
II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ’NDE AÇILAN HASTANELER
II. Abdülhamit, eğitim
olanaklarını kasaba ve köylere
kadar ulaştırmanın yanında birçok vilayet merkezinde hastaneler de açtırdı.
Günümüzde varlığını devam ettiren Darülaceze kimsesiz çocuklar ile yaşlı ve bakıma muhtaç insanları barındırmak amacıyla 1896 yılında açılmıştı.
Darülaceze 200 yataklı bir hastahane, bir yetimhane, çamaşırhane ile hamam gibi binaları ve el sanatları ile ilgili imalathaneler, fırın ve mabetlerden (cami, kilise ve havra) oluşan bir kompleksti.
Hamidiye Etfal Hastanesi II. Abdülhamit’in Dönemi’nde açılan en önemli kurumlardandır.
Bu dönemde 300’den fazla hastane yapılmıştır.
EMEKLİLİK SİSTEMİ (TEKAÜTLÜK SİSTEMİ)
1865’te Emeklilik Kanunu ile emekliliği düzenleyen ilk kurumlar ortaya çıktı.
Bu konudaki en önemli gelişme ise II. Abdülhamit Dönemi’nde emekli sandıklarının kurulmasıdır.
Yeni düzenlemelerle emeklilik sistemi askerî ve sivil memurlarının dışında dul ve yetimlerini de kapsayacak şekilde genişletildi.
Sosyal yardım uygulamalarından biri de şüphesiz yoksul aylıklarıdır. Tanzimat Dönemi’nde Maliye Nezareti’nin çeşitli kalemlerinden ve valilerin “Kapualtı Hasılatından” muhtaçlara maaşlar bağlanmıştır.
II. Abdülhamit Dönemi’nde Hazine-i Maliye-i Celile ödemeleri arasında “muhtacın tertibi” düzenlemesi ile muhtaç insanlara maaş bağlanmıştır.
Yoksul aylığı uygulaması, Osmanlı Devleti’nin sosyal bir devlet olma yolunda attığı büyük adımlardan biridir.
kadar ulaştırmanın yanında birçok vilayet merkezinde hastaneler de açtırdı.
Günümüzde varlığını devam ettiren Darülaceze kimsesiz çocuklar ile yaşlı ve bakıma muhtaç insanları barındırmak amacıyla 1896 yılında açılmıştı.
Darülaceze 200 yataklı bir hastahane, bir yetimhane, çamaşırhane ile hamam gibi binaları ve el sanatları ile ilgili imalathaneler, fırın ve mabetlerden (cami, kilise ve havra) oluşan bir kompleksti.
Hamidiye Etfal Hastanesi II. Abdülhamit’in Dönemi’nde açılan en önemli kurumlardandır.
Bu dönemde 300’den fazla hastane yapılmıştır.
EMEKLİLİK SİSTEMİ (TEKAÜTLÜK SİSTEMİ)
1865’te Emeklilik Kanunu ile emekliliği düzenleyen ilk kurumlar ortaya çıktı.
Bu konudaki en önemli gelişme ise II. Abdülhamit Dönemi’nde emekli sandıklarının kurulmasıdır.
Yeni düzenlemelerle emeklilik sistemi askerî ve sivil memurlarının dışında dul ve yetimlerini de kapsayacak şekilde genişletildi.
Sosyal yardım uygulamalarından biri de şüphesiz yoksul aylıklarıdır. Tanzimat Dönemi’nde Maliye Nezareti’nin çeşitli kalemlerinden ve valilerin “Kapualtı Hasılatından” muhtaçlara maaşlar bağlanmıştır.
II. Abdülhamit Dönemi’nde Hazine-i Maliye-i Celile ödemeleri arasında “muhtacın tertibi” düzenlemesi ile muhtaç insanlara maaş bağlanmıştır.
Yoksul aylığı uygulaması, Osmanlı Devleti’nin sosyal bir devlet olma yolunda attığı büyük adımlardan biridir.
EĞİTİM VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM
Osmanlı Devleti’nde XVIII. yüzyılın sonlarına gelinceye
kadar en yaygın eğitim kurumları sıbyan mektepleri ile medreselerdi.
II. Mahmut Dönemi’nde geleneksel eğitimin yanında Batı tarzı askerî eğitim veren okullar açıldı.
Medreselerin yanına modern okulların açılması Osmanlı Devleti’ndeki medrese-mektep ikilemini ortaya çıkarmıştı.
Tanzimat Dönemi’nde ilk kez eğitimin siyasi bir araç ve aynı zamanda toplumsal fonksiyonunun olduğu fark edildi. Okullarda bu dönemde çocuk ve gençlere “Osmanlılık” ideali aşılanmaya başlandı.
Osmanlı Devleti’nde Kanun-i Esasi ile tüm okullar devletin denetimi altına alındı.
Osmanlı Devleti’nde XVIII. yüzyılın sonlarına gelinceye
kadar en yaygın eğitim kurumları sıbyan mektepleri ile medreselerdi.
II. Mahmut Dönemi’nde geleneksel eğitimin yanında Batı tarzı askerî eğitim veren okullar açıldı.
Medreselerin yanına modern okulların açılması Osmanlı Devleti’ndeki medrese-mektep ikilemini ortaya çıkarmıştı.
