11. SINIF 4. ÜNİTE DEVRİMLER ÇAĞINDA DEĞİŞEN DEVLET-TOPLUM İLİŞKİLERİ


4. ÜNİTE
FRANSIZ İHTİLALİ’NİN İMPARATORLUKLARA ETKİSİ
Fransız İhtilali beraberinde ulus, milliyetçilik, millî 
egemenlik, demokrasi, laiklik, adalet gibi kavramları 
ortaya çıkardı ve bu kavramlar tüm Avrupa’ya yayıldı. 
Fransız İhtilali, özellikle çok uluslu yapıları olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Rusya ve Osmanlı Devleti’ni etkiledi. Fransız İhtilali’nin getirmiş olduğu milliyetçilik akımı ve liberal fikirlerle bu devletler parçalanabilirdi.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, ülkede otoriteyi arttırarak Metternich Politikasıyla milliyetçi ve liberal hareketleri bastırma yolunu tercih etti. Bağımsızlık için ayaklanan Sırplar, Hırvatlar ve Romenler isteklerine kavuşamadı.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Alman ve İtalyan millî birliklerinin kurulmasını engellemeye çalıştıysa da 1870 yılında İtalya, 1871 yılında da Almanya millî birliğini kurdu. 
1830 yılında Rusya sınırları içinde yaşayan Polonyalılar hürriyetlerini kazanmak
için ayaklandılar. ancak Ruslar bağımsızlık hareketini çok sert bir şekilde bastırdı.
1830’da Fransa kralı devrilince Belçikalıların çıkarttığı isyanı Rusya bastırdı.
Macar İsyanı’nı bastırmak için Avusturya’ya asker gönderen Rusya, Osmanlı Devleti’ne de Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı’nı bastırılmasında yardım etti.
Fransız İhtilali temelleri atılan sosyalizm, 1917’de Çarlık Rusyası’nın Bolşevik İhtilali ile yıkılmasına neden oldu.
İhtilalin Osmanlı Devleti’ndeki gayrimüslim halk üzerinde etkili olmaya başladığının en bariz örneği 1820 Yunan Ayaklanmasıdır. Müslüman halka ihtilalin etkileri ise ancak XIX. Yüzyılın ikinci yarısında yansıdı. 
Fransız İhtilali’nin yaymış olduğu milliyetçilik akımının etkisi ile I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde devlet sınırlarının Meriç Nehri’ne kadar gerilemesine, Balkan ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmalarına sebep oldu.

İhtilalin yaydığı fikir akımları, Osmanlı Devleti’ndeki 
subay ve teknik okullarda ders veren yabancı öğretmenler 
tarafından yayıldı.
1830-1860 yılları arasında Batı’da sivil toplum hayatına yer etmiş olan özgürlük ve anayasacılık gibi düşünceler, Osmanlı’da da büyük bir hayranlık uyandırdı. 
Bu doğrultuda meydana gelen en büyük gelişmelerden biri Osmanlı Devleti’nde 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın yayınlanması oldu.
 Kendilerine “Genç Osmanlılar” diyen bir grup aydın, 1865-1875 yılları arasında yürüttükleri çalışmalarla Osmanlı Devleti’nde ilk anayasanın yürürlüğe girmesini sağladılar (1876). Böylece Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet Dönemi başladı. 
II. Meşrutiyet yıllarında Türkçülük akımı hızla Osmanlı coğrafyasında yayılmaya
başladı. Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde bu Türk milliyetçiliği yer aldı.
OSMANLI DEVLETİ’NDE BAĞIMSIZLIK HAREKETLERİ
Osmanlı Devleti üzerinde emelleri olan devletler,
milliyetçilik akımını azınlıklar arasında yaymaya çalıştılar. 
Napolyon Bonapart, Balkanlar’ı ele geçirmek, Mısır’a çıkmak ve Doğu Akdeniz’i bir Fransız gölü hâline getirmek için Osmanlı Devleti’nde milliyetçilik akımının yayılması ve bağımsızlık isyanlarının çıkması için uğraştı.
Rusya, Yedi Ada’da Rumları Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırttı. Rusya Balkanlar’da milliyetçiliği yaymaya devam etti.
Avusturya ve Rusya, Balkanlar’daki emellerini gerçekleştirebilmek için Sırbistan’a yolladıkları ajanlarla milliyetçilik düşüncesini Sırplar arasında yaymaya başladılar. 1804 yılında başlayan isyan 1878 yılında Sırpların bağımsızlığı ile sonuçlandı.

Sırplardan sonra 1821 yılında Rumlar isyan ettiler. Avrupalı devletler müdahale ederek Rum İsyanı’nı uluslararası bir mesele hâline getirdiler.
Rum isyanını bastıran Osmanlı ve Mısır donanmaları İngiliz, Fransız ve Rus ittifakı tarafından Navarin’de yakıldı.
1828-1829 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı Devleti yenilince yapılan Edirne Antlaşması’ndan sonra Yunanistan bağımsızlığını ilan etti. 
Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması diğer azınlıkların da isyan ederek Osmanlı Devleti’nden kopmalarına sebep oldu.
XIX. YÜZYIL SOSYAL MUHALEFET HAREKETLERİ 
1830 İHTİLALLERİ
1830 İhtilallerinin sebepleri: 
Ekonomik hayatın gelişmesinin ancak siyasal 
alandaki liberalizm ile gerçekleşeceğine inanılması, 
Avrupa halklarında özgürlük arayışının gittikçe yaygınlaşması,
1815 Viyana Kongresi’nden sonra Metternich Sistemi ile kralların özgürlük düşüncesini benimseyen Avrupa halkının üzerinde hakları kısıtlayıcı politika uygulaması, 
1815-1830 yılları arasında ülkelerin anayasal düzene geçmeleri ve kralların anayasayı kaldırmak veya anayasanın sınırlarını daraltmak istemesi, 
Başka devletlerin egemenliği altındaki halklarda milliyetçilik akımının güçlenmesi, 
Almanya’da bilim ve felsefenin ilerlemesiyle Avrupa’ya liberalizmin yerleşmesi yer alır.
1830 İhtilalleri, ilk olarak Fransa’da başladı. İhtilal başarılı olunca Almanya, İtalya, Polonya, İngiltere ve İspanya’da da etkilerini hissettirdi. 
Fransa, Belçika ve İspanya’da liberalizm hareketi başarıyla sonuçlandı. Liberalizm akımı sayesinde İsviçre bağımsızlığını kazandı.
1830 İhtilallerinde Batı Avrupa’da aristokrat sınıf, burjuvazi sınıfına yenilmiştir.
1830 İhtilalleri Fransa ve İngiltere’de işçi sınıfının siyasal yaşamda bağımsız bir güç olarak doğmasını da sağladı.
15 Ekim 1833’te gizli bir antlaşma ile monarşiyi savunan Avusturya, Rusya ve Prusya aralarında Doğu Bloku’nu, 
Nisan 1834’te Londra’da yapılan antlaşma ile de İngiltere, Fransa, İspanya ve Portekiz liberalizmi savunan Batı Bloku’nu oluşturdu.
1848 İHTİLALLERİ
Avrupa’da 1815-1830 yılları arasında yaşanan siyasi, 
sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeler ile 1815 Viyana 
Kongresi’nin getirmiş olduğu düzen, 1848 İhtilallerini de beraberinde getirdi.
1848 İhtilalleri 1830 İhtilalleri’ne göre daha etkili oldu. İmparatorlukların hâkimiyeti altında yaşayan milletlerin bağımsızlık için ayaklanmaları bu ihtilalleri yaygınlaştırdı.
Liberalizm, nasyonalizm ve sosyalizm gibi fikir akımlarının insanlar arasında yayılması 1848 İhtilallerine güç kazandırdı.
Sicilya’da başlayan 1848 İhtilalleri 1848 İhtilalleri Fransa’da güç kazanarak diğer ulusları da etkiledi.
Almanya, İtalya ve Macaristan’daki ihtilal hareketleri, milliyetçilik açısından başarısızlıkla sonuçlandı. 
Belçika, Hollanda, Danimarka, Sardinya ve İsviçre ihtilalleri ise özgürlüklerin güçlenmesini sağladı.
Avrupa’daki bu ihtilallerin genel olarak başarısızlığı 
demokrasinin gelişmesini olumsuz etkilediyse de Avrupa’yı
bir savaş alanı hâline gelmekten de korudu çünkü Rusya bu tür ihtilal girişimlerine müdahale etmek için adeta fırsat kollamaktaydı.
Avrupa’da yeni bir barış dönemine girilerek Avrupa uygarlığını geliştirecek yeni adımlar atıldı.
Hükûmetler, ideoloji veya inançlar üzerinden değil güç ve gerçeklik üzerinden siyaset yapmaya başladılar.
Devletler doğal düşman veya müttefik gibi davranışları sergilemek yerine kendi çıkarlarını gözettiler.
İhtilalden sonra iktisadi alanda bir refah dönemi meydana geldi. 1848 İhtilallerine karşı çıkan Avusturya ve Rusya’nın zayıflaması İtalya ve Almanya’nın siyasi birliklerinin de oluşmasını sağladı.
MODERN SİYASAL İDEOLOJİLER
Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan ve bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral ve estetik düşünceler bütününe “ideoloji” denir.
1815 Viyana Kongresi’nin getirdiği yeni düzen, birtakım modern fikir akımlarının da ortaya çıkmasına neden olmuştur. 
Bu akımlar: Marksizm, liberalizm, kapitalizm ve sosyalizmdir.
LİBERALİZM
Özgürlük, serbestlik anlamlarına gelen liberalizm, insanların özgürlüğünü savunan bir düşünce sistemidir. Liberal düşünürler, şu düşünceleri savundular:
Tüm bireyler eşit haklara sahiptirler (doğal haklar doktrini).
Ekonomik faaliyetler ve özgürlüklerin önündeki sınırlandırılmalar kaldırılmalı (rekabetçi piyasa ekonomisi).
Keyfi yönetimler sınırlandırılmalı (anayasal yönetim felsefesi).
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılıp din ve vicdana ait hususların kişilerin özel alanına girdiği meseleler olduğu kabul edilmeli (sekülerizm-laiklik).
Liberal akımın doğmasını sağlayanlardan biri Thomas Hobbes’tır (Tamıs Habs) 
Liberalizmin siyasi bir teori olarak ortaya çıkmasında ise en büyük katkıyı İngiliz filozof John Locke (Con Lok) yapmıştır.
John Locke’dan sonra XVIII. yüzyılda Adam Smith (Edım Simit) , Adam Ferguson (Edım Förgisın) ve David Hume (Deyvid Hüm) fikirleri ile liberalizme katkı sağladılar. 
David Hume ve Adam Smith’in çalışmaları ile birlikte ekonomik liberalizm kimliği de tanınmaya başlandı.
KAPİTALİZM
Kapitalizm, serbest piyasa ekonomisi veya serbest girişim ekonomisi olarak bilinir. Özel teşebbüse ve piyasa serbestliğine dayalı olan bir üretim sistemidir.
Kapitalizmin merkezinde birey ve bireysel menfaatler ön planda tutulmuştur. Kapitalizmin amaçları arasında şunlar vardır: 
En yüksek kârı elde edebilmek, 
Bireylere serbest girişim yapabileceği hakları kazandırmak, 
Üretim aşamasında devletin müdahalesini en asgari düzeye düşürmek, 
Üretilen malları satmak ve ekonomiyi özel kesime bırakmaktır. 
Avrupa’da değerli madenlerin artması yüksek enflasyona neden oldu. Bu durumdan faydalanan kapitalistler, ekonomik ağırlığın devletten özel girişimlere kaymasını sağladılar.
XVIII. yüzyılda İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi 
Almanya, Fransa ve ABD’de büyük bir toplumsal değişime sebep oldu.
Büyük sanayi şehirleri oluştu. Proletaryanın (işçiler) haklarını korumak için sendikalar ve siyasi partiler ortaya çıktı. 
Kapitalizme karşı sert eleştiriler yapıldı. Eleştirenlerin başında Karl Marx (Karl Marks) ve Friedrich Engels (Fıridrih Engils) gelmekteydi. 
Bu düşünürlerin eserleri, sosyalizm ve komünizm fikirlerinin kaynağı oldu.
I. Dünya Savaşı kapitalizmin gelişiminde bir dönüm noktası oldu. Altın standardının yerini ulusal para birimleri aldı. Bankacılık hegemonyası Avrupa’dan ABD’ye geçti. 
Dünya Ekonomik Krizi (1929), kapitalizme olan bakışı da değiştirdi. İnsanlar kapitalizmin kısa sürede çökeceğine inandılar ama kapitalizm kendini yenileyerek varlığını devam ettirdi.

