11. SINIF 3. ÜNİTE ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE DENGE STRATEJİSİ (1774-1914)


3. ÜNİTE 11 SINIF
XVIII. YÜZYILDAN XX. YÜZYILA AVRUPA VE OSMANLI DEVLETİ

1779 Aynalıkavak Tenkihnamesi: Osmanlı, Şahin Giray’ın hanlığını tanıya­cak.
1783 Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı
1789 Fransız İhtilali


1791 Ziştovi Antlaşması:   Avusturya – Osmanlı 
1792 Yaş Antlaşması:  Kırım’ın Ruslara ait olduğunu ka­bul edecek
1798 Fransa tarafından Mısır’ın işgali
1801 El-Ariş Antlaşması: Fransızlar Mısır’ı Osmanlı Devleti’ne teslim ettiler
1804 Sırp İsyanı: İlk azınlık isyanı
1808 Sened-i İttifak: II. Mahmud Dönemi’nde Padişah ile Ayanlar arasında yapılan sözleşmedir.
1812 Bükreş Antlaşması: Osmanlı Devleti, Sırbistan’a ayrıcalık verdi. (Rusya ile imzalandı)
1815 Viyana Kongresi: Napolyon Savaşları sonrası 
Avrupa’nın durumu görüşüldü
1821 Rum İsyanı
1821- 1881 Sudan’da Mısır- Osmanlı hakimiyetinin kurulması
1827 Navarin Olayı: Fransa-İngiltere, Rusya müttefik filolarının, Navarin’deki Osmanlı-Mısır donanmasına baskını
1829 Edirne Antlaşması: Yunanistan bağımsızlığını kazanmıştır 
1830 Fransızların Cezayir’i alması
1833 Kütahya Antlaşması: Mehmet Ali Paşa'ya Mısır ve Girit valiliklerinin yanı sıra Şam valiliği verilecekti
1833 Hünkar İskelesi Antlaşması: Osmanlılarla Ruslar arasında yapılmıştır
1838 Balta Limanı Antlaşması: İngilizlere ekonomik ayrıcalıklar verildi
1839 Nizip Muharebesi: Osmanlı kaybetti, Kavalalı’ya İstanbul yolu açıldı
1839 Tanzimat Fermanı: Sultan Abdülmecid döneminde 
Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmuştur.
1840 Londra Antlaşması: Mısır, Mehmet Ali Paşa ve soyundan gelen kişiler tarafından yönetilecektir. 
1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi: Osmanlı Devleti’nin Boğazlar üzerindeki mutlak egemenliği sona ermiştir.
1853- 1856 Kırım Savaşı: İngiltere , Fransa, Piyemonte ve Osmanlı Devleti Rusya’yı yendi
1856 Islahat Fermanı: Paris Antlaşmasında Avrupa’nın desteğini almak için hazırlandı
1856 Paris Antlaşması: Osmanlı Devleti Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi olacak
1869 Süveyş Kanalı’nın açılması: Fransız mühendisi Ferdinand de Lessepsin teşebbüsüyle açılmıştır. 
1876 Kanun-î Esasi’nin ilanı: İlk Osmanlı anayasası, II. Abdülhamid dönemi
1877- 1878 Osmanlı-Rus Savaşı: Osmanlı devleti Rusya’ya yenildi (93 Harbi)
1878 Ayastefanos Antlaşması: Osmanlı – Rusya
1878 İngilizlerin Kıbrıs’ı işgali: 
1878 Berlin Antlaşması: 93 Harbi sonrası düzenlemeler yapıldı
1881 Fransızların Tunus’u işgali
1881 Düyûn-ı Umûmiye İdaresinin kurulması: Osmanlı’nın dış borçlarını takip eden ve düzenleyen kurum
1882 Üçlü İttifak’ın kurulması: Almanya, Avusturya-Macaristan, ve İtalya
1882 İngilizlerin Mısır’ı işgali
1907 Üçlü İtilaf’ın kurulması: Fransa, İngiltere ve Rusya 
1908 II. Meşrutiyet’in ilanı
1908 Bulgaristan’ın bağımsız olması
1908 Girit’in Yunanistan Tarafından işgali
1908 Bosna- Hersek’in Avusturya Macaristan İmparatorluğu tarafından ilhakı
1909 31 Mart Olayı: Osmanlıda rejime karşı yapılan ilk isyan
1911 Trablusgarp Savaşı: Osmanlı- İtalya
1912 Uşi Antlaşması: Trablusgarp Osmanlı Devletinden ayrılan son Afrika toprağı olmuştur. (İtalya )
1912 I. Balkan Savaşı: Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan Osmanlı Devleti ile savaştı
1913 Londra Antlaşması: Osmanlı Devleti’nin batı sınırı Midye-Enez hattı oldu.
1913 Bâbıâli Baskını: Enver Paşa öncülüğünde düzenlenen bir hükumet darbesi  
1913 II. Balkan Savaşı: Bulgaristan’a karşı Sırbistan, Yunanistan, Karadağ, Romanya ve  Osmanlı savaştı.
1913 Atina Antlaşması: Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında imzalandı.
1913 Bükreş Antlaşması: Bulgaristan ile diğer balkan devletleri arasında imzalandı.
 (29 Eylül 1913) 1913 İstanbul Antlaşması: Osmanlı devleti Kırklareli, Edirne ve Dimetoka 'yı Bulgaristan’dan geri aldı. Meriç nehri iki ülke arasında sınır kabul edildi.
(13 Mart 1914) 1914 İstanbul Antlaşması: Osmanlı Devleti ile Sırbistan arasında imzalanmıştır.