Tanzimat Dönemi’nde ilk kez eğitimin siyasi bir araç ve aynı zamanda toplumsal fonksiyonunun olduğu fark edildi. Okullarda bu dönemde çocuk ve gençlere “Osmanlılık” ideali aşılanmaya başlandı.
Osmanlı Devleti’nde Kanun-i Esasi ile tüm okullar devletin denetimi altına alındı.
XIX. yüzyılda Osmanlı
Devleti’nde sağlık alanında daha çok
Darüşşifa, Darüssıhha, Bimaristan, Maristan gibi vakıflarca sunuluyordu.
Tanzimat’la beraber Osmanlı Devleti, sağlık sorunlarına yönelerek bu sorunların çözümü için çareler aramaya başladı.
Sağlık ağını genişletmek amacıyla askerî ve sivil tıp okulları açıldı.
Artık devlet sağlık hizmetlerini vakıflar aracılığı ile değil bizzat kendi eliyle götürmeye çalışıyordu.
Osmanlı idaresi kurmak istediği sağlık teşkilatına hekim yetiştirebilmek için 1839’da Mekteb-i Tıbbiye ve 1867’de Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (Sivil Tıp Okulu) kurumlarını açtı.
Darüşşifa, Darüssıhha, Bimaristan, Maristan gibi vakıflarca sunuluyordu.
Tanzimat’la beraber Osmanlı Devleti, sağlık sorunlarına yönelerek bu sorunların çözümü için çareler aramaya başladı.
Sağlık ağını genişletmek amacıyla askerî ve sivil tıp okulları açıldı.
Artık devlet sağlık hizmetlerini vakıflar aracılığı ile değil bizzat kendi eliyle götürmeye çalışıyordu.
Osmanlı idaresi kurmak istediği sağlık teşkilatına hekim yetiştirebilmek için 1839’da Mekteb-i Tıbbiye ve 1867’de Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (Sivil Tıp Okulu) kurumlarını açtı.
OSMANLI DEVLETİ’NDE DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ
SENED-İ İTTİFAK (1808)
XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
Osmanlı
eyaletlerinde mali, idari ve askerî kanunların
oluşturduğu
zeminin etkisiyle âyan adı verilen zengin bir
zümre, gücünü artırdı.
II. Mahmut, merkezde siyasi gücü artan Alemdar Mustafa
Paşa’yı , sadrazamlığa getirdi.
Alemdar Mustafa Paşa devlet otoritesinin yeniden
tesisi için yeniçeri Ocağının muhasebesini teftiş vesilesiyle yeniçeri
zorbaları öldürüldü veya sürgüne gönderildi.
Alemdar Mustafa Paşa, taşrada yok olan merkezî
otoriteyi tekrar tesis etmek amacıyla âyanlarla anlaşma yoluna giderek âyanları
İstanbul’a çağırdı.
Amacı merkez ile taşra arasında bir uzlaşma sağlamak,
âyanlara hak ve görevler vererek resmiyet kazandırmak, böylece devletin dağılma
tehlikesini önlemekti.
Âyan:
Herhangi bir vilayet ve kazada o yerin idaresi ile
alakadar olarak halk ile hükûmet arasındaki işleri idare eden ve halk
tarafından seçilen bir vazife sahibidir.
Âyanlar o memleketin nüfuzlu aileleri olan ve “eşraf-ı
belde” denilen zümre arasından seçilirdi.
Hükûmet âyanları seçmez bu işi valiler takip ederdi.
Âyanlar vergi ve asker toplamada devlete yardım ederlerdi.
Bu yardımlara karşılık âyanlara toplanan vergiden
hisse verilirdi.
Alemdar Mustafa Paşa gibi birinin Sadrazamlık
makamında olması, birçok âyan ve ağanın davete itaat etmesinde etkili
oldu.
Bulgar âyanları ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali
Paşa, Alemdar’ı rakip gördükleri için davete katılmadılar.
Öneriler oturuma katılanlar arasında tartışıldı ve
alınan kararlar “Sened-i İttifak” adı verilen belgeye yazılarak imzalanıp
mühürlendi.
II. Mahmut bu senedi mevcut durumun kötü olmasından
dolayı istemeyerek de olsa imzaladı.
SENED-İ İTTİFAK’IN BAZI MADDELERİ
Âyanlar padişahın emirlerini yerine getirerek ona
sadık kalacaklardı.
Âyanlar, eyaletlerden devletin asker almasına karşı
gelmeyeceklerdi. Karşı gelenlerden bütün âyanlar davacı olacaklardı.
Hazine gelirlerinin toplanması devletin koymuş olduğu
kanun ve hükümlere göre yapılacaktı.
Sadrazamın kanun ve ittifaka uygun olarak
vereceği emirlere itaat edilecek, uygun olmayanlara birlikte karşı çıkılacaktı.
İstanbul’da Yeniçeri Ocağı ve diğer ocaklarda isyan
çıkarsa âyanlar emir beklemeksizin gelip isyanı bastırmaya çalışacaklardı.
Padişah âdil ve eşit vergi alacak, aşırı vergi
konmayacaktı.