SOSYALİZM
Sosyalizm, kapitalizme bir tepki olarak doğan ve kapitalizmin özel mülkiyet, piyasa ekonomisi ve kâr esasına karşı çıkan bir ideolojidir.
Sosyalizmin amaçları arasında 
Sermaye sahipleriyle işçiler arasındaki eşitsizliği giderme, 
Servet ve refah farklarını ortadan kaldırma, 
Üretim araçlarını toplumun mülkiyetine geçirme, özel mülkiyet yerine kolektif mülkiyeti oluşturma,
Toplumda sınıf farklılıklarını ortadan kaldırma yer almaktadır.
1815 yılından itibaren Sosyalizm ideolojisi doğmaya başladı.
Sosyalizmin en önemli simalarından olan Karl Marx ile sosyalizm, farklı bir boyut kazandı. Karl Marx kendi sosyalist sistemini işçi sınıfına dayandırdı ve bütün dünya işçilerinin örgütlenmesine çok önem verdi. Bu doğrultuda yapılan çalışmalar sonucunda I ve II. Enternasyonaller (Uluslararası İşçi Federasyonu) kuruldu.
Sosyalizm, farklı coğrafi bölgelerde farklı dönemlerde ortaya çıktı, gelişti ve etkisini zamanla yitirdi.
Sosyalizminin Fransa’daki en önemli savunucusu Henri de Saint Simon’dur (Henri dö Sayint Simon)
Dünyadaki ilk sosyalist devrim 1917’de Vladimir Ilyich Lenin (Vilademir İliyç Lenin) liderliğinde Rusya’da gerçekleşti. 
II. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalizm yayılarak Doğu Avrupa, Uzakdoğu, Latin Amerika ve pek çok üçüncü dünya ülkelerinde yönetime gelme imkânı buldu.
MARKSİZM
Marksizm, Karl Marx ve Fredrich Engels tarafından ortaya atılan fikir akımıdır.
İşçi sınıfını ön plana çıkaran Karl Marx, bu sınıfa kapitalizmi yıkıp yeni bir düzeni oluşturma görevi verir. Marksizm’de irade, bireylere veya belirli bir gruba değil, işçi sınıfına verilmiştir.
Marx’ın en önemli eserleri olan Kapital’deki düşüncelerini temellendirir. 
Marksizm sadece bir iktisat teorisi veya siyasal bir program değildir. Bütüncül, devletin olmadığı yeni bir dünya öngören bir ideolojidir.
Marks’a göre kapitalist piyasadaki sermaye sahipleri, işçileri sömürüyor ve işçilerin büyük bir kısmına refah sağlamıyordu. Kapitalizm sadece kapitalistlerin refahı için çalışıyordu. Marksizm’e göre işçi sınıfı, bir sınıf mücadelesi verecek ve kapitalist sistem bu devrimle yıkılacaktı.
SİYASİ İDEOLOJİLERİN TOPLUMSAL ETKİLERİ
LİBERALİZM
Liberalizm, içerisinde barındırdığı fikirler ile halkın mutlak ve sınırsız yönetme gücüne sahip kralların yönetimine karşı çıkmalarını sağladı. 
1789 İhtilali ile toplumlar kralların mutlak gücüne dayalı düzenlerini yıkmaya başladı.
Avrupa’daki krallar vatandaşlarını eski düzene göre yönetmeye kalkınca 1818-1822, 1830 ve 1848 yıllarında üç devre hâlinde ayaklanma ve ihtilaller yaşandı. Böylece XIX. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da birçok devlette anayasalı bir yönetim modeline geçildi.
Liberalizm hareketi Avrupa’da insanları Cumhuriyet idaresiyle yönetilme fikrine de ulaştırmıştır.
Liberal düşünceler ekonomi alanına da yansıdı. İş adamları ve sermayedarlar hükümdarların izlemiş olduğu ekonomik sınırlamalardan rahatsız oldular. 
Bu durum da ekonomik özgürlüğün ancak siyasal liberalizm ile olacağına olan inancı arttırdı.
Liberalizm Avrupa’da güzel sanatları da etkiledi. Güzel sanatlarda tabiat ile tabiattaki şekilleri özgürce kullanmayı ilke edinen Romantizm akımının doğmasına yol açtı. 
Liberaller, halka din ve vicdan hürriyetinin devlet tarafından verilmesi için çaba gösterdiler. 
Liberalizm ve sosyalizm ideolojileri birbirleri ile zıt görüş içinde olmalarına rağmen halka basın, din ve eğitim özgürlüklerini kazandırmada etkin bir rol oynadılar.


KAPİTALİZM
Avrupa’da ticaret kapitalizminin yaşandığı 
XV ve XVIII. yüzyıllar arasında köylerden kentlere doğru göçler meydana geldi.
Kentler zamanla büyüdü.
Kapitalist anlayışa sahip olan Avrupa’nın güçlü devletleri sahip oldukları sermayeleri ile güçsüz olan ülkelerin kaynaklarını paylaşmak için yarış içerisine girmişlerdir. Böylece yeni sömürgeler elde etmişlerdir.
Sanayi İnkılabı’nın getirdiği büyük ölçekli fabrikalar daha fazla işçiyi gerekli kıldı. İnsanlar çok zor şartlar altında buralarda çalıştırıldı. Artık toplumda bir işçi sınıfı ortaya çıkmıştı. 
Sosyalizmin etkisi ile İngiltere’de işçi örgütlenmesine izin verildi.
1864’te Londra’da Uluslararası İşçi Birliği kuruldu.
MARKSİZM
Marksizm’in en büyük siyasi ve toplumsal etkisi XX. yüzyılda ortaya çıktı.
 İlk olarak Vladimir Lenin önderliğinde Rusya’da, 1917 yılında sosyalist devrim yapıldı.
Daha sonra bir diğer komünist devrim olan “Büyük Proleter Kültür Devrimi”, 1966- 1976 yılları arasında Mao Zedong liderliğinde Çin’de ortaya çıktı. 
SSCB egemenliğine bırakılan Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki ülkeler de komünizm yönetimine dâhil oldu. 
1939-1945 yılları arasında komünist ülkelerin sayısı Rusya ve Çin de dâhil olmak üzere otuz altıya çıktı.
DİN
Liberalizm kendi sistemini güçlendiren kamu ve özel ayrımına saygı gösterdiği müddetçe dine müdahale etmedi. Herkesi iş gücü hâline getiren kapitalizm, sekülerleşmenin de hızlanmasına sebep oldu.
Kadınların iş gücü hâline gelmesiyle eski geleneksel aile yapısı çözüldü. Ticaretin seküler kuralları, dinî müsamahayı arttırarak farklı inançlar arasında olumlu bir iletişimin de önünü açtı.
Marksizm ve sosyalizm ideolojilerinde dinin herhangi bir olumlu fonksiyonunun olmadığı savunuldu. Zamanla dinin toplum üzerindeki etkisinin kalmayacağını savundular.
Dünya genelinde modernleşme süreciyle beraber insanın kutsalla olan bağı zayıfladı. Yaşamın anlam ve amacı yalnızca dünyaya özgü tüketime indirgendi.
Değerlerde yaşanan aşınma ve ahlaki çöküntü toplumsal pek çok sorunu ortaya çıkardı.
MUTLAK MONARŞİDEN ANAYASAL MONARŞİYE
Anayasal gelenek ilk defa İngiltere’de başladı. Sınıflar arasında yapılan mücadeleler, iktidarın gücünü aristokrasi ve burjuvazi arasında paylaştırdı.
İngiltere’nin anayasa geleneğinin Avrupa Kıtası’ndan Amerika Kıtası’na gelmesi İngiliz kolonileri aracılığıyla gerçekleşti. 
Amerika’daki bağımsızlık savaşı sırasında ilan edilen “Amerika Bağımsızlık Bildirgesi” de Fransa’yı etkiledi. Fransa’da mutlak monarşi yönetimine karşı tepkiler başladı. Burjuva sınıfı işçi ve köylülerin desteğini alarak Fransız İhtilali’ni başlattı.
1789 Fransız İhtilali ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ilan edilerek yeni bir anayasa hazırlandı. Anayasa, krallığı kaldırmadığından mutlak monarşiden anayasal monarşiye geçilmiş oldu.
Avrupa’nın monarşi ile yönetilen devletleri Fransa’ya karşı ittifaklar oluşturdu.
Napolyon yönetimi ile Avrupalı devletler arasında süren savaşlar 
neticesinde toplanan Viyana Kongresi’yle Avrupa’nın bozulan düzenini 
tekrar eski hâline getirebilmek için Metternich Sistemi kabul edildi (1815). 
Bu sistemle liberal akımlar ortadan kaldırılmak istendi fakat 1830 ve 1848 ihtilalleri Metternich Sistemi’nin sonu oldu.
Sanayi İnkılabı’ndan sonra burjuvaziyi egemen yapan ekonomik sistem işçi sınıfını ortaya çıkardı. İktidarların işçilerin sorununu çözmek yerine onlara karşı güç kullanması, özgürlüğü savunan liberallerle sosyalistlerin birlikte hareket etmesini sağladı.
Bu durum özgürlükçü anayasaları ortaya çıkardı. Mutlak monarşilerin bir kısmı yıkıldı. Bir kısmı da yönetim şeklini yumuşatarak anayasal monarşilerle yollarına devam etti.
ZORUNLU ASKERLİK SİSTEMİNDEN ULUS DEVLETE