OSMANLI DEVLETİ’NİN SİYASİ VARLIĞINA YÖNELİK TEHDİTLER

XIX. yüzyıl başında Osmanlı Devletinde, toprak ve denizlerin kapladığı alan yaklaşık dört milyon kilometre kareydi. 
Devletin nüfusu ise yirmi milyon civarındaydı.
XIX. Yüzyılda Avrupa’daki devletler arası güç dengesinin şartları büyük ölçüde değişmeye başlamıştı. 
Bu değişim karşısında Osmanlı Devleti dışardan kendisine yönelen tehlikelere karşı, yanına en az bir büyük devleti almak suretiyle siyasi denge meydana getirerek varlığını korumaya çalıştı. (Denge politikası) 
XIX. yüzyılda Avrupa’nın siyasetine İngiltere, Fransa, Avusturya ve Rusya yön vermekteydi. 

Almanya ve İtalya ise XIX. Yüzyıl sonlarında siyasi birliklerini tamamlayıp tarih sahnesine çıktı.

Viyana Kongresi (1815)

Sanayi İnkılabı ile birlikte gelişen yeni sömürgecilik anlayışı beraberinde ham madde ve pazar arayışını getirdi. 
Bu amaçla hareket eden Avrupalı devletler Asya, Avrupa ve Afrika kıtasında milyonlarca kilometrekare toprağa sahip Osmanlı Devleti’ni parçalama planlarını devreye koydular.
Napolyon Savaşları sonrası bozulan dengelerin yeniden kurulmasını amaçlayan Rusya, Avusturya ve Prusya’nın öncülüğünde İngiltere’nin de katılımıyla monarşi yönetimleri Viyana’da (1815) bir araya geldi. Fransa girdiği savaşlardan yenik çıkmasına rağmen kongreye davet edildi.
Viyana Kongresi’nde görüşülen konulardan biri de Şark Meselesi’dir.

Doğu Sorunu olarak da adlandırılan Şark Meselesi, politik bir terimdir. Bu terim ilk defa 1815’te Viyana Kongresi’nde kullanıldı. 


Şark Meselesi, Avrupa devletlerinin XIX. yüzyıl ve sonrasında Osmanlı Devleti’ne karşı yürütecekleri siyaseti ifade eden bir kavramdır.

Şark meselesi

Amacı Türkleri Anadolu’dan ve Balkanlar’dan çıkarmak olan Şark Meselesi’nin iki aşaması vardır.
Bu meselenin birinci aşaması 1071-1683 arası dönemde Avrupa savunma, Türkler taarruz hâlindedir. 1683’de Türklerin Viyana’da yenilgiye uğramaları ile Şark Meselesi’nin ilk aşaması bitti.
Şark Meselesi’nin ikinci aşamasında Avrupalı devletler Balkanlar’daki Hristiyan halkları Osmanlı hâkimiyetinden çıkarmayı hedefledi.
XIX. yüzyıldan itibaren hız kazanan Şark Meselesi kapsamında Türkleri Balkanlar’dan çıkarmak İstanbul’u geri alma düşüncesiyle hareket edildi.
Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin Asya toprakları üzerinde yaşayan azınlıklarına önce özerklik verilmesi daha sonra da onların bağımsızlığa kavuşturulması hedeflendi.

Rusya, Şark Meselesi’nde Osmanlı Devleti’nin jeopolitik öneme sahip topraklarından en büyük payı almaya çalıştı.

Avrupalı büyük devletler, bazen aralarında anlaşsalar da genellikle rakiplerinin Osmanlı topraklarından tek başına istifade etmelerine engel oldular.
Osmanlı Devleti bu devletlerden biri yahut birkaçıyla diğerinin aleyhinde ittifak kurarak denge stratejisini uygulamaya başladı.
XIX. yüzyıla girildiğinde Avrupalı büyük güçler Şark Meselesi ekseninde Osmanlı Devleti’ne karşı işgalci faaliyetlerine devam ettiler. 
Rusya, İstanbul’a ulaşmaya çalışırken Fransa ise Osmanlı toprağı olan Mısır ve Cezayir’e saldırdı. 
Avrupalı devletler, Balkanlar’da Sırpların isyan çıkarmasına öncülük ederken Yunanlara devlet kurma yolunu açtılar.