SENED-İ İTTİFAK’IN DEĞERLENDİRMESİ
Devlet, Anadolu’da ve Rumeli’de kendi kendine
güçlenmiş ve bir bakıma özerkliğini ilan etmiş
olan
âyanların varlıklarını, bu senetle kabul edip hukuki
hâle getirdi.
Bu belge ile bazı yetkilerinden zorunlu olarak
vazgeçmesiyle padişahın yetkileri sınırlandırıldı. Bundan dolayı II. Mahmut, bu
senedin yapılmasını günün koşulları gereği zorunlu olarak kabul etti.
Sened-i İttifak’ın arkasındaki gerçek güç olan Alemdar
Mustafa Paşa, 15 Kasım 1808’de yeniçeriler tarafından çıkarılan isyan sonucu
öldürüldü.
Alemdar’ın gücünden çekinen II. Mahmut, bu duruma
adeta seyirci kaldı. Böylece Sened-i İttifak etkisini yitirdi.
TANZİMAT FERMANI 1839
(GÜLHANE HATT-I HÜMÂYUNU)
Tanzimat, Sultan Abdülmecit Dönemi’nde 1839 Tanzimat
Fermanı’nın ilanı ile başlayan 1876
Meşrutiyet’in ilanı ile sona eren döneme denir.
Tanzimat, Osmanlı Devleti’ne Batılı anlamında bir
düşünce ve yönetim şekli getirmek için Avrupa’dan esinlenerek yapılan programlı
bir yenilik ve kültür hareketidir.
Tanzimat Fermanı, devletin iç ve dış nedenlerle
dağılma tehlikesi ile karşılaşması üzerine devleti bu durumdan kurtarmak için
bir çare olarak düşünülmüştür.
Tanzimat Fermanı’nın başlıca amaçları,
Devlet içerisindeki halkın bir kısım haklarını
genişletmek, Müslüman ve Hristiyan toplumları siyasi yönlerden birbirine
yaklaştırmak
Avrupalı devletlerin azınlıkları bahane ederek Osmanlı
Devleti’nin iç işlerine karışmasını engelleyerek iç barışı ve bütünlüğü
sağlamaktı.
TANZİMAT FERMANI İLE KABUL EDİLEN MADDELER
Kanun önünde herkes eşit sayılacaktı.
Vergiler herkesin gelirine göre toplanacaktı.
Hiç kimseye yargılanmadan ve sorgulanmadan
ceza verilmeyecekti.
Mahkemeler herkese açık olarak yapılacaktı.
Kişilere mülkiyet hakkı tanınacaktı.
Askerlik işleri düzene sokulacaktı.
Müsadere usulü kaldırılacaktı.
TANZİMAT FERMANI’NIN DEĞERLENDİRMESİ
Tanzimat Dönemi, merkeziyetçi bir yönetim ve bürokrasi
dönemiydi.
3 Kasım 1839’da Mustafa Reşit Paşa Tanzimat Fermanı
ile ülkenin problemlerini dile getirdi sonra memleketin iyi idaresi için de
yeni kanunların yapılmasının gerekli olduğunu belirtti.
Anayasal yönetim ve demokratikleşme yolunda önemli bir
adım atılmış oldu.
Tanzimat Fermanı ile Avrupalı devletlerin iç işlerine
müdahale etmesinin önüne geçilmeye çalışılmışsa da Avrupalı devletlerin
elçileri fermandaki bazı maddeleri kullanarak Osmanlı Devleti’nin iç işlerine
müdahale ettiler.
ISLAHAT FERMANI (1856)
Islahat Fermanı, Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne
yardım eden İngiltere, Fransa ve Avusturya’nın isteklerini karşılamak üzere
hazırlanmıştı.
Batı devletlerinin elçileri, Tanzimat Fermanı’nın vaat
ettiği reformları gerçekleştirecek kanun ve nizamların yapılmamış, yapılanların
da uygulanmamış olmasından şikâyetçi olmuşlardı.
Sadrazam, dışişleri bakanı ve şeyhülislam ile bu
devletlerin elçilerinin katıldığı tartışmalar sonunda Tanzimat kurallarını
tekrarlayan, açıklayan ve genişleten bir ferman hazırlandı.
Islahat Fermanı’nda Hristiyanlara yeni haklar tanındı.
Hristiyanlar, Müslümanların düzeyine getirilerek halkın kaynaşması sağlanmaya
çalışıldı.
ISLAHAT FERMANI İLE GETİRİLEN İLKELER
Bütün uyruklar için dinî ibadet ve törenlerin
yapılması serbesttir.
Hristiyanları küçültücü, Müslümanlara oranla fark
gözetici, hakaretamiz muamelede bulunulmayacak ve söz söylenilmeyecektir.
Bütün memurluklar ve okullar herkese açık olacaktır.
Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki ticaret ve
cinayet davalarına karma mahkemeler bakacak.
Müslüman olmayanlar da askere alınacaktır.
Müslüman olmayanlar da yerel meclislerde temsil
edilecektir.
Bütün uyruklar için vergi eşitliği sağlanacaktır.
İltizam sistemi kaldırılarak vergiler doğrudan
alınacaktır.