Zorunlu askerlik sisteminin başlangıcı Fransız İhtilali’ne dayanırken modern ordu kurma fikri XVI. yüzyılda Niccolo Machiavelli (Nikola Makyavelli)  tarafından ortaya atıldı.
Millî bir devlet kurma fikri, zorunlu askerliğe dayalı millî bir ordu kurma fikrinin doğmasına sebep oldu.
Fransa’da cumhuriyetin ilanından sonra çıkan ayaklanmaları bastırmak için daha fazla askere ihtiyaç duyuldu. Bu ihtiyacı karşılamak için seferberlik kararnamesi ilan edildi. Kararnameye göre her Fransız erkek, asker kabul edildi. Bu kararname ile zorunlu askerlik uygulanmaya başlandı. Bu uygulama Avrupa devletlerinde hızla yayıldı.

Ulus devletler zorunlu askerlikle güçlü bir ordu kurmayı hedefledi ve aynı zamanda farklı statülere bölünmüş topluluktan eşit vatandaşlığa geçişi sağladı.

OSMANLI DEVLETİ’NDE  MODERN ORDU KURMA ÇABALARI 

NİZAM-I CEDİD ORDUSU

III. Selim’den itibaren askerî alanda geniş çaplı ıslahatlar yapıldı.
Yeniçeri Ocağında ilk bozulmalar XVI. yüzyıl ortalarında başladı. 
Yeniçerilerin evlenmeye başlaması ve  Askerlik dışında başka mesleklerle uğraşması onları talim yapmaktan uzaklaştırdı. Bu durum onların askerlik yeteneklerini zayıflattı. 
Sultan III. Murat Dönemi’nde askerlikle alakası olmayanların Yeniçeri Ocağına alınması orduda bozulmayı hızlandırdı.
Yeniçeriler orduda asker sayımına karşı çıktıkları için savaştan kaçanlar veya şehit olanlar tespit edilememekteydi ve bunların maaş defterleri (mevacip veya esame defteri) bir senet gibi alınıp satılmaktaydı.
Orduda, liyakate dayalı belirli bir tayin ve terfi sisteminin bulunmayışı rüşvet ve iltimasın önünü açtı. Böylece askerlikle alakası olmayan kişilerin orduya girmesi ordudaki disiplinin bozulmasına neden oldu.

Osmanlı ordusunda çağa uygun bir yapılanmayı gerçekleştirme 

girişimlerinin başlangıcı “Nizam-ı Cedit” askerî birliklerinin kurulmasıdır. 
III. Selim Yeniçeri Ocağı dışında yeni bir askerî birlik kurdu. 1792’de İstanbul’da Levent Çiftliği’nde yeni askerî birlikler eğitim ve öğretime başladı.
Nizam-ı Cedit ordusu kurulurken mevcut ocakların ıslahı için de çaba gösterildi, yeniçerilere ise dokunulmadı.
Fransa, İngiltere ve İsveç’ten mühendisler ve ustalar getirtilerek Tophane’de önemli düzenlemeler yapıldı.

III. Selim Osmanlı Devleti’nde Modern Topçu Ocağının temelini atan kişi oldu.
Nizam-ı Cedit Ocağının gelişmesiyle Üsküdar’da Selimiye Kışlası inşa edildi.
Yeni düzenlemelerle “Bostancı Tüfenkçisi Ocağı” kuruldu.
Yeni birliklerin giderlerini karşılamak amacıyla İrad-ı Cedit Hazinesi kuruldu. 
XIX. yüzyılın başlarından itibaren İstanbul dışında Rumeli ve Anadolu’da Nizam-ı Cedit birlikleri oluşturuldu.
Kabakçı Mustafa İsyanı sonucu padişahın tahttan indirilmesi ve öldürülmesi (1807) bu faaliyetlerin başarıya devam etmesini engelledi. 
III. Selim’in öldürülmesiyle İstanbul’daki Nizam-ı Cedit birlikleri dağıtıldı, taşradaki kışlalar yıktırıldı.

YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILMASI VE ASÂKİR-İ MANSÛRE-İ MUHAMMEDİYENİN KURULMASI
II. Mahmut’un tahta çıkmasını sağlayan Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, kendine bağlı askeri kuvvetleri olan güçlü bir sadrazamdı. 
Önce Nizam-ı Cedit’in benzeri olarak Sekban-ı Cedit Ocağını kurdu.
1808’de Alemdar Mustafa Paşa’nın Sekban-ı Cedit kuvvetleri ile halk ve yeniçeriler arasında adeta bir iç savaş yaşandı. Yeniçeriler, Alemdar Mustafa Paşa’yı öldürüp saraya doğru harekete geçti.
II. Mahmut, Osmanlı Hanedanı’nın tek erkek üyesi olarak kalmak için IV. Mustafa’yı idam ettirdi. Yeniçeriler  II. Mahmut’u kabullenmek zorunda kaldı.
Bu yaşananlar artık Yeniçeri Ocağının işlevini yerine getiremediğini ve kesinlikle kaldırılması gerektiğini ortaya koydu.
1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırılarak yerine 
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye ordusu kuruldu.
ASÂKİR-İ MANSÛRE-İ MUHAMMEDİYE
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye ordusu zorunlu askerliğe tabi olduğundan paralı askerlik sistemi de kaldırılarak millî orduya geçişte önemli bir adım atılmış oldu. 
Asker ihtiyacı Müslüman halkın 15-25 yaş arası gençlerinden karşılanmaktaydı.
Kişinin askerlikten ayrılıp sivil hayata dönebilmesi, ticaret veya ziraatla uğraşabilmesi ve emekliliğe hak kazanabilmesi için on iki yıl askerlik hizmeti yapması gerekiyordu. 
Bekârlara yüzbaşı mülâzımı (teğmen) olana kadar evlenmek yasaktı ancak evli olanların orduya girmesine engel yoktu.
Yeni ordunun üniforma, bot ve diğer teçhizatının karşılanması amacıyla feshane, debbağhane (deri imalathanesi) ve iplikhane adlarıyla imalathaneler kuruldu.
Prusya’dan piyade, süvari ve topçu subaylar getirildi.
Modern harp sanatını öğrenmek amacıyla Avrupa’ya öğrenci gönderildi. 
Askerî talim ve yürüyüşlerin önemli unsurlarından olan bando ihtiyacını karşılamak üzere Mehterhâne kaldırılarak yerine Mızıka-i Hümâyun kuruldu (1834) ve başına devrin önde gelen müzik adamlarından İtalyan Giuseppe Donizetti (Cuseppe Donizetti) getirildi.
Yeni ordunun giderlerini karşılamak için “Asâkir-i Mansûre Hazinesi” kuruldu.
Tıbbiye ve Harbiye mektepleri modernleşme ve ilerleme hareketlerinde birinci derecede rol oynadı. Yabancı hocaların buralarda ders vermesi nedeniyle Batı aydınlanma düşüncesinin ve Batı siyaset anlayışının Osmanlı Devleti’ne girmesinde etkili oldu. 
1836 yılında askerî işleri görüşüp karara bağlayacak olan Dâr-ı Şûra-yı Askerî (Askerî Şûra) adlı yüksek danışma kurulu oluşturuldu.