1821 Rum İsyanı ve Yunanistan’ın Kurulması

Rumlar, Osmanlı Devleti içinde ayrı bir yere sahip olan azınlıklardandı.
İstanbul’un fethi ile beraber Rumlara ibadet hürriyeti tanındı. Patriğin zaman içinde yetkileri arttırıldı ve Osmanlıya katılan her Ortodoks topluluk, Rum Patrikliği’ne bağlandı. 
İstanbul’daki Rumlar yabancı dillere hâkim olduklarından devlet kademesinde tercümanlık görevlerine getirilerek Reis’ül küttabların en yakın çalışma arkadaşları oldular.
XVIII. Yüzyıla gelindiğinde Fransız İhtilali’nden etkilenen Rumlar, Megali İdea adını verdikleri düşünce çevresinde bir araya gelerek isyan hazırlıklarına başladı. Bu düşüncenin temelinde Bizans’ı yeniden diriltme ülküsü yatmaktaydı.
Yeni Çağ’da ortaya çıkan Hümanizm ve Rönesans hareketleriyle Avrupa’nın aydınları, eski Yunan kültürüyle temas edince Avrupa’da Yunan hayranlığı ortaya çıkmaya başladı.

Rumları bağımsızlığa götürecek ilk adım 1814’te Odessa’da gizlice Filik-i Eterya Cemiyeti kurularak atıldı. Bu cemiyet 1894’te Etnik-i Eterya Cemiyeti adını aldı. 
Görünüşte eğitim- öğretim amacıyla kurulan bu dernek, Rum ayaklanması için para toplayarak, silah dağıtarak propaganda faaliyetleri yapıyordu. 
Bizans İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmayı amaçlayan cemiyetin 1815 yılında İstanbul’da ilk şubesi açıldı.
Rumların ilk isyanı Boğdan’da Alexander (Aleksandr) İpsilanti tarafından çıkartıldı.
Rum İsyanı’nın Eflak-Boğdan’da çıkarılmasının en büyük nedeni Rusya’ya sınır olmasıydı.
Ne Boğdan’daki Romenler ayaklanmaya katıldı ne de Rusya’dan istenilen destek geldi. Bu sayede isyan, Osmanlı Devleti tarafından kısa sürede bastırıldı.
Rumların asıl isyanı 1821’de Mora Yarımadası’nda başladı. Mora İsyanı ile beraber Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa da Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etti.
Tepedelenli Ali Paşa isyanı kısa sürede bastırıldı ancak Osmanlı Devleti, Mora Yarımadası’nda başlayan Rum İsyanı’nı bastırmakta yetersiz kaldı. 
Bunun üzerine Padişah II. Mahmut, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan Mora İsyanı’nı bastırmak için yardım istedi. 
Mehmet Ali Paşa yardım karşılığında II. Mahmut’tan kendisine Mora’nın yanında Girit valiliğinin de verilmesini talep etti. 
Mehmet Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa’yı Mora’ya isyanı bastırmak için gönderdi. Mısır’dan gelen yardım sayesinde Osmanlı Mora İsyanı’nı bastırdı.

Rum İsyanı bastırılınca bu durumdan rahatsız olan İngiltere, Rusya ve Fransa; Osmanlı Devleti’nden Yunanistan’a özerklik verilmesini istediler.
Osmanlı Devleti bu isteği reddedince Osmanlı ve Mısır donanmaları 1827’de Navarin’de baskına uğradı ve yakıldı.
İngiltere Doğu Akdeniz’de Osmanlı ve Mısır donanmasının yok edilmesiyle Rusya’ya karşı durabilecek bir deniz gücünün kalmamasından dolayı endişelendi.
Rusya yeni topraklar kazanmak için 1828 yılında Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. 1829 yılında Osmanlı Devleti’nin yenilmesi üzerine Edirne Antlaşması yapıldı. Bu antlaşma ile Yunanistan’a bağımsızlık verildi.

Kutsal Yerler Sorunu

Semavi üç din (İslamiyet, Hristiyanlık ve Musevilik) açısından kutsal bir yere sahip olan Kudüs, tarih boyunca önemini korumuştur. 
Hz. İsa’nın Hristiyanlığı yaydığı yer olması ve Hristiyanlara ait birçok kilise ve tören yerlerinin inşa edilmesi Hristiyanlar için Kudüs’ü kutsal kılıyordu.
Ortodoks ve Katolik Hristiyanlar arasında kutsal yerlerin koruyuculuğu üzerinden süregelen rekabetin adı “Kutsal Yerler Sorunu” olarak adlandırıldı.
Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde Osmanlı topraklarına katılan Kudüs’teki kutsal yerlerin hakları ve ayrıcalıkları Rum ve Ermenilere yeni menşurlarla verilmişti. 
Ortodoks ve Katolikler arasında bazen kutsal yerlere ilişkin sorunlar çıksa da genel olarak bu sorun Ortodoksların lehine çözümleniyordu.
Osmanlı Devleti’ni yıkma politikasında kararlı olan Rusya, Osmanlı Devleti’ndeki Hristiyanları etkileme amacıyla Ortodoksların koruyucusu durumuna gelmeye çalıştı.

Kutsal yerlerin koruyuculuğu konusunda Katolik olan Fransızlara da bir kısım haklar tanınmıştı. 1789 Fransız İhtilali’nin etkisiyle din ve devlet işlerini ayrı tutan Fransız politikası Rusya’nın işine gelmişti.
Rusya, Kutsal Yerler Meselesi ve Ortodoksların himayesi gibi konuları dile getirerek Osmanlı Devleti’ni baskı altına almaya çalıştı.
İstekleri kabul edilmeyince 1853’te Ruslar, Eflak ve Boğdan’a saldırdı.
Aynı yıl bu sorunun çözümü için Viyana’da İngiltere, Fransa, Avusturya ve Prusya arasında bir kongre düzenlendi. Kongre sonucunda Rusya ve Osmanlı Devleti’ne aralarında anlaşmaları için nota gönderildi.
Rusya kongreden çıkan talepleri kabul etmedi. 
Osmanlı Devleti’nin 4 Ekim 1853’te Rusya’ya savaş ilan etmesiyle Kırım Savaşı (1853) başladı.