ISLAHAT FERMANI’NIN DEĞERLENDİRMESİ
Islahat Fermanı, konu olarak sadece Müslüman
olmayan
ulusların ayrıcalıklarını genişletmiş, Müslüman halk
için yeni bir hak getirmemiştir.
Bu nedenle Islahat Fermanı, Müslümanlar tarafından
olumlu karşılanmadı. Hristiyanlar ise Islahat Fermanı’nı kendilerine askerlik
yükümlülüğü getirdiği için olumlu karşılamadılar.
Gerçekte Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı’nın
genişletilmiş bir şekliydi ancak Tanzimat, ülkenin içine düştüğü kötü durumdan
kurtarılması için Osmanlı devlet adamları tarafından dış etki olmadan
hazırlanmıştı.
Islahat Fermanı ise yabancı devletlerin baskısı
sonucunda düzenlenmiş ve ilan edilmişti.
Paris Antlaşması’ndaki, “Osmanlı Devleti’nin iç
işlerine karışılmayacak” maddesine rağmen 1856-1876 yılları arasında Islahat
Fermanı’na dayanan yabancı devletler, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine daha çok
karışmaya başladılar.
I. MEŞRUTİYET’İN İLANI VE
KANUN-İ ESASİ’NİN KABULÜ (1876)
Meşrutiyet’in ilanını isteyen ve kendilerine “Genç
Osmanlılar” diyen bir grup aydın 1865 tarihinde İstanbul’da “Genç Osmanlılar
Cemiyeti”ni kurdular.
Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Agâh Efendi
bu çatı altında, padişahın mutlak otoritesine karşı ilk muhalefeti
oluşturdular.
Genç Osmanlıların temel amacı mutlak monarşi yerine
anayasal bir monarşi kurmak yani padişahın yetkilerini halkın temsilcilerinden
oluşan bir meclis ile sınırlandırmaktı.
Bu oluşum Devlet Şûrası (Şûra-yı Devlet) Başkanı
Mithat Paşa’nın desteği ile gücünü arttırmıştır. Genç Osmanlılar II.
Abdülhamit’i destekleyerek tahta geçmesinde önemli rol oynadılar.
II. Abdülhamit, devlet adamlarının, basının ve yabancı
devletlerin istekleri doğrultusunda meşrutiyete geçmeye karar verdi. II.
Abdülhamit 8 Ekim 1876’da Kanun-i Esasi’nin hazırlama işini Mithat Paşa’nın
başkanlığında kurulan bir komisyona verdi.
Birinci Meşrutiyet’in ilanı, XVIII. yüzyılın ilk
yarısında
başlayıp sürekli devam etmiş olan batılılaşma
hareketinin bir sonucudur.
Balkanlar’da yaşanan olumsuzluklara çare bulmak
amacıyla İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Almanya, İtalya ve Osmanlı
devletlerinin temsilcileri İstanbul (Tersane) Konferansı’nda bir araya geldiler.
İç ve dış siyaset buhranını dağıtmak isteyen Osmanlı
Devleti, İstanbul Konferansı’nın ilk oturumunun yapıldığı sırada Kanun-i
Esasi’yi Bâbıâli’de toplanan devlet adamları ve halk önünde törenle ilan etti
(23 Aralık 1876).
Böylece Türk toplumunun ilk yazılı anayasası kabul
edildi.
II. Abdülhamit ayrılıkçı mebusların faaliyetlerini ve
93 Harbi’ni gerekçe göstererek Kanun’un kendisine verdiği yetkiyle Meclisi
feshetti (13 Şubat 1878).
KANUN-İ ESASİ
İlan edilen Kanun-i Esasi’ye göre yürütme
gücünün başında padişah bulunuyordu.
Yargı yetkisi bağımsızdı.
Yasama yetkisi ise Mebusan Meclisi ve Âyan
Meclisi’nden kurulu bir Genel Meclis tarafından yürütülecek, yasama
faaliyetleri padişahın onayına bağlı olacaktı. Âyan Meclisi üyelerini padişah,
Mebusan Meclisi üyelerini halk seçecekti.
Meclisi fesh etme yetkisi ise padişaha aitti. Diğer
yandan padişah, hükûmete olan güveni zedelediği gerekçesiyle istediği kişiyi
memleket dışına sürmek yetkisine sahipti.
Devlet yönetimiyle ilgili yetkilerin tümü gerçekte yine
hükümdarda toplanmış bulunmaktaydı.
II. MEŞRUTİYET ÖNCESİ GELİŞMELER
II. Meşrutiyet öncesi 1878 Berlin Antlaşması’yla
Sırbistan,
Karadağ ve Romanya’nın Osmanlı Devleti’nden
ayrılmasıdır. Bunun yanında Kars-Ardahan-Batum’un Rusya’ya verilmişti.
Kıbrıs’ın ayrı bir antlaşmayla İngiltere’ye verilmesi
Osmanlı topraklarının hızla küçülmesine sebep olmuştur.
Fransızların 1881’de Tunus’u, İngilizlerin 1882’de
Mısır’ı işgal etmesi Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki hâkimiyetine büyük darbe
vurmuştur.
Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’nin kendilerine
olan borçlarını almak için 1881’de Düyûn-u Umumîye’yi (Genel Borçlar İdaresi)
kurmaları devleti ekonomik olarak kötü etkilemiştir.