DÜZENLİ ORDUYU DEVAM ETTİRME ÇABALARI


1815 yılından sonra Fransa’da ilk uygulaması görünen 
kura ile askere alma işlemi, 1843 yılında yapılan 
düzenlemeyle Osmanlı Devleti’nde de kabul edilmişti.
Kurada ismi çıkanların, kendi yerlerine “bedel-i şahsi” adıyla bir başkasını vekil olarak göndermesi mümkün olduğu gibi “bedel-i nakdî” ödemek suretiyle askerlik vazifesini bedeli karşılığı yerine getirmeleri de mümkün hâle getirildi. Bu uygulamaya bedel-i askerî denir.
Osmanlı devlet adamları da Müslümanlarla gayrimüslimlerin aynı orduda görev yapmalarına sıcak bakmıyorlardı fakat Tanzimat yönetimi Osmanlı birliğini korumak ve halkı kaynaştırmak için ilk kez Rumlara deniz kuvvetlerinde askerlik yaptırdı. 

Askere alınacak gayrimüslimlerden cizye alınmayacaktı ancak ortaya çıkan bazı sorunlar yüzünden bu karar uygulanmadı. Daha sonra ise Müslüman olamayanların bedel-i nakdî veya bedel-i şahsi ödeyerek askerlikten muaf tutulmaları yoluna gidildi. 
NÜFUS POLİTİKASI VE DEMOGRAFİK GÜÇ

Sanayi İnkılabı’nın etkisiyle kırdan kente doğru başlayan göçler şehirlerde iş gücünün oluşmasını sağladı.
Bu dönemde Avrupa’da nüfus hızla arttı. Nüfusun hızlı bir şekilde artmasında; 
Doğum oranlarının yükselmesi, 
Salgın hastalıkların önüne geçilmesi,
Ölüm oranlarının azalması,
Ekonomik refahın oluşması,

Ekonominin tarım ekseninden çıkıp sanayi ve diğer sektörlere kayması ve sağlıklı beslenmeyle insan ömrünün uzaması gibi sebepler gösterilebilir.

Nüfus gücü temsil ettiği için devlet adamları ülkelerindeki nüfusu arttırmaya yönelik her türlü tedbiri almıştır.
Nüfusun artmasının ülkelere sağladığı avantajlar şunlardır:
Devletin askerî ve siyasi güç kazanması
Ekonomide kalkınma için gerekli işçi gücüne sahip olunması
Bir devletin askerî, siyasi, ekonomik alanlarda mevcut nüfusu kullanabilmesi
Yeni ele geçirilen ülkelerde hem siyasi hem de ekonomik hâkimiyeti sağlayabilmesi

Savaş gücünün insan sayısına orantılı olarak artması

OSMANLI DEVLETİ’NDE HABERLEŞME VE ULAŞIM   

TELGRAF
 

XIX. yüzyılda elektrikli telgraf Osmanlı Devleti 

tarafından kullanılan başlıca teknolojik gelişmedir.
Osmanlı Devleti’ne elektrikli telgraf hattı, ilk defa 1855’te İstanbul’u Avrupa’ya bağladı. Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamit dönemlerinde, Osmanlı telgraf ağı hızlı bir şekilde yayıldı.
Elektrikli telgraf Osmanlı Devleti’nde siyasi gücün merkezîleşmesine yardımcı oldu çünkü kısa bir sürede merkezden vilayetlerin ve sancakların valilerine, askerî birliklere ve jandarmalara emir göndermek çok daha kolaylaştı.

DEMİR YOLLARI

Osmanlı Devleti demir yollarını Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmiş Avrupa devletlerine imtiyazlar vermek suretiyle yaptırdı.

Osmanlı Devleti’nde demir yolu ulaşımı ilk kez 1851’de Kahire ve İskenderiye arasındaki hattın yapılmasıyla başladı. Anadolu’da ise 1856 yılında İzmir-Aydın Demir Yolu’nun inşasıyla başladı.
Avrupa Kıtası’ndaki ilk Osmanlı demir yolu 1856’da Cenova-Köstence Demir Yolu İngiliz şirketlerince açıldı.
1872’de demir yolu yapım ve işletmesini gerçekleştirmek amacıyla da Demir Yolları İdaresi kuruldu.

Sultan Abdülaziz Dönemi’nde İstanbul’u Bağdat’a bağlayacak olan demir yolu yapılması planlandıysa da Osmanlı Devleti’nin 1875’te iflas etmesi üzerine bu proje uygulanamadı.
Osmanlı Devleti’nde en fazla demir yolu yapımı II. Abdülhamit Dönemi’nde Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’nin kurulmasıyla başladı.
Bu dönemde demir yolu politikası savunma politikalarıyla birlikte düşünülmeye başlandı. II. Abdülhamit’in en büyük projelerinden biri de Bağdat Demir Yolu’nun yapılmasıydı. Bu hattın yapımını Almanlara veren II. Abdülhamit bu hat sayesinde İngiltere ve Rusya’yı telaşa ve korkuya sürükledi. 
II. Abdülhamit’in demir yolları projesi Avrupa devletlerini karşı karşıya getirdi.

Ayrıca II. Abdülhamit’e göre demir yolları sayesinde Osmanlı tarım ürünlerinin pazara sevki kolaylaşacak, halkın zenginliği artacak, ticaret gelişerek ithalat ve ihracattan alınan gümrük vergileri hazineye katkı sağlayacaktı.
ULUS DEVLETTE VATANDAŞ KİMLİĞİ
Ulus devlette meşruiyetin kaynağı din, soy veya krallık 
olmaktan çıkıp laik, demokratik bir yapıya büründü. 
Bu yolla bütün vatandaşlar birbirlerine eşit olarak kabul edildi.
Özellikle federal devletlerde ortak aidiyet duygusunu geliştirmek için okulların müfredatlarına yurttaşlık eğitimi konuldu.
Ulus devlet yapılanmasında vatandaş ordusu, zorunlu askerlik ve eğitim aşamaları çok önemliydi.

Devletler eğitim sistemleri ve askerî teşkilatları sayesinde aynı üniformayı giyen, aynı marşı söyleyen, aynı dili konuşan, disiplinli, vatansever, üretken ve devletine sadık vatandaşlar yetiştirdiler.

OSMANLI DEVLETİ’NDE AÇILAN MODERN ASKERÎ VE SİVİL MEKTEPLER
Osmanlı idarecileri yenilgileri, Avrupalı subay ve askerlerin iyi 
eğitim almış olmalarına ve kendilerinin de bu alanda geri kalmalarına bağladılar.
XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren askerî ihtiyaçları karşılamak için Avrupa’nın çağdaş eğitim kurumları örnek alınarak modern mektepler açıldı.
1734’te askerî okul olarak açılan “Hendesehane” modern mekteptir. 
III. Mustafa, Osmanlı Devleti’nin 1770 Çeşme Bozgunu’nda kaybettiği deniz gücünü tekrar kazanılabilmesi için deniz subayı ve mühendisleri yetiştirmek amacıyla “Mühendishane-i Bahri-i Hümâyun” adındaki askerî okulu açtı (1773).
Osmanlı Devleti, kara ordusuna subay ve teknik elemanlar yetiştirmek üzere III. Selim Dönemi’nde Mühendishane-i Berri-i Hümâyun adında bir okul açtı (1795).

Bu mühendishanenin en önemli özelliği medrese tarzı eğitim yerine tamamen Batı tarzında ders verilen bir yükseköğretim kurumu olmasıydı.

II. Mahmut Dönemi’nde modern tıp eğitiminin verilmesi 

amacıyla İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye adıyla askerî bir mektep açıldı (1827).
Yine II. Mahmut Dönemi’nde Fransız eğitim sistemi örnek alınarak 1834’te askerî eğitim veren Mekteb-i Harbiye açıldı.
Bu dönemde bazı öğrenciler Viyana, Paris ve Londra’ya eğitim için gönderildi ve aynı zamanda ders vermeleri için Avrupa’dan öğretmenler getirildi.
II. Mahmut Dönemi’nin sonlarında memur yetiştirmek üzere Mekteb-i Maârif-i Adliyye ve Mekteb-i Ulûm-u Edebiyye adında mesleki okullar açıldı.

II. Mahmut, erkek çocukların sıbyan mekteplerine devamını sağlayacak zorunlu eğitimi başlatacak bir ferman yayınladı.
Sultan Abdülmecid Dönemi’nde Maarif Nazırı Sami Paşa tarafından temeli atılan Mülkiye Mektebi,1859 yılında öğretime başlamıştır.
Tanzimat Dönemi’nde ülkede nitelikli memur yetiştirmek için Mekteb-i Maârif-i Adliyye ve Mekteb-i Aklâm açıldı.
Ayrıca mesleki ve teknik eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla Askerî Baytar Mektebi, Ziraat Talimhanesi, Maadin Mektebi, Telgraf Mektebi adlarında birçok okul açıldı. 
Memurların dil öğrenebilmesi için Lisan Mektebi açıldı. 

Mesleki ve teknik eleman yetiştirmeye yönelik önemli adımlar atan Mithat Paşa “Islâhhâne” ve Mekteb-i Sanayi’yi kurdu. Kızların meslek öğretimi ile ilgili olarak açılan Cevri Kalfa Mektebi ile Kız Sanayi Mektebi dönemin önemli meslek okullarıydı.
Osmanlı Devleti, İstanbul’un fetihten sonra gayrimüslimlere
kendi dillerini konuşmalarına ve anadilde eğitim yapmalarına izin verdi. 
Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu zamanda bir problem teşkil etmeyen azınlık okulları XIX. yüzyıldan itibaren devletin denetiminden uzaklaşmaya başladı. 
Azınlık okullarını kendi çıkarları için kullanmak isteyen yabancı devletler onları maddi ve manevi olarak desteklediler.
Islahat Fermanı ile gayrimüslimlere okul açma yetkisi verilirken aynı zamanda da devlet okullarında okuyarak memur ve asker olmalarının yolu da açıldı. 
Gayrimüslimler ise çocuklarını yabancı okullar ile misyoner okullarına göndermeyi daha çok tercih ettiler. 