Kırım Savaşı (1853-1856)

Osmanlı Devleti, Rumeli ve Anadolu’da 
Ruslara karşı yapılan savaşlarda başlangıçta başarılar elde etti. 
Rusya ise Sinop’a sığınan Osmanlı donanmasını bir baskınla yaktı.
Osmanlı donanmasının Sinop’ta yakılması Rusya’nın Karadeniz’deki askerî varlığını ne düzeye getirdiğini Fransa ve İngiltere’ye gösterdi. 
İstanbul’un ve Boğazların tehlike altına girdiğini anlayan İngiltere, Fransa ve Piyemonte (İtalya) 1854 yılında Osmanlı-Rus Savaşına dâhil oldular.
Kırım Savaşı devam ederken Osmanlı Devleti içine düştüğü mali sıkıntılardan dolayı ilk kez dış borçlanmaya başvurdu. İlk dış borç İngilizlerden alındı.
1855 yılı Eylül ayına gelindiğinde Sivastopol, Ruslardan geri alındı. 
Müttefiklerin başarısı, Çar I. Nikola’nın ölümü ve yerine geçen Çar II. Aleksander’ın barış talep etmesi Kırım Savaşı’nı bitirdi.

Paris Barış Antlaşması (1856)

Rusya ile yapılacak barış görüşmeleri için 1856’de Fransa’nın başkenti Paris’te Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Piyemonte bir araya geldi.
Osmanlı Devleti tarihinde ilk defa Avrupa devletleriyle bir kongreye eşit koşullarda katılıyordu.
1856 Paris Barış Antlaşması’na göre Osmanlı Devleti Avrupa hukukundan yararlanma hakkı elde ederek Avrupalı bir devlet sayıldı. 
Karadeniz bu antlaşma ile uluslararası ticarete açıldı.
Rusya’nın Karadeniz’de savaş gemisi bulundurması ve liman kurması yasaklandı.
Kırım Savaşı sonunda Rusya tarafından bozulan devletler arası dengeler yeniden kuruldu. 
Osmanlı Devleti’ne devletler arası hukuktan faydalanma hakkının tanınması ve devlet topraklarının Avrupalı devletlerin garantisi altına alınması önemlidir.



1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi)

Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü1856’dan beri savunan Avrupalı devletler, 1871’den sonra bu siyasetlerini terk etmeye başladılar.
1871’de Rusya’nın Paris Barış Anlaşması’nı tanımadığını ilân etmesi Rus tehlikesini tekrar gündeme getirdi. 
Rusya bu dönemde, Balkan topluluklarını, bir çatı altında toplamayı amaçlayan Panslavizm politikaları doğrultusunda onları Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmaya devam ediyordu. 
Rusya’nın bu çabaları 1875’te Bosna-Hersek İsyanı ve 1876’da Bulgar İsyanı’nın çıkmasına neden oldu.
Balkanlar’da bu gelişmeler yaşanırken II.Abdülhamit tahta geçmişti. Sırp ve Karadağ isyanları ise devam etmekteydi.
Osmanlı Devleti, Sırp İsyanı’nı başarıyla bastırdı ve Balkanlar’da kontrolü yeniden sağladı. Bu durum Avrupalı devletleri rahatsız etti.

İstanbul Konferansı 1876 (Tersane Konferansı)

Balkanlar’daki gelişmelerin görüşülmesi amacıyla İstanbul Konferansı (Tersane Konferansı) yapıldı. Bu esnada Osmanlı Devleti I. Meşrutiyeti ilan etti.
Osmanlı Devleti’nin buradaki amaçlarından biri de azınlıklarla ilgili olumsuz bir kararın çıkmasına engel olmaktı.
Konferansa katılan devletler (İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Almanya ve İtalya) I.Meşrutiyet’in ilanını ciddiye almadığı gibi Sırbistan ve Karadağ’ın topraklarının genişletilmesini talep ettiler. 
Ayrıca Osmanlı Devleti’nden Bosna-Hersek ve Bulgaristan’da özerk yönetimler kurulmasını istediler. Osmanlı Devleti bu taleplerin hiçbirini kabul etmedi.
İstanbul Konferansı’na katılan devletler Londra’da yeni bir protokol imzaladı. Osmanlı Devleti, 1877’de Londra Protokolü’nü reddetti.
Bu gelişmeler üzerine Rusya Osmanlı devletine savaş ilan etti.