II. Abdülhamit’in Meclis-i Mebusan’ı kapatması Osmanlı
aydınlarının tepki gösterip muhalefet etmelerine neden oldu. Osmanlı Devleti’ni
ayakta tutmak için otoriter bir rejim uygulayan II. Abdülhamit’e karşı olan
muhalefet gün geçtikçe büyüdü.
II. MEŞRUTİYET’İN İLANI (24 TEMMUZ 1908)
İngiliz Kralı III. Edward (Edvırt) ile Rus Çarı II.
Nikola’nın Reval Görüşmeleri gerçekleşti (9-10 Haziran 1908). Reval
Görüşmeleri’nde Rusya ile İngiltere’nin Osmanlı topraklarını paylaştıkları
haberi kısa sürede duyuldu.
İttihat ve Terakki’ye göre devleti kurtaracak tek yol
II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve meşrutiyet rejimine
geçilmesiydi.
Osmanlı Devleti’nin sonunun geldiği iddiaları artınca
Kolağası Niyazi ve Enver Beyler Selanik ve Manastır’da ayaklanma
çıkardılar.
Makedonya’daki olaylar gittikçe büyüyerek halkın ve
III. Ordu’nun katıldığı genel bir isyan hâlini aldı. Bunun üzerine İttihat ve
Terakki Cemiyeti Selanik’te harekete geçti. 23 Temmuz 1908’de padişaha bir
telgraf çekerek Kanun-i Esasi’nin derhâl yürürlüğe konulmasını ve meclisin
açılmasını, bu yapılmadığı takdirde daha kötü olayların meydana gelebileceği
bildirildi.
II. Abdülhamit olayların büyümemesi ve devlet
otoritesinin yeniden tesis edilmesi amacıyla meşrutiyeti yeniden ilan etti (24
Temmuz 1908).
Meşrutiyet’in duyurulması üzerine mebus seçimi ile
ilgili hazırlıklar başladı.
25 yaşını doldurmuş ve devlete vergi veren erkekler
seçimlerde oy kullanma hakkına sahipti. 50 bin erkek nüfus adına bir mebus
seçilecekti.
Mebus adayı olmak için de 30 yaşını doldurmuş olmak ve
Türkçe okuma yazma bilmek zorunluluğu getirilmişti.
Birçok siyasi parti olmasına rağmen seçimler
İttihat ve Terakki’nin denetimi altında yapıldı.
Yapılan seçimler sonucunda 240 mebus halkı temsil
edecekti.
Meclis-i Mebusan’ın, 17 Aralık 1908’de açılmasıyla
siyasi hayatta yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönem artık çok partili ve
parlamentolu olacaktı.
II. MEŞRUTİYET İLE OSMANLI DEVLETİ’NDE
KURULAN SİYASİ PARTİLER
1. İttihat ve Terakki Fırkası
2. Hürriyet ve İtilaf Fırkası
3. Osmanlı Ahrar Fırkası
4. Fedakârân-ı Millet Cemiyeti
5. Osmanlı Demokrat Fırkası
6. İttihad-ı Muhammediye Fırkası
7. Mutedil Hürriyetperveran Fırkası
8. Islahat-ı Esasiye-i Osmaniye Fırkası
9. Ahali Fırkası
10. Osmanlı Sosyalist Fırkası
11. Millî Meşrutiyet Fırkası
KANUN-İ ESASİ’DE YAPILAN BAZI DEĞİŞİKLİKLER
Hükûmet meclise karşı sorumlu oldu.
Padişahın sürgün yetkisi kaldırıldı.
Padişahın mutlak veto yetkisi kaldırıldı.
Yasa teklifi için gerekli olan padişah izni
kaldırıldı.
Padişahın meclisi açma-kapama yetkisi zorlaştırıldı.
Sansür yasağı kaldırıldı.
Siyasi parti kurma hakkı getirilerek çok partili
hayata geçiş sağlandı.
Padişahın kanunları onaylama süresi sınırlandırıldı.
TANZİMAT’IN İLAN EDİLMESİNDEN SONRA
ÇIKARILAN BELLİ BAŞLI KANUNLAR
1840 Tarihli Ceza
Kanunu: Kişi haklarına değer
veren
yeni bir ceza kanunu yapıldı. Fransız hukukundan
etkilenilmiştir.
1851 Tarihli Ceza
Kanunu (Kanun-ı Cedit): Zabıtaya karşı gelmek, sarhoşluk,
kumarbazlık, kız kaçırma, sahtekârlık, gibi suçlar da bu kanuna ilave edildi.
Arazi Kanunnamesi: Mirî arazinin mülk hâline geçişi bu
kanunla kolaylaştı.
Mecelle-i Ahkâm-ı
Adliyye: Tanzimat
Dönemi’nde hazırlanan en önemli kanun Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’dir. Ahmet
Cevdet Paşa’nın başkanlığında kurulan Mecelle Cemiyeti millî bir medeni kanun
hazırladı. Mecelle bir bakıma modern hukukla şerî hukukun sentezlenmesiydi.
Hukuk-ı Aile Kararnamesi: İslam hukukunun aileye dair
kısmının kanunlaştırılması mahiyetindedir (1917).