Bazı yabancı okullar kapitülasyonlardan yararlanarak kurulmuş olan ve misyonerlik faaliyetleri kapsamında eğitim veren okullardı.
Yabancı okulların zararlarının farkına varan Osmanlı Devleti, 
birtakım kanunlar çıkararak bu okulları denetim altına almaya çalıştı. 
İlk olarak 1846’da Meclis-i Maarif-i Umûmiye kuruldu. 
En kapsamlı düzenleme 1869 yılında Saffet Paşa tarafından hazırlanan ve eğitimin hemen hemen her aşamasına ilişkin hükümler getiren Maarif-i Umûmiye Nizamnamesi oldu.
Osmanlı Devleti, bütün bu düzenlemelere rağmen yabancı ve azınlık okullarının kontrolünü eline alamadı ayrıca bu okullara Müslüman ailelerin çocukları da gitmeye başladı.
1914 yılında Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi üzerine savaştığı devletlere ait olan yabancı okulları kapattı. ,
1915 yılında çıkartılan Mekâtib-i Hususiye Talimatnamesi ile yabancı ve misyoner okulları ile ilgili kısıtlayıcı kanun yürürlüğe girdi ve birçok yabancı okul kapatıldı.
II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ EĞİTİM POLİTİKASI

II. Abdülhamit eğitim ve öğretim faaliyetlerinde merkeziyetçi, eğitim kurumları arasında ise denge politikası izledi.

Eğitim faaliyetlerinde Türklerin yoğun yaşadığı Anadolu’ya ağırlık verdi. Azınlık ve yabancı okullara Türk öğretmenler atanarak kontrol altına alınmaya çalışıldı.
Bu dönemde İlk dereceli okullarda İslamcılık, orta dereceli okullarda ise Osmanlıcılık akımını vermeye çalışan programlar uygulandı. 
Türkçülük anlayışı da yavaş yavaş okulların müfredatına girmeye başladı.
II. Abdülhamit Dönemi’nde Maarif Merkezî Teşkilatı yeniden düzenlenerek her öğretim kademesi için genel müdürlükler ve müfettişlikler oluşturuldu.

I. Abdülhamit Dönemi’nde okullaşma tüm ülkeye yayıldı.
II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ’NDE EĞİTİM İLE İLGİLİ YAPILAN DİĞER ÇALIŞMALAR
İbtidai (ilkokul) mektepler, rüşdiyeler ve idadiler yaygınlaştırıldı. 
(İlk kız idadisi  1880 yılında açılmıştı.)
Darülfünuna yeni bölümler açılarak genişletildi.
Daru’l-Muallimin düzenlenerek “Âliye” şubesi (Yüksek Öğretim Okulu) açıldı.
Mekteb-i Funûn-ı Maliye, Ziraat ve Baytar Mektebi , Gümrük Mektebi, Hamidiye Ticaret Mektebi, Polis Mektebi gibi memur meslek mektepleri açıldı.
Mekteb-i Hukuk, Hendese-i Mülkiye, Maliye Mektebi, Ticaret Mektebi, Deniz Ticareti Mektebi, kız sanayi mektepleri gibi yüksekokullar açıldı.
Sanayi-i Nefise Mektebi açıldı.
Rüşdiyelerden itibaren yabancı dil öğretimi zorunlu oldu.

Devletin kritik bölgelerinde yer alan aşiretlerin çocuklarını Osmanlılık bilinciyle yetiştirmek amacıyla İstanbul’da bir Aşiret Mektebi açıldı.
II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ’NDE AÇILAN HASTANELER
II. Abdülhamit, eğitim olanaklarını kasaba ve köylere 
kadar ulaştırmanın yanında birçok vilayet merkezinde hastaneler de açtırdı.
Günümüzde varlığını devam ettiren Darülaceze kimsesiz çocuklar ile yaşlı ve bakıma muhtaç insanları barındırmak amacıyla 1896 yılında açılmıştı.
Darülaceze 200 yataklı bir hastahane, bir yetimhane, çamaşırhane ile hamam gibi binaları ve el sanatları ile ilgili imalathaneler, fırın ve mabetlerden (cami, kilise ve havra) oluşan bir kompleksti.
Hamidiye Etfal Hastanesi II. Abdülhamit’in Dönemi’nde açılan en önemli kurumlardandır.

Bu dönemde 300’den fazla hastane yapılmıştır. 

EMEKLİLİK SİSTEMİ (TEKAÜTLÜK SİSTEMİ)

1865’te Emeklilik Kanunu ile emekliliği düzenleyen ilk kurumlar ortaya çıktı. 

Bu konudaki en önemli gelişme ise II. Abdülhamit Dönemi’nde emekli sandıklarının kurulmasıdır. 
Yeni düzenlemelerle emeklilik sistemi askerî ve sivil memurlarının dışında dul ve yetimlerini de kapsayacak şekilde genişletildi.
Sosyal yardım uygulamalarından biri de şüphesiz yoksul aylıklarıdır. Tanzimat Dönemi’nde Maliye Nezareti’nin çeşitli kalemlerinden ve valilerin “Kapualtı Hasılatından” muhtaçlara maaşlar bağlanmıştır. 
II. Abdülhamit Dönemi’nde Hazine-i Maliye-i Celile ödemeleri arasında “muhtacın tertibi” düzenlemesi ile muhtaç insanlara maaş bağlanmıştır.

Yoksul aylığı uygulaması, Osmanlı Devleti’nin sosyal bir devlet olma yolunda attığı büyük adımlardan biridir.
EĞİTİM VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM

Osmanlı Devleti’nde XVIII. yüzyılın sonlarına gelinceye 
kadar en yaygın eğitim kurumları sıbyan mektepleri ile medreselerdi.
II. Mahmut Dönemi’nde geleneksel eğitimin  yanında Batı tarzı askerî eğitim veren okullar açıldı. 
Medreselerin yanına modern okulların açılması  Osmanlı Devleti’ndeki medrese-mektep ikilemini ortaya çıkarmıştı.
Tanzimat Dönemi’nde ilk kez eğitimin siyasi bir araç ve aynı zamanda toplumsal fonksiyonunun olduğu fark edildi. Okullarda bu dönemde çocuk ve gençlere “Osmanlılık” ideali aşılanmaya başlandı.

Osmanlı Devleti’nde Kanun-i Esasi ile tüm okullar devletin denetimi altına alındı.
XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde sağlık alanında daha çok 
Darüşşifa, Darüssıhha, Bimaristan, Maristan gibi vakıflarca sunuluyordu.
Tanzimat’la beraber Osmanlı Devleti, sağlık sorunlarına yönelerek bu sorunların çözümü için çareler aramaya başladı.
Sağlık ağını genişletmek amacıyla askerî ve sivil tıp okulları açıldı.
Artık devlet sağlık hizmetlerini vakıflar aracılığı ile değil bizzat kendi eliyle götürmeye çalışıyordu.

Osmanlı idaresi kurmak istediği sağlık teşkilatına hekim yetiştirebilmek için 1839’da Mekteb-i Tıbbiye ve 1867’de Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (Sivil Tıp Okulu) kurumlarını açtı.


OSMANLI DEVLETİ’NDE DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ
SENED-İ İTTİFAK (1808)
XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı 
eyaletlerinde mali, idari ve askerî kanunların oluşturduğu
 zeminin etkisiyle âyan adı verilen zengin bir zümre, gücünü artırdı.
II. Mahmut, merkezde siyasi gücü artan Alemdar Mustafa Paşa’yı , sadrazamlığa getirdi. 
Alemdar Mustafa Paşa devlet otoritesinin yeniden tesisi için yeniçeri Ocağının muhasebesini teftiş vesilesiyle yeniçeri zorbaları öldürüldü veya sürgüne gönderildi.
Alemdar Mustafa Paşa, taşrada yok olan merkezî otoriteyi tekrar tesis etmek amacıyla âyanlarla anlaşma yoluna giderek âyanları İstanbul’a çağırdı. 
Amacı merkez ile taşra arasında bir uzlaşma sağlamak, âyanlara hak ve görevler vererek resmiyet kazandırmak, böylece devletin dağılma tehlikesini önlemekti.
Âyan:
Herhangi bir vilayet ve kazada o yerin idaresi ile alakadar olarak halk ile hükûmet arasındaki işleri idare eden ve halk tarafından seçilen bir vazife sahibidir. 
Âyanlar o memleketin nüfuzlu aileleri olan ve “eşraf-ı belde” denilen zümre arasından seçilirdi. 
Hükûmet âyanları seçmez bu işi valiler takip ederdi. Âyanlar vergi ve asker toplamada devlete yardım ederlerdi.
Bu yardımlara karşılık âyanlara toplanan vergiden hisse verilirdi.
Alemdar Mustafa Paşa gibi birinin Sadrazamlık makamında olması, birçok âyan ve ağanın davete itaat etmesinde etkili oldu. 
Bulgar âyanları ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Alemdar’ı rakip gördükleri için davete katılmadılar.
Öneriler oturuma katılanlar arasında tartışıldı ve alınan kararlar “Sened-i İttifak” adı verilen belgeye yazılarak imzalanıp mühürlendi.
II. Mahmut bu senedi mevcut durumun kötü olmasından dolayı istemeyerek de olsa imzaladı.
SENED-İ İTTİFAK’IN BAZI MADDELERİ
Âyanlar padişahın emirlerini yerine getirerek ona sadık kalacaklardı.
Âyanlar, eyaletlerden devletin asker almasına karşı gelmeyeceklerdi. Karşı gelenlerden bütün âyanlar davacı olacaklardı.
Hazine gelirlerinin toplanması devletin koymuş olduğu kanun ve hükümlere göre yapılacaktı.
 Sadrazamın kanun ve ittifaka uygun olarak vereceği emirlere itaat edilecek, uygun olmayanlara birlikte karşı çıkılacaktı.
İstanbul’da Yeniçeri Ocağı ve diğer ocaklarda isyan çıkarsa âyanlar emir beklemeksizin gelip isyanı bastırmaya çalışacaklardı.
Padişah âdil ve eşit vergi alacak, aşırı vergi konmayacaktı.
SENED-İ İTTİFAK’IN DEĞERLENDİRMESİ
Devlet, Anadolu’da ve Rumeli’de kendi kendine 
güçlenmiş ve bir bakıma özerkliğini ilan etmiş olan 
âyanların varlıklarını, bu senetle kabul edip hukuki hâle getirdi. 
Bu belge ile bazı yetkilerinden zorunlu olarak vazgeçmesiyle padişahın yetkileri sınırlandırıldı. Bundan dolayı II. Mahmut, bu senedin yapılmasını günün koşulları gereği zorunlu olarak kabul etti.
Sened-i İttifak’ın arkasındaki gerçek güç olan Alemdar Mustafa Paşa, 15 Kasım 1808’de yeniçeriler tarafından çıkarılan isyan sonucu öldürüldü. 
Alemdar’ın gücünden çekinen II. Mahmut, bu duruma adeta seyirci kaldı. Böylece Sened-i İttifak etkisini yitirdi.
TANZİMAT FERMANI 1839 
(GÜLHANE HATT-I HÜMÂYUNU)
Tanzimat, Sultan Abdülmecit Dönemi’nde 1839 Tanzimat
 Fermanı’nın ilanı ile başlayan 1876 Meşrutiyet’in ilanı ile sona eren döneme denir.
Tanzimat, Osmanlı Devleti’ne Batılı anlamında bir düşünce ve yönetim şekli getirmek için Avrupa’dan esinlenerek yapılan programlı bir yenilik ve kültür hareketidir.
Tanzimat Fermanı, devletin iç ve dış nedenlerle dağılma tehlikesi ile karşılaşması üzerine devleti bu durumdan kurtarmak için bir çare olarak düşünülmüştür. 
Tanzimat Fermanı’nın başlıca amaçları, 
Devlet içerisindeki halkın bir kısım haklarını genişletmek, Müslüman ve Hristiyan toplumları siyasi yönlerden birbirine yaklaştırmak  
Avrupalı devletlerin azınlıkları bahane ederek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmasını engelleyerek iç barışı ve bütünlüğü sağlamaktı.
TANZİMAT FERMANI İLE KABUL EDİLEN MADDELER
Kanun önünde herkes eşit sayılacaktı.
Vergiler herkesin gelirine göre toplanacaktı.
Hiç kimseye yargılanmadan ve sorgulanmadan 
 ceza verilmeyecekti.
Mahkemeler herkese açık olarak yapılacaktı.
Kişilere mülkiyet hakkı tanınacaktı.
Askerlik işleri düzene sokulacaktı.
Müsadere usulü kaldırılacaktı.
TANZİMAT FERMANI’NIN DEĞERLENDİRMESİ
Tanzimat Dönemi, merkeziyetçi bir yönetim ve bürokrasi dönemiydi.
3 Kasım 1839’da Mustafa Reşit Paşa Tanzimat Fermanı ile ülkenin problemlerini dile getirdi sonra memleketin iyi idaresi için de yeni kanunların yapılmasının gerekli olduğunu belirtti. 
Anayasal yönetim ve demokratikleşme yolunda önemli bir adım atılmış oldu. 
Tanzimat Fermanı ile Avrupalı devletlerin iç işlerine müdahale etmesinin önüne geçilmeye çalışılmışsa da Avrupalı devletlerin elçileri fermandaki bazı maddeleri kullanarak Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale ettiler.