(93 Harbi) Başlıyor

1877 Londra Protokolü’nün Osmanlı Devleti tarafından
 reddedilmesi savaş için Rusya’ya bir bahane oldu. 
Prens Mençikof 1877’de Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı savaş kararını bir beyanname ile Avrupa’ya bildirdi.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Rumi takvimin 1293 senesinde cereyan etmesinden dolayı bu savaş, 93 Harbi adıyla anıldı.
Osmanlı Devleti, Tuna Nehri boyunca bir savunma hattı oluşturdu.
Kuzeydoğu Anadolu’da da Kafkaslar üzerinden gelecek bir saldırıya karşılık ayrı bir savunma hattı kuruldu.
Rus donanmasını engellemek amacıyla Çanakkale Boğazı’na torpil döküldü.
Rusya’nın savaş başlamadan önce asıl amacı Balkanlar’daki Slav topluluklarını denetimi altına alarak Boğazlar üzerinden Osmanlı Devleti’ne baskı yapmaktı. 
Bir diğer amacı ise Batum, Kars, Ardahan ve Erzurum’u ele geçirip güneye, İskenderun yönünde Akdeniz’e inmekti.

1877’de Balkanlar üzerinden büyük bir saldırı başlatan Rus ordusu aynı anda Kuzeydoğu Anadolu’ya da yöneldi. 
Tuna Nehri’nin güneyine geçen Ruslar, Bulgaristan’a girdi ve buradaki Türk köylere yönelik büyük katliamlar yaptı.
Süleyman Paşa komutasında Osmanlı ordusu Rusları, Şıpka Geçidi’nde (Bulgaristan) durdurduğu gibi geri çekilmeye zorladı.
Balkanlar’ı aşmak isteyen Ruslar bu defa Plevne üzerinden saldırıya geçti.
Ruslar, Osman Paşa komutasında savunulan Plevne’ye üç defa saldırsalar da istedikleri başarıya ulaşamadı.
Plevne’yi saldırıyla alamayacağını anlayan Ruslar şehri kuşatma yoluna gitti.
Osmanlı ordusu bu kuşatma içinde yok olmaktansa bir yarma hareketiyle kuşatma çemberini aşmaya karar verdi. Osmanlı ordusu çemberi aşamayınca teslim olmaya mecbur kaldı.
20 Ocak’ta Ruslar, Edirne’ye girdi.

Doğu Anadolu’da 20 Nisan’da Doğubeyazıt, 17 Mayıs’ta Ardahan düştü.
Ruslar bu defa Kars’a yöneldi. Kars yönünde takip edilen Rus ordusu Ahmet Muhtar Paşa’nın saldırısı sonucu beklenmedik bir yenilgi aldı.
Ahmet Muhtar Paşa’ya ait güçler temmuz ayında Kars’a girdi. Muhtar Paşa’nın Kars civarında düzenlediği saldırılar Rus ordusunun ana güçlerine asıl darbeyi vuramadı.
Ekimde Ruslar yeni bir saldırı başlattı. Muhtar Paşa’ya bağlı ordu Erzurum’a çekildi. 
Erzurum halkı şehrin müdafaasına bizzat katıldı. Kahraman bir Türk kadınının (Nene Hatun) teşviki ve ordu kuvvetlerinin de yardımıyla püskürtülen Rus ordusu Erzurum’a giremeden geri çekildi.
Kars direnişe rağmen 19 Kasım 1877’de Kars, Rusların eline geçti
Rusların Balkanlar’da ilerlemesi ve Edirne’ye kadar gelmeleri sonucunda Osmanlı Devleti barış istemek zorunda kaldı.

1878 Ayastefanos Antlaşması (Yeşilköy)

Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlıkları tanınarak Osmanlı Devleti’nden ayrıldı. 
Büyük Bulgaristan Prensliği kurularak Osmanlı Devleti’ne bağlandı. 
Bosna-Hersek’in Rusya ve Avusturya tarafından ortaklaşa himaye edilmesine karar verildi.
Kars, Ardahan, Batum ve Doğubeyazıt Rusya’ya bırakıldı. 
Girit, Teselya ve Arnavutluk’ta ıslahatların yapılması karar altına alındı.
Ayastefanos Antlaşması ile Avusturya ile İngiltere  çıkarları zedelendi.
İngiltere, Avusturya ile bir araya gelerek Ayastefanos Antlaşması’nın uluslararası bir konferansta ele alınması konusunda ortak karar aldı.
Rusya, Ayastefanos Antlaşması’nın gözden geçirilmesi yolunda yapılan teklifi kabul etmek zorunda kaldı.

Kıbrıs’ın İşgali 1878

Berlin Kongresi (1878) öncesi İngiltere, Rus tehlikesinden Osmanlı Devleti’ni koruma amacıyla Kıbrıs Adası’na yerleşmek istedi.
Kıbrıs Adası, Doğu Akdeniz’in stratejik açıdan kritik bir noktasında bulunmaktaydı. Ada ayrıca İngiltere’nin Asya’daki sömürgelerine giden yol güzergâhı üzerinde bulunmaktaydı.
1878’de Kıbrıs Adası’na İngilizlerin gelmesine izin verildi. İngilizlerin geçici bir yerleşme olarak gösterdikleri bu girişim zamanla Kıbrıs’ın İngilizler tarafından işgaliyle sonuçlanacaktır.