Usul-i Muhakeme-i
Şeriye Nizamnamesi: Osmanlı Devleti’nin klasik
döneminde asli ve tek mahkeme olan şeriye mahkemelerinin yargılama usulü,
Mecelle’de yer alan hükümlerle yeniden düzenlenmekteydi. Dağınık ve karmaşık
bir yekûn oluşturan bu düzenlemeler, 1917 yılında bir araya getirilip Usul-i
Muhakeme-i Şeriye Nizamnamesi olarak çıkartıldı.
Kanunname-i
Ticaret: 1849 yılında Fransız Ticaret
Kanunu’nu, Kanunname-i Ticaret adıyla tercüme ettirerek 1850 yılında yürürlüğe
koydu.
Ticaret-i Bahriye
Kanunnamesi: 1863 tarihli Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi’nin yürürlüğe
girmesiyle Kanunname-i Ticaret’in deniz ticareti ile ilgili eksikliği
tamamlandı.
Usul-i Muhakeme-i
Ticaret Nizamnamesi: Dava
açılması, dilekçe verilmesi, tarafların mahkemeye celbi, davanın görülmesi,
karar, gıyabî yargılama, karara itiraz, üçüncü şahısların hükme itirazı ile
ilgili hükümler Usul-i Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi’nde yer almaktaydı.
DAĞILMAYI ÖNLEME ÇABALARI
OSMANLICILIK
Osmanlı Devleti sınırlarında yaşayan Müslim,
gayrimüslim halka yeni haklar vererek aralarında eşitlik sağlamak amacıyla
Osmanlıcılık fikri benimsenmişti.
Amaç din, dil, ırk ayrımı yapmadan büyük bir Osmanlı
milleti oluşturmaktı.
II. Mahmut Dönemi’nde Osmanlı Devleti, Osmanlıcılık
düşüncesi ile ilgili ilk ciddi adımı attı. Bu dönemde Batı tarzı birçok ıslahat
yapıldı.
Osmanlıcılık fikrinin en önemli savunucuları Ali Paşa,
Fuat Paşa, Mithat Paşa ve Genç Osmanlılardı.
Tanzimat’ın ilanından sonra sosyal alanda uygulanmaya
başlanan bu fikir, Genç Osmanlıların II. Abdülhamit’e meşrutiyeti kabul
ettirmesiyle siyasi alanda da yerini aldı.
Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre sonra Berlin
Antlaşması ile Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın bağımsız olması Osmanlıcılık
fikrine büyük bir darbe vurdu.
Balkanlar’da, Doğu Anadolu’da yaşanan olaylar,
gayrimüslimlerin Müslümanlara saldırıları ve devlete karşı isyanları
Osmanlıcılık fikrinin başarıya ulaşamadığını gösterdi.
İSLAMCILIK
Tanzimat Fermanı’yla resmen başlayan Batılılaşma
hareketine
ve Batıcı yazarların İslamiyet aleyhine yazmış
oldukları yazılara
bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Osmanlıcılık fikri önemini kaybedince İslamcılık fikri
önem kazanmaya başladı.
Osmanlı Devleti’nin sınırlarında ve dünyanın değişik
coğrafyalarında yaşayan bütün Müslümanları Osmanlı çatısı altında toplama
düşüncesi etkinlik kazandı.
İslamcılık fikri sultan Abdülaziz’in son dönemlerinde
Panislamizm olarak diplomatik görüşmelerde kullanılmaya başlandı. Bazı Asya
hükümdarları ile diplomatik ilişkiler kurulmaya çalışıldı.
İslamcılık, II. Abdülhamit Dönemi’nde devlet
politikası hâline geldi.
II. Abdülhamit, İslam birliği siyasetini gerçekleştirmek
için sahip olduğu “halife” sıfatını etkin bir şekilde kullanmıştı.
İslamcılık siyaseti sayesinde Hindistan gibi
ülkelerdeki Müslüman halkın Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı
Devleti’ne maddi ve manevi yardımları olmuştu.
İslamcılık fikrini savunanların büyük bir kısmı dinî,
ahlaki ve sosyal değerlerin korunması şartıyla Batı’nın örnek alınabileceğini
savunmuştur. İslam dünyasının hurafelerden kurtarılması gerektiği üzerinde
durmuşlardır.
İslamcılık düşüncesi Arap-Acem, Sünni-Şii
ayrılıklarının baş göstermesine rağmen XX. Yüzyılda etkinliğini sürdürmüştür.
TÜRKÇÜLÜK (MİLLİYETÇİLİK)
Ziya Gökalp’e göre millet “Dilce,
dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan yani aynı terbiyeyi
almış fertlerden oluşan
bir topluluktur.”
Milliyetçilik ise “İnsanların soy,
kültür ve coğrafi özelliklerinden hareket ederek bir birlik oluşturan kavramın
adıdır.”
Türkçülük fikri, Avrupalı devletlerin
Tanzimat’a, Islahat’a ve Meşrutiyet’e rağmen Osmanlı Devleti’ni parçalamaya
yönelik faaliyetlerini durdurmaması üzerine oluşmuş bir fikir akımıdır.
Türkçülük fikri, Müslüman olup Türk
olmayan toplulukları daha da ayrıştırmıştı.