ISLAHAT FERMANI (1856)
Islahat Fermanı, Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne yardım eden İngiltere, Fransa ve Avusturya’nın isteklerini karşılamak üzere hazırlanmıştı.
Batı devletlerinin elçileri, Tanzimat Fermanı’nın vaat ettiği reformları gerçekleştirecek kanun ve nizamların yapılmamış, yapılanların da uygulanmamış olmasından şikâyetçi olmuşlardı.
Sadrazam, dışişleri bakanı ve şeyhülislam ile bu devletlerin elçilerinin katıldığı tartışmalar sonunda Tanzimat kurallarını tekrarlayan, açıklayan ve genişleten bir ferman hazırlandı.
Islahat Fermanı’nda Hristiyanlara yeni haklar tanındı. Hristiyanlar, Müslümanların düzeyine getirilerek halkın kaynaşması sağlanmaya çalışıldı.
ISLAHAT FERMANI İLE GETİRİLEN İLKELER
Bütün uyruklar için dinî ibadet ve törenlerin yapılması serbesttir.
Hristiyanları küçültücü, Müslümanlara oranla fark gözetici, hakaretamiz muamelede bulunulmayacak ve söz söylenilmeyecektir.
Bütün memurluklar ve okullar herkese açık olacaktır.
Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki ticaret ve cinayet davalarına karma mahkemeler bakacak.
Müslüman olmayanlar da askere alınacaktır.
Müslüman olmayanlar da yerel meclislerde temsil edilecektir.
Bütün uyruklar için vergi eşitliği sağlanacaktır.
İltizam sistemi kaldırılarak vergiler doğrudan alınacaktır.
ISLAHAT FERMANI’NIN DEĞERLENDİRMESİ
Islahat Fermanı, konu olarak sadece Müslüman olmayan 
ulusların ayrıcalıklarını genişletmiş, Müslüman halk için yeni bir hak getirmemiştir. 
Bu nedenle Islahat Fermanı, Müslümanlar tarafından olumlu karşılanmadı. Hristiyanlar ise Islahat Fermanı’nı kendilerine askerlik yükümlülüğü getirdiği için olumlu karşılamadılar.
Gerçekte Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı’nın genişletilmiş bir şekliydi ancak Tanzimat, ülkenin içine düştüğü kötü durumdan kurtarılması için Osmanlı devlet adamları tarafından dış etki olmadan hazırlanmıştı. 
Islahat Fermanı ise yabancı devletlerin baskısı sonucunda düzenlenmiş ve ilan edilmişti.
Paris Antlaşması’ndaki, “Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışılmayacak” maddesine rağmen 1856-1876 yılları arasında Islahat Fermanı’na dayanan yabancı devletler, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine daha çok karışmaya başladılar.
I. MEŞRUTİYET’İN İLANI VE 
KANUN-İ ESASİ’NİN KABULÜ (1876)
Meşrutiyet’in ilanını isteyen ve kendilerine “Genç Osmanlılar” diyen bir grup aydın 1865 tarihinde İstanbul’da “Genç Osmanlılar Cemiyeti”ni kurdular. 
Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Agâh Efendi bu çatı altında, padişahın mutlak otoritesine karşı ilk muhalefeti oluşturdular. 
Genç Osmanlıların temel amacı mutlak monarşi yerine anayasal bir monarşi kurmak yani padişahın yetkilerini halkın temsilcilerinden oluşan bir meclis ile sınırlandırmaktı.
Bu oluşum Devlet Şûrası (Şûra-yı Devlet) Başkanı Mithat Paşa’nın desteği ile gücünü arttırmıştır. Genç Osmanlılar II. Abdülhamit’i destekleyerek tahta geçmesinde önemli rol oynadılar.
II. Abdülhamit, devlet adamlarının, basının ve yabancı devletlerin istekleri doğrultusunda meşrutiyete geçmeye karar verdi. II. Abdülhamit 8 Ekim 1876’da Kanun-i Esasi’nin hazırlama işini Mithat Paşa’nın başkanlığında kurulan bir komisyona verdi.
Birinci Meşrutiyet’in ilanı, XVIII. yüzyılın ilk yarısında 
başlayıp sürekli devam etmiş olan batılılaşma hareketinin bir sonucudur.
Balkanlar’da yaşanan olumsuzluklara çare bulmak amacıyla İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Almanya, İtalya ve Osmanlı devletlerinin temsilcileri İstanbul (Tersane) Konferansı’nda bir araya geldiler. 
İç ve dış siyaset buhranını dağıtmak isteyen Osmanlı Devleti, İstanbul Konferansı’nın ilk oturumunun yapıldığı sırada Kanun-i Esasi’yi Bâbıâli’de toplanan devlet adamları ve halk önünde törenle ilan etti (23 Aralık 1876). 
Böylece Türk toplumunun ilk yazılı anayasası kabul edildi.
II. Abdülhamit ayrılıkçı mebusların faaliyetlerini ve 93 Harbi’ni gerekçe göstererek Kanun’un kendisine verdiği yetkiyle Meclisi feshetti (13 Şubat 1878).
KANUN-İ ESASİ
İlan edilen Kanun-i Esasi’ye göre yürütme 
gücünün başında padişah bulunuyordu. 
Yargı yetkisi bağımsızdı. 
Yasama yetkisi ise Mebusan Meclisi ve Âyan Meclisi’nden kurulu bir Genel Meclis tarafından yürütülecek, yasama faaliyetleri padişahın onayına bağlı olacaktı. Âyan Meclisi üyelerini padişah, Mebusan Meclisi üyelerini halk seçecekti. 
Meclisi fesh etme yetkisi ise padişaha aitti. Diğer yandan padişah, hükûmete olan güveni zedelediği gerekçesiyle istediği kişiyi memleket dışına sürmek yetkisine sahipti. 
Devlet yönetimiyle ilgili yetkilerin tümü gerçekte yine hükümdarda toplanmış bulunmaktaydı.
II. MEŞRUTİYET ÖNCESİ GELİŞMELER
II. Meşrutiyet öncesi 1878 Berlin Antlaşması’yla Sırbistan, 
Karadağ ve Romanya’nın Osmanlı Devleti’nden ayrılmasıdır. Bunun yanında Kars-Ardahan-Batum’un Rusya’ya verilmişti.
Kıbrıs’ın ayrı bir antlaşmayla İngiltere’ye verilmesi Osmanlı topraklarının hızla küçülmesine sebep olmuştur. 
Fransızların 1881’de Tunus’u, İngilizlerin 1882’de Mısır’ı işgal etmesi Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki hâkimiyetine büyük darbe vurmuştur. 
Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’nin kendilerine olan borçlarını almak için 1881’de Düyûn-u Umumîye’yi (Genel Borçlar İdaresi) kurmaları devleti ekonomik olarak kötü etkilemiştir.
II. Abdülhamit’in Meclis-i Mebusan’ı kapatması Osmanlı aydınlarının tepki gösterip muhalefet etmelerine neden oldu. Osmanlı Devleti’ni ayakta tutmak için otoriter bir rejim uygulayan II. Abdülhamit’e karşı olan muhalefet gün geçtikçe büyüdü.
II. MEŞRUTİYET’İN İLANI (24 TEMMUZ 1908)
İngiliz Kralı III. Edward (Edvırt) ile Rus Çarı II. Nikola’nın Reval Görüşmeleri gerçekleşti (9-10 Haziran 1908). Reval Görüşmeleri’nde Rusya ile İngiltere’nin Osmanlı topraklarını paylaştıkları haberi kısa sürede duyuldu. 
İttihat ve Terakki’ye göre devleti kurtaracak tek yol II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve meşrutiyet rejimine geçilmesiydi. 
Osmanlı Devleti’nin sonunun geldiği iddiaları artınca Kolağası Niyazi ve Enver Beyler Selanik ve Manastır’da ayaklanma çıkardılar. 
Makedonya’daki olaylar gittikçe büyüyerek halkın ve III. Ordu’nun katıldığı genel bir isyan hâlini aldı. Bunun üzerine İttihat ve Terakki Cemiyeti Selanik’te harekete geçti. 23 Temmuz 1908’de padişaha bir telgraf çekerek Kanun-i Esasi’nin derhâl yürürlüğe konulmasını ve meclisin açılmasını, bu yapılmadığı takdirde daha kötü olayların meydana gelebileceği bildirildi.
II. Abdülhamit olayların büyümemesi ve devlet otoritesinin yeniden tesis edilmesi amacıyla meşrutiyeti yeniden ilan etti (24 Temmuz 1908).