Berlin Kongresi (1878)

93 Harbi sonrası Berlin’de Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Avusturya, Fransa, İtalya ve Almanya devletleri bir araya geldi.
Osmanlı Devleti, İngiltere’nin Osmanlı çıkarlarının savunmasını beklerken tam tersi bir durum ile karşılaştı.
Berlin Antlaşması’na göre Romanya, Sırbistan ve Karadağ resmen bağımsız oldu. 
Büyük Bulgar Krallığı üç parçaya bölündü: Osmanlı Devleti’ne vergi verecek olan Bulgar Prensliği, idari özerkliğe sahip Doğu Rumeli Eyaleti ve Osmanlı Devleti’ne bağlı Makedonya oluştu. 
Bosna-Hersek, yönetimi geçici olarak Avusturya’ya bırakıldı. 
Islahat yapılması şartıyla Makedonya, Osmanlı Devleti’ne bırakıldı. 
Doğubayazıt’ın Osmanlı Devleti’ne verilmesi şartıyla Kars, Ardahan ve Batum Ruslara bırakıldı.

1878 Berlin Kongresi’nde Avrupalı devletler, Ermeniler için Doğu Anadolu’da ıslahatların yapılmasını istedi. 
Kongre’de Girit Adası için Avrupalı devletler, adada Rumların lehine düzenlemelerin yapılması istedi.
İngiltere Kıbrıs’a kalıcı olarak yerleşti. Fransa, kongreden eli boş dönünce Kuzey Afrika’daki Osmanlı toprağı olan Tunus’u işgal etmeyi açıkça dile getirdi.
XIX. yüzyıl boyunca “Denge Stratejisi” yürüten Osmanlı Devleti, Almanya ile siyasi ve askerî alanda yakınlaşma dönemini başlattı. 
Berlin Kongresi’nde Almanya’nın Osmanlı Devleti karşıtı bir tutum sergilememesi bu yakınlaşmada etkili olmuştu.

Ermeni Meselesi

Osmanlı Devleti’nde “Millet-i Sadıka” adıyla anılan Ermeniler, devlet içerisinde önemli mevkilere getirilmişti.
Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı kullanmak isteyen Avrupalı devletler ilk olarak Ermeniler arasındaki mezhep ayrılıklarından faydalandı. 
Ortodoks olan Ermeniler arasında İngiltere ve Fransa’nın etkisiyle Katolik ve Protestanlık mezhepleri de yayıldı. 
Bu amaç doğrultusunda Osmanlı’da azınlık ve yabancı okulları açıldı.
Bu okullarda Batılı güçler tarafından Ermeniler başta olmak üzere diğer azınlıklara Osmanlı karşıtlığı temelinde milliyetçilik fikri aşılanmaya başlandı.

1878 Berlin Antlaşması, XIX ve XX. yüzyılda yaşanan 
Ermeni Meselesi’nin başlangıcıdır.
1878 Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesine göre Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti’nden Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde zaman geçirmeden ıslahat yapmasını ve güvenliklerinin sağlanmasını istedi. 
Avrupa devletlerinin desteğiyle Ermenileri, Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmak amacıyla 1887’de İsviçre’nin Cenevre şehrinde Hınçak, 1890’da Tiflis’te Taşnak komitaları kuruldu. 
Bu tarihten itibaren Ermeniler, I. Dünya Savaşı’na kadar bir dizi isyan ve baskın girişimlerinde bulundu.
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde açığa çıkan isyanlar karşısında Müslüman Türk halkının bir kısmı Ermeni komitacıların baskın ve saldırılarından korunmak için yerlerini terk etmek zorunda kaldı.

1915 Tehcir (Zorunlu Göç) Kanunu’nun Çıkarılması Öncesinde Ortaya Çıkan Ermeni İsyanları

Erzurum İsyanı (1890)
Kumkapı Gösterisi (1890)
Merzifon, Yozgat ve Kayseri Olayları (1892)
Sason (Batman’ın ilçesi) İsyanı (1894)
Bâbıâli Olayı (1895)
Zeytûn (Maraş vilayetine bağlı kaza) İsyanı (1895)
Van İsyanı (1896)
Osmanlı Bankası Baskını (1896)
Sultan II. Abdülhamit’e Suikast Girişimi (1905)

Adana Olayları (1909)

27 Mayıs 1915 Geçici Sevk ve İskân Kanunu (Tehcir Kanunu)

1915 Nisan ayı ortalarında Çanakkale Gelibolu’ya asker çıkartılmasından on gün önce İtilaf Devletleri, Ermenilerden genel bir isyan başlatmasını istedi.
Ermeniler karakollara ve Türk evlerine saldırdılar.
Rusların Ermenilerle bağlantı kurup beraber hareket etmeleri ve İtilaf devletlerince Gelibolu’ya çıkartma yapılması, Osmanlı Devleti’ni zor duruma düşürdü.
Bu durum karşısında İttihat ve Terakki Hükûmeti tedbir aldı. 27 Mayıs 1915’te Geçici Sevk ve İskân Kanunu (Tehcir Kanunu) çıkartıldı.
Dâhiliye Nezareti’nin önerisi üzerine çıkarılan bu kanunla bir kısım Ermeni’nin savaş bölgelerinden uzaklaştırılması uygun görüldü.

Bu suretle özellikle Van, Bitlis ve Erzurum vilayetlerinde isyana karışan Ermeniler, Halep ve Suriye vilayetlerinin bazı bölgelerine zorunlu göçe tabi tutuldular.