Türkçülük fikrini savunan aydınlar: Ziya
Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Tekin Alp, Ömer Seyfettin, Fuat Köprülü,
Hamdullah Suphi, Kazım Duru ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu’dur.
SULTAN ABDÜLAZİZ’İN DARBE İLE
TAHTTAN İNDİRİLMESİ 1876
Sultan Abdülaziz 1861’de padişah olduğunda, herkes
ondan ülkeyi 1854’te başlayan dış borçlanmanın getirdiği bataklıktan kurtarmasını
istiyordu.
Sultan Abdülaziz güçlü bir donanma oluşturdu.
Avrupa’daki gelişmeleri bizzat görmek amacıyla bir
Avrupa seyahati yaptı.
Hükümdarlığı zamanında yeraltı treni (metro) ve
tramvay ilk defa Osmanlı Devleti’ne geldi.
Eğitim alanında Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi)
açıldı (1868).
Sultan Abdülaziz icraatlarına Ali ve Fuat Paşalar her
bakımdan yardımcı oldular.
Bütün bu iyi gelişmelere rağmen ülkenin dış borçları
ödenemez hâle gelmişti.
Fuat ve Ali paşaların ölümleriyle padişah en önemli
destekçilerini kaybetti.
1871’den sonra devlet adamları arasında
Abdülaziz
aleyhtarları çoğaldı. Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa,
Serasker
Hüseyin Avni Paşa, Adalet Nâzırı Mithat Paşa ve
Şeyhülislam Hayrullah Efendi’den oluşan dörtlü, Sultan Abdülaziz’e karşı
ittifak yaptı.
Hüseyin Avni Paşa Sultan Abdülaziz’e bağlı komutanları
İstanbul’da uzaklaştırdı.
Padişahın tahttan indirilmesi ile ilgili planını diğer
komutanlara ve hükûmet üyelerine kabul ettirdi.
Ordunun yönetimi elinde olduğu için, 30 Mayıs 1876’da
Abdülaziz’in bulunduğu Dolmabahçe Sarayı’nı karadan ve denizden kuşattı.
Sultan Abdülaziz tahttan indirilerek yerine V. Murat
Osmanlı Devleti tahtına çıkarıldı.
4 Haziran 1876 Pazar sabahı, Sultan Abdülaziz odasında
bilekleri kesilmiş hâlde bulundu.
Sultan Abdülaziz’in ölümü halk arasında büyük üzüntüye
neden oldu.
Aradan beş yıl geçtikten sonra Maliye Nâzırı Mahmut
Celalettin Paşa, Sultan II. Abdülhamit’e bir tezkere göndererek Abdülaziz’in
katledilmiş olduğunu ileri sürdü.
Bunun üzerine II. Abdülhamit’in emri ile olayın
araştırılmasına başlandı.
Yapılan duruşmalar sonucunda Sultan Abdülaziz’in
intihar etmediği, kasıtlı olarak öldürüldüğü ortaya çıktı.
Suçlulardan bazıları idam edilirken bazıları ise
sürgüne gönderildi.
31 MART DARBESİ 1909
23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından kısa bir
süre sonra
Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi,
Avusturya Macaristan’ın, Bosna-Hersek’i topraklarına
kattığını açıklaması
ve Girit Meclisi’nin Osmanlı’dan ayrılarak
Yunanistan’a bağlanma kararı alması sürecin bozulmasına sebep oldu.
Gücü elinde bulunduran İttihat ve Terakki, devlet
kadrolarında tasfiyeye başladı.
II. Abdülhamit Dönemi’nde önemli mevkilerde olan
birçok kişi memuriyetten çıkarıldı. İşten çıkarılanların yerine İttihatçıların getirilmesi
güven ortamının bozulmasına sebep oldu.
II. Meşrutiyet’in ilanı üzerine İstanbul’a dönerek
“Serbestî” gazetesinin başına geçen Hasan Fehmi, yazılarında İttihat ve
Terakki’yi sert bir dille eleştirdi.
Hasan Fehmi, 6 Nisan 1909 akşamı Galata Köprüsü
üzerinde vurulunca cinayeti işleyenlerin ittihatçılar
olduğu düşünüldü.
Hasan Fehmi cinayeti ayaklanmanın fitilini ateşledi.
İttihat ve Terakki’nin muhaliflerinden İkdam Gazetesi
Başyazarı Ali Kemal Bey’in Mülkiye Mektebi’nde Hasan Fehmi cinayetiyle ilgili
yaptığı konuşma öğrencileri galeyana getirdi. Öğrenciler bağırıp çağırarak
Bâbıâli’ye yürüdüler.
Güvenlik güçleri öğrencileri dağıttı.
Üniversite öğrencileri, subaylar, dervişler Hasan
Fehmi Bey’in cenazesini kaldırmaya gelmişlerdi.
Cenaze töreni ittihatçı muhaliflerinin bir gövde
gösterisine dönüştü.
İttihatçılara karşı duyulan öfke ve kızgınlık
cenazeyle iyice artmıştı. Bütün bu olayların sonucunda “31 Mart Vakası” meydana
geldi.
31 Mart Vakası, esas itibariyle siyasî ve askerî bir
isyandır.