Meşrutiyet’in duyurulması üzerine mebus seçimi ile ilgili hazırlıklar başladı. 
25 yaşını doldurmuş ve devlete vergi veren erkekler seçimlerde oy kullanma hakkına sahipti. 50 bin erkek nüfus adına bir mebus seçilecekti. 
Mebus adayı olmak için de 30 yaşını doldurmuş olmak ve Türkçe okuma yazma bilmek zorunluluğu getirilmişti. 
Birçok siyasi parti  olmasına rağmen seçimler İttihat ve Terakki’nin denetimi altında yapıldı.
Yapılan seçimler sonucunda 240 mebus halkı temsil edecekti.
Meclis-i Mebusan’ın, 17 Aralık 1908’de açılmasıyla siyasi hayatta yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönem artık çok partili ve parlamentolu olacaktı.
II. MEŞRUTİYET İLE OSMANLI DEVLETİ’NDE 
KURULAN SİYASİ PARTİLER
1. İttihat ve Terakki Fırkası  
2. Hürriyet ve İtilaf Fırkası  
3. Osmanlı Ahrar Fırkası  
4. Fedakârân-ı Millet Cemiyeti 
5. Osmanlı Demokrat Fırkası  
6. İttihad-ı Muhammediye Fırkası
7. Mutedil Hürriyetperveran Fırkası
8. Islahat-ı Esasiye-i Osmaniye Fırkası
9. Ahali Fırkası
10. Osmanlı Sosyalist Fırkası
11. Millî Meşrutiyet Fırkası
KANUN-İ ESASİ’DE YAPILAN BAZI DEĞİŞİKLİKLER
Hükûmet meclise karşı sorumlu oldu.
Padişahın sürgün yetkisi kaldırıldı.
Padişahın mutlak veto yetkisi kaldırıldı.
Yasa teklifi için gerekli olan padişah izni kaldırıldı.
Padişahın meclisi açma-kapama yetkisi zorlaştırıldı.
Sansür yasağı kaldırıldı.
Siyasi parti kurma hakkı getirilerek çok partili hayata geçiş sağlandı.
Padişahın kanunları onaylama süresi sınırlandırıldı.




TANZİMAT’IN İLAN EDİLMESİNDEN SONRA ÇIKARILAN BELLİ BAŞLI KANUNLAR
1840 Tarihli Ceza Kanunu: Kişi haklarına değer veren 
yeni bir ceza kanunu yapıldı. Fransız hukukundan etkilenilmiştir.
1851 Tarihli Ceza Kanunu (Kanun-ı Cedit): Zabıtaya karşı gelmek, sarhoşluk, kumarbazlık, kız kaçırma, sahtekârlık, gibi suçlar da bu kanuna ilave edildi.
Arazi Kanunnamesi: Mirî arazinin mülk hâline geçişi bu kanunla kolaylaştı.
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye: Tanzimat Dönemi’nde hazırlanan en önemli kanun Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’dir. Ahmet Cevdet Paşa’nın başkanlığında kurulan Mecelle Cemiyeti millî bir medeni kanun hazırladı. Mecelle bir bakıma modern hukukla şerî hukukun sentezlenmesiydi.
Hukuk-ı Aile Kararnamesi: İslam hukukunun aileye dair kısmının kanunlaştırılması mahiyetindedir (1917).
Usul-i Muhakeme-i Şeriye Nizamnamesi: Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde asli ve tek mahkeme olan şeriye mahkemelerinin yargılama usulü, Mecelle’de yer alan hükümlerle yeniden düzenlenmekteydi. Dağınık ve karmaşık bir yekûn oluşturan bu düzenlemeler, 1917 yılında bir araya getirilip Usul-i Muhakeme-i Şeriye Nizamnamesi olarak çıkartıldı.
Kanunname-i Ticaret: 1849 yılında Fransız Ticaret Kanunu’nu, Kanunname-i Ticaret adıyla tercüme ettirerek 1850 yılında yürürlüğe koydu.
Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi: 1863 tarihli Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi’nin yürürlüğe girmesiyle Kanunname-i Ticaret’in deniz ticareti ile ilgili eksikliği tamamlandı.
Usul-i Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi: Dava açılması, dilekçe verilmesi, tarafların mahkemeye celbi, davanın görülmesi, karar, gıyabî yargılama, karara itiraz, üçüncü şahısların hükme itirazı ile ilgili hükümler Usul-i Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi’nde yer almaktaydı.


DAĞILMAYI ÖNLEME ÇABALARI
OSMANLICILIK
Osmanlı Devleti sınırlarında yaşayan Müslim, gayrimüslim halka yeni haklar vererek aralarında eşitlik sağlamak amacıyla Osmanlıcılık fikri benimsenmişti. 
Amaç din, dil, ırk ayrımı yapmadan büyük bir Osmanlı milleti oluşturmaktı.
II. Mahmut Dönemi’nde Osmanlı Devleti, Osmanlıcılık düşüncesi ile ilgili ilk ciddi adımı attı. Bu dönemde Batı tarzı birçok ıslahat yapıldı.
Osmanlıcılık fikrinin en önemli savunucuları Ali Paşa, Fuat Paşa, Mithat Paşa ve Genç Osmanlılardı.

Tanzimat’ın ilanından sonra sosyal alanda uygulanmaya başlanan bu fikir, Genç Osmanlıların II. Abdülhamit’e meşrutiyeti kabul ettirmesiyle siyasi alanda da yerini aldı.
Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre sonra Berlin Antlaşması ile Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın bağımsız olması Osmanlıcılık fikrine büyük bir darbe vurdu. 
Balkanlar’da, Doğu Anadolu’da yaşanan olaylar, gayrimüslimlerin Müslümanlara saldırıları ve devlete karşı isyanları Osmanlıcılık fikrinin başarıya ulaşamadığını gösterdi.
İSLAMCILIK
Tanzimat Fermanı’yla resmen başlayan Batılılaşma hareketine 
ve Batıcı yazarların İslamiyet aleyhine yazmış oldukları yazılara 
bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Osmanlıcılık fikri önemini kaybedince İslamcılık fikri önem kazanmaya başladı. 
Osmanlı Devleti’nin sınırlarında ve dünyanın değişik coğrafyalarında yaşayan bütün Müslümanları Osmanlı çatısı altında toplama düşüncesi etkinlik kazandı.
İslamcılık fikri sultan Abdülaziz’in son dönemlerinde Panislamizm olarak diplomatik görüşmelerde kullanılmaya başlandı. Bazı Asya hükümdarları ile diplomatik ilişkiler kurulmaya çalışıldı.
İslamcılık, II. Abdülhamit Dönemi’nde devlet politikası hâline geldi.
II. Abdülhamit, İslam birliği siyasetini gerçekleştirmek için sahip olduğu “halife” sıfatını etkin bir şekilde kullanmıştı. 
İslamcılık siyaseti sayesinde Hindistan gibi ülkelerdeki Müslüman halkın Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’ne maddi ve manevi yardımları olmuştu.
İslamcılık fikrini savunanların büyük bir kısmı dinî, ahlaki ve sosyal değerlerin korunması şartıyla Batı’nın örnek alınabileceğini savunmuştur. İslam dünyasının hurafelerden kurtarılması gerektiği üzerinde durmuşlardır.
İslamcılık düşüncesi Arap-Acem, Sünni-Şii ayrılıklarının baş göstermesine rağmen XX. Yüzyılda etkinliğini sürdürmüştür.
TÜRKÇÜLÜK (MİLLİYETÇİLİK)
Ziya Gökalp’e  göre millet “Dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan 
bir topluluktur.” 
Milliyetçilik ise “İnsanların soy, kültür ve coğrafi özelliklerinden hareket ederek bir birlik oluşturan kavramın adıdır.”
Türkçülük fikri, Avrupalı devletlerin Tanzimat’a, Islahat’a ve Meşrutiyet’e rağmen Osmanlı Devleti’ni parçalamaya yönelik faaliyetlerini durdurmaması üzerine oluşmuş bir fikir akımıdır.
Türkçülük fikri, Müslüman olup Türk olmayan toplulukları daha da ayrıştırmıştı.
Türkçülük fikrini savunan aydınlar: Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Tekin Alp, Ömer Seyfettin, Fuat Köprülü, Hamdullah Suphi, Kazım Duru ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu’dur.
SULTAN ABDÜLAZİZ’İN DARBE İLE 
TAHTTAN İNDİRİLMESİ 1876
Sultan Abdülaziz 1861’de padişah olduğunda, herkes ondan ülkeyi 1854’te başlayan dış borçlanmanın getirdiği bataklıktan kurtarmasını istiyordu.
Sultan Abdülaziz güçlü bir donanma oluşturdu.
Avrupa’daki gelişmeleri bizzat görmek amacıyla bir Avrupa seyahati yaptı.
Hükümdarlığı zamanında yeraltı treni (metro) ve tramvay ilk defa Osmanlı Devleti’ne geldi.
Eğitim alanında Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) açıldı (1868).
Sultan Abdülaziz icraatlarına Ali ve Fuat Paşalar her bakımdan yardımcı oldular.
Bütün bu iyi gelişmelere rağmen ülkenin dış borçları ödenemez hâle gelmişti. 
Fuat ve Ali paşaların ölümleriyle padişah en önemli destekçilerini kaybetti.
1871’den sonra devlet adamları arasında Abdülaziz 
aleyhtarları çoğaldı. Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Serasker 
Hüseyin Avni Paşa, Adalet Nâzırı Mithat Paşa ve Şeyhülislam Hayrullah Efendi’den oluşan dörtlü, Sultan Abdülaziz’e karşı ittifak yaptı.
Hüseyin Avni Paşa Sultan Abdülaziz’e bağlı komutanları İstanbul’da uzaklaştırdı. 
Padişahın tahttan indirilmesi ile ilgili planını diğer komutanlara ve hükûmet üyelerine kabul ettirdi. 
Ordunun yönetimi elinde olduğu için, 30 Mayıs 1876’da Abdülaziz’in bulunduğu Dolmabahçe Sarayı’nı karadan ve denizden kuşattı.
Sultan Abdülaziz tahttan indirilerek yerine V. Murat Osmanlı Devleti tahtına çıkarıldı.
4 Haziran 1876 Pazar sabahı, Sultan Abdülaziz odasında bilekleri kesilmiş hâlde bulundu.
Sultan Abdülaziz’in ölümü halk arasında büyük üzüntüye neden oldu.
Aradan beş yıl geçtikten sonra Maliye Nâzırı Mahmut Celalettin Paşa, Sultan II. Abdülhamit’e bir tezkere göndererek Abdülaziz’in katledilmiş olduğunu ileri sürdü. 
Bunun üzerine II. Abdülhamit’in emri ile olayın araştırılmasına başlandı.
Yapılan duruşmalar sonucunda Sultan Abdülaziz’in intihar etmediği, kasıtlı olarak öldürüldüğü ortaya çıktı. 
Suçlulardan bazıları idam edilirken bazıları ise sürgüne gönderildi.