Zorunlu göç, bütün Ermenilere uygulanmadı.
Zorunlu göç nedeniyle bazı bölgelerde Ermenilerin silahlı direnişi yüzünden olaylar çıkmış, yollarda asayişsizlik ve hastalık sebebiyle kayıplar olmuş,
Türkleri az tanıyan Batı kamuoyu kışkırtılmak istenmişti. Avrupa’da zorunlu göçe, adeta soykırım görüntüsü verilerek
Batı’da basın yayın organlarında Türkler karşıtı propagandalar yapıldı.



Makedonya Sorunu

Balkan devletlerinin hepsinin isteklerinin kesiştiği yer Makedonya’ydı.
Osmanlı Devleti, durumun farkındaydı ve  önlemlerini almayı ihmal etmedi.
Makedonya’da görevlendirilen “İzleme Taburları” adlı jandarma birlikleri sayıca yetersizdi. 
Balkan devletleri gizlice Makedonya’ya girerek çetecilik faaliyetleriyle taraftar bulmaya ve bölge halkını silahlandırmaya başlamıştı.
Makedonya’da ilk büyük isyan Manastır şehrinde 2 Ağustos 1903’te başladı. İsyan kısa sürede bastırılsa da başka yeni isyanlar çıktı. 
1908’e gelindiğinde bölgedeki Müslim ve gayrimüslim vatandaşlar arasında hürriyetçi düşünceler yayılmaya başladı.

Makedonya’da yaşanan bu gelişmeler neticesinde 
II. Meşrutiyet 1908’de ilan edildi.
Bulgaristan, Makedonya’yı ele geçirmek için buradaki çetecilik faaliyetlerini körükledi. 1910’da Bulgar basınında Osmanlı Devleti’nin Makedonya’da ıslahat yapmadığı, Makedonya’daki Bulgarların yok edilmek istendiği ve bu bölgeye yeni Türk ailelerin getirilerek yerleştirilmek istendiği gibi iddialar ortaya atıldı.
Trablusgarp Savaşı’nda (1911) İtalya’nın saldırısını fırsat bilen bu çeteler Makedonya’da çeşitli katliamlara ve yağmalamalara girişti. 
Balkan devletleri Osmanlı Devleti aleyhinde bir ittifak yaparak Balkan Savaşı hazırlıklarına hız verdiler.
Makedonya, 1912-1913 yılları arasında cereyan eden Balkan Savaşları sonunda imzalanan Bükreş Antlaşması ile Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan arasında paylaştırıldı.


İtalya’nın Siyasi Birliğini Kurması (1870)

İtalya millî birliğinin kurulmasında 1807’de kurulan 
“Carbonari”(Karbonari) adlı örgüt etkili olmuştur. 
Gizli bir örgütolan Carbonari, 1821’e gelindiğinde bağımsızlık ve birlik yanlısı ilk isyanları başlattı.
1848 İhtilallerinde Piyemonte Krallığı öncülüğünde birlik ve bağımsızlık için mücadele veren İtalyanların isyanları sonuçsuz kaldı.
Avusturya’nın parçalı hâlde bulunan İtalya coğrafyası üzerindeki baskısı yüzünden İtalyanlar bağımsız bir devlete ulaşamıyordu.

Piyemonte Kontu Cavour (Kavur) ve Fransa İmparatoru III. Napolyon Avusturya’ya karşı ortak mücadele kararı aldı. 
İki devlet adamı 1858’de gizli bir anlaşma yaptılar ve bir sene sonra Avusturya’ya savaş açtılar. Bu savaşlarla birlikle Piyemonte’nin toprakları genişledi. 
İtalyanların geniş bir kesimi Piyemonte’nin etrafında birleşti. Kırım Savaşı’na ve Paris Barış Kongresi’ne katılması Piyemonte’nin uluslararası siyasette saygınlığını arttırdı. 
Prusya’nın bir yandan Avusturya’yı diğer yandan Fransa’yı yenmesi İtalyanlara tarihi bir fırsat verdi. 
İtalyanlar, 1870’te Roma’yı Avusturya’dan alarak İtalya Devleti’nin kuruluşunu ilan edip millî birliğini tamamen sağladı.

Almanya’nın Siyasi Birliğini Sağlaması (1871)

Prusya’nın öncülüğünde Alman birliğinin sağlanması XIX. Yüzyılın önemli Alman devlet adamı Bismarck’ın (Bismark) çabalarıyla oldu.
Bu dönemde Bismarck, Prusya’nın güçlenmesi için gerekli olan politikanın “kan ve kılıç politikası” olduğu fikrine ulaştı.
1864’te Danimarka’yı, 1866’da Avusturya’yı savaşlarda yenen Prusya’nın önünde engel olarak sadece Fransa kalmıştı. 
1870’te yapılan Sedan Savaşı’nda Fransa, Prusya’ya yenildi. 
Bu gelişme sonrası 1871’de Fransa’da imzalanan antlaşma ile ilk defa Almanya Devleti adından bahsedildi. Böylece Alman siyasi birliği de resmen kuruldu.
Güçlü bir siyasi ve askerî yapıyla kurulan Almanya, Avrupa’da yeni dengeler içerisinde yer bulamadı. Bu durum gelecekte I. Dünya Savaşı’nın başlamasını kaçınılmaz kıldı.