Selanik’ten İstanbul’a Meşrutiyet’in muhafızı olarak
getirilmiş olan avcı taburu erleri, subaylarını hapsederek 12/13 Nisan gecesi
ayaklandılar.
İsyan eden askerler Sultanahmet Meydanı’nda
toplandılar.
Şeriat hükümleri kesin olarak yürütülmesini,
Bu hareketlerinden dolayı sorumlu tutulamayacakları
üzerine kendilerine mühürlü senet verilmesini,
Harbiye Nazırı Rıza Paşa ile Mebuslar Meclisi Başkanı
Ahmet Rıza görevden alınmasını
Mevcut üst rütbeli subaylar görevden alınmasını
istediler.
İsyanda medreseli öğrenciler, Ahrar Fırkası’na mensup
politikacılar hatta bazı milletvekilleri, Prens Sabahattin Bey takımı,
İttihad-ı Muhammedî Fırkası, bazı gazeteler ve yazarlar da yer almaktaydı.
İstanbul’daki isyan Selanik’te bulunan İttihat ve
Terakki Cemiyeti merkezine “Meşrutiyet mahvoldu.” şeklinde bildirildi. Bunun
üzerine hazırlanan Hareket birlikleri 23- 24 Nisan’dan itibaren İstanbul’a
girmeye başladı.
Hareket Ordusu’nun duruma hâkim olmasından sonra
meclis tekrar Sultanahmet’teki parlamento binasında çalışmaya başladı.
Meclisin 27 Nisan 1909’daki oturumunda ayaklanmada
etkisi olduğu gerekçesiyle hakkında fetva çıkarılan II. Abdülhamit’in tahttan
indirilmesine ve yerine Veliaht Mehmet Reşat’ın padişah olmasına karar verildi.
BÂBIÂLİ BASKINI 1913
1912 yılında başlayan Balkan Savaşı sırasında
Bulgar orduları Çatalca önlerine kadar geldi.
Makedonya elden çıktı.
Selanik, Yunanlıların eline geçti.
Bulgar kuşatması altındaki Edirne’de Şükrü Paşa
olağanüstü bir direniş mücadelesi verdi.
Avrupalı büyük devletlerin İstanbul’daki temsilcileri
17 Ocak 1913’te Osmanlı Devleti’ne verdikleri bir nota ile Edirne’nin terk
edilmesini, aksi hâlde savaşın yeniden başlayacağını bildirdiler.
Kâmil Paşa hükümeti, Edirne’nin verilmesi
taraftarıydı.
İttihatçılar hükûmetin icraatlarını beğenmediklerini
padişaha bildirerek hükûmet değişikliğini istediler fakat olumsuz cevap
aldılar.
23 Ocak 1913’te Enver Bey’in başında olduğu bir
grup
Bâbıâli’deki hükûmet merkezine doğru harekete
geçti.
Enver Bey ve arkadaşları hiçbir zorluk çekmeden
Bâbıâli’ye girmeyi başardı.
Talat Bey ve Enver Bey, Sadrazam Kâmil Paşa’nın
odasına girdiler.
Kâmil Paşa’dan istifa etmesini istediler.
Talat ve Enver Beylerin ikazı üzerine Kâmil Paşa,
ahali ve askerlerden gelen teklif üzerine istifa ettiğini bildirdi.
Enver Paşa dışarıda bekleyen kalabalığa Kâmil Paşa
hükumetinin sona erdiğini ve yeni kabineyi Mahmut Şevket Paşa’nın kuracağını
bildirdi.
1912’ye kadar iktidarı denetleyen bir güç olan İttihat
ve Terakki, Bâbıâli Baskını ile tek başına iktidar olmuş ve fiilen tek parti
hâlini almıştı.
DARBELERİN KAYBETTİRDİĞİ TOPRAKLAR
Osmanlı Devleti’nde XIX ve XX. yüzyılda
meydana gelen darbeler devletin iç ve dış politikada güç kaybetmesine sebep
oldu.
Sultan Abdülaziz’in bir darbe sonucu
indirilmesi büyük kargaşaya sebep oldu. Balkanlar’daki gayrimüslim halk,
Avrupalı devletlerin de desteği ile ayaklandı.
1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı’nı (93
Harbi) Osmanlı kaybetti. Yapılan Berlin Antlaşması sonucunda Sırbistan, Karadağ
ve Romanya’ya bağımsızlık verildi. Osmanlı Devleti büyük toprak kayıpları
yaşadı.
I. Meşrutiyet’in ilanından sonra devlet
yöneticileri rehavete kapıldılar. Bu rehavet sonucunda dış siyasete gereken
önem verilmedi.
Avusturya-Macaristan İmparatoru Bosna ve
Hersek’in Avusturya topraklarına ilhak edildiğini ilan etti.
Bu haberin duyulmasından bir gün sonra
Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti.
Girit Hristiyanları Kandiye’de
toplanarak, Girit’in Yunanistan’a katıldığını duyurdular.
1913 yılında kabul edilen bir tasarı ile
Arnavutluk muhtar bir devlet ilan edildi.
Arnavutluk prensi Avrupa devletleri
tarafından seçilecekti.
Yaşanan bu süreç Arnavutluk’un Osmanlı
Devleti’nden ayrılmasına neden oldu.