31 MART DARBESİ 1909
23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre sonra 
Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, 
Avusturya Macaristan’ın, Bosna-Hersek’i topraklarına kattığını açıklaması 
ve Girit Meclisi’nin Osmanlı’dan ayrılarak Yunanistan’a bağlanma kararı alması sürecin bozulmasına sebep oldu.
Gücü elinde bulunduran İttihat ve Terakki, devlet kadrolarında tasfiyeye başladı. 
II. Abdülhamit Dönemi’nde önemli mevkilerde olan birçok kişi memuriyetten çıkarıldı. İşten çıkarılanların yerine İttihatçıların getirilmesi güven ortamının bozulmasına sebep oldu.
II. Meşrutiyet’in ilanı üzerine İstanbul’a dönerek “Serbestî” gazetesinin başına geçen Hasan Fehmi, yazılarında İttihat ve Terakki’yi sert bir dille eleştirdi.
Hasan Fehmi, 6 Nisan 1909 akşamı Galata Köprüsü 
üzerinde vurulunca cinayeti işleyenlerin ittihatçılar olduğu düşünüldü. 
Hasan Fehmi cinayeti ayaklanmanın fitilini ateşledi.
İttihat ve Terakki’nin muhaliflerinden İkdam Gazetesi Başyazarı Ali Kemal Bey’in Mülkiye Mektebi’nde Hasan Fehmi cinayetiyle ilgili yaptığı konuşma öğrencileri galeyana getirdi. Öğrenciler bağırıp çağırarak Bâbıâli’ye yürüdüler.
Güvenlik güçleri öğrencileri dağıttı.
Üniversite öğrencileri, subaylar, dervişler Hasan Fehmi Bey’in cenazesini kaldırmaya gelmişlerdi.
Cenaze töreni ittihatçı muhaliflerinin bir gövde gösterisine dönüştü.
İttihatçılara karşı duyulan öfke ve kızgınlık cenazeyle iyice artmıştı. Bütün bu olayların sonucunda “31 Mart Vakası” meydana geldi.
31 Mart Vakası, esas itibariyle siyasî ve askerî bir isyandır. 
Selanik’ten İstanbul’a Meşrutiyet’in muhafızı olarak getirilmiş olan avcı taburu erleri, subaylarını hapsederek 12/13 Nisan gecesi ayaklandılar. 
İsyan eden askerler Sultanahmet Meydanı’nda toplandılar. 
Şeriat hükümleri kesin olarak yürütülmesini, 
Bu hareketlerinden dolayı sorumlu tutulamayacakları üzerine kendilerine mühürlü senet verilmesini, 
Harbiye Nazırı Rıza Paşa ile Mebuslar Meclisi Başkanı Ahmet Rıza görevden alınmasını
Mevcut üst rütbeli subaylar görevden alınmasını istediler.
İsyanda medreseli öğrenciler, Ahrar Fırkası’na mensup politikacılar hatta bazı milletvekilleri, Prens Sabahattin Bey takımı, İttihad-ı Muhammedî Fırkası, bazı gazeteler ve yazarlar da yer almaktaydı.
İstanbul’daki isyan Selanik’te bulunan İttihat ve Terakki Cemiyeti merkezine “Meşrutiyet mahvoldu.” şeklinde bildirildi. Bunun üzerine hazırlanan Hareket birlikleri 23- 24 Nisan’dan itibaren İstanbul’a girmeye başladı. 
Hareket Ordusu’nun duruma hâkim olmasından sonra meclis tekrar Sultanahmet’teki parlamento binasında çalışmaya başladı. 
Meclisin 27 Nisan 1909’daki oturumunda ayaklanmada etkisi olduğu gerekçesiyle hakkında fetva çıkarılan II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesine ve yerine Veliaht Mehmet Reşat’ın padişah olmasına karar verildi.
BÂBIÂLİ BASKINI 1913
1912 yılında başlayan Balkan Savaşı sırasında 
Bulgar orduları Çatalca önlerine kadar geldi. 
Makedonya elden çıktı. 
Selanik, Yunanlıların eline geçti. 
Bulgar kuşatması altındaki Edirne’de Şükrü Paşa olağanüstü bir direniş mücadelesi verdi.
Avrupalı büyük devletlerin İstanbul’daki temsilcileri 17 Ocak 1913’te Osmanlı Devleti’ne verdikleri bir nota ile Edirne’nin terk edilmesini, aksi hâlde savaşın yeniden başlayacağını bildirdiler. 
Kâmil Paşa hükümeti, Edirne’nin verilmesi taraftarıydı.
İttihatçılar hükûmetin icraatlarını beğenmediklerini padişaha bildirerek hükûmet değişikliğini istediler fakat olumsuz cevap aldılar.
23 Ocak 1913’te Enver Bey’in başında olduğu bir grup 
Bâbıâli’deki hükûmet merkezine doğru harekete geçti. 
Enver Bey ve arkadaşları hiçbir zorluk çekmeden Bâbıâli’ye girmeyi başardı. 
Talat Bey ve Enver Bey, Sadrazam Kâmil Paşa’nın odasına girdiler. 
Kâmil Paşa’dan istifa etmesini istediler.
Talat ve Enver Beylerin ikazı üzerine Kâmil Paşa, ahali ve askerlerden gelen teklif üzerine istifa ettiğini bildirdi.
Enver Paşa dışarıda bekleyen kalabalığa Kâmil Paşa hükumetinin sona erdiğini ve yeni kabineyi Mahmut Şevket Paşa’nın kuracağını bildirdi.
1912’ye kadar iktidarı denetleyen bir güç olan İttihat ve Terakki, Bâbıâli Baskını ile tek başına iktidar olmuş ve fiilen tek parti hâlini almıştı.


DARBELERİN KAYBETTİRDİĞİ TOPRAKLAR
Osmanlı Devleti’nde XIX ve XX. yüzyılda meydana gelen darbeler devletin iç ve dış politikada güç kaybetmesine sebep oldu. 
Sultan Abdülaziz’in bir darbe sonucu indirilmesi büyük kargaşaya sebep oldu. Balkanlar’daki gayrimüslim halk, Avrupalı devletlerin de desteği ile ayaklandı.
1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı’nı (93 Harbi) Osmanlı kaybetti. Yapılan Berlin Antlaşması sonucunda Sırbistan, Karadağ ve Romanya’ya bağımsızlık verildi. Osmanlı Devleti büyük toprak kayıpları yaşadı.
I. Meşrutiyet’in ilanından sonra devlet yöneticileri rehavete kapıldılar. Bu rehavet sonucunda dış siyasete gereken önem verilmedi.
Avusturya-Macaristan İmparatoru Bosna ve Hersek’in Avusturya topraklarına ilhak edildiğini ilan etti. 
Bu haberin duyulmasından bir gün sonra Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti.
Girit Hristiyanları Kandiye’de toplanarak, Girit’in Yunanistan’a katıldığını duyurdular.
1913 yılında kabul edilen bir tasarı ile Arnavutluk muhtar bir devlet ilan edildi.
Arnavutluk prensi Avrupa devletleri tarafından seçilecekti.
Yaşanan bu süreç Arnavutluk’un Osmanlı Devleti’nden ayrılmasına neden oldu.