Üçlü İttifak ve Üçlü İtilaf

Avrupa siyasetine Rusya, İngiltere, Fransa ve Avusturya’nın 
yanında Almanya ve İtalya yeni bir güç olarak katıldı.
Alman millî birliğinin kurucusu Bismarck, Almanya’yı Avrupa’nın karada en güçlü devleti hâline getirmek amacıyla dış politikada farklı bir yol izledi.
Alman millî birliği kurulduğu dönemde Fransızlar, Sedan Savaşı’nda  Almanlar karşısında büyük bir yenilgiye uğramıştı.
Bismarck, Fransa’nın en kısa sürede kendisini toparlayacağı ve Almanya’dan bu yenilginin intikamını almaya çalışacağı kanısındaydı. Bu düşünce Almanya’yı, Fransa’ya karşı güçlü devletleri kendi yanına çekme arayışına yöneltti. 
Böylece dünya devletleri arasında ilk kez gruplaşma hareketi (bloklaşma) başladı.
Almanya, 1860-1890 yılları arasında yapılan antlaşmalarla Rusya ve Avusturya-Macaristan’ı yanına çekmeyi başardı. Bu birliğe “Üçlü İttifak” adı verildi. İtalya da daha sonra bu ittifaka katıldı.

Rusya ile Avusturya-Macaristan rekabetinden dolayı üçlü ittifakiçindeki denge bozuldu. 1890’da Almanya’da bir taht değişikliği yaşanmıştı. 
Yeni imparatorla Başbakan Bismarck arasında dış politikada ciddi görüş ayrılıkları yaşanmaya başlamıştı. Bu yüzden Bismarck başbakanlıktan istifa etti. 
II. Wilhelm Dönemi’nde Almanya, Çarlık Rusyası’nın kendi yanında yer almasını gereksiz gördü ve 1890’da çarlık Rusya ile süresi dolan antlaşma yenilenmedi. 
Bu durum Rusya’yı 1894’de Fransa ile anlaşmaya yöneltti. Bu birliğe İngiltere’nin de katılmasıyla Üçlü İttifak’a karşı “Üçlü İtilaf” bloğu oluşturuldu. 
Zaman içerisinde bloklar arasındaki ekonomik rekabet, sömürge elde etme ve silahlanma yarışının açığa çıkardığı gerginlik, I. Dünya Savaşı’nın temel nedeni oldu.
MEHMET ALİ PAŞA’NIN GÜÇ KAZANMASI

1769 Kavala doğumlu Mehmet Ali Paşa, 18 yaşına 
geldiğinde askerlik mesleğine girmişti. 
Mısır’ı Napolyon Bonapart’ın işgalinden kurtarmak için, 1799 yılında Kavala’dan gönderilen askerlerle Kahire’ye geldi.
Fransızların Mısır’dan çekilmesinden sonra, kısa sürede buradaki başıbozuk askerleri disiplin altına alarak onların komutanlığına yükseldi.
Zekâsı ve askerler üzerindeki komuta gücünü kullanarak, yönetimi ele geçirmek için çeşitli yollara başvurdu. 
Bu doğrultuda Vali Hüsrev Paşa’yı Mısır’dan kaçırttı ve halkın desteğiyle idareyi eline aldı. 

Sultan II. Mahmut düzenli vergisini vermesi ve Hicaz’ı ele geçiren Vehhabileri etkisiz kılması koşuluyla Mehmet Ali Paşa’yı 1805’te Mısır Valisi olarak atadı.

XVIII. yüzyılın sonlarında Arabistan Yarımadası’nın Necit bölgesinde Muhammed bin Abdülvahhap’ın öncülüğünde Vehhabilik adlı bir hareket doğmuştu. 

İslâmiyet’in gereklerini yerine getiremeyenlerin, katli, mallarının yağmalanmasının vacip olduğu düşüncesiyle hareket eden Vehhabilik, Araplar arasında taraftar buldu. 
Vehhabiler, Basra, Yemen, Necit, Bağdat bölgelerini ele geçirdikten sonra 1790’dan itibaren bütün Arabistan’ı tehdit etmeye başladı. 
Mekke ve Medine, Vehhabilerin eline geçtiği için hac görevi de yerine getirilemiyordu. 

Bu önemli mesele,1811’e kadar bertaraf edilemedi.

Mehmet Ali Paşa, Vehhabi Meselesi’ni çözmek için görevlendirildi 
ve bunun karşılığında kendisine Necit bölgesi valiliği vaat edildi. 
Mehmet Ali Paşa, Hicaz’da etkinlik gösteren Vehhabilere karşı harekete geçti. Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki ordu bölgeye gönderildi.
İsyan kısa sürede bastırıldı. Mısır ordusu, 1813’te Mekke’yi Vehhabiler’den geri aldı.
1815’te Bass ve Taraba arasında toplanan Vehhabileri büyük bir mağlubiyete uğrattı.
Mehmet Ali Paşa başarılarından dolayı İslam âleminde büyük bir itibara sahip oldu.

KUZEYDEN GELEN TEHLİKE: RUSYA

1480’de Altın Orda Devleti’nin hâkimiyetinden kurtulan Ruslar, 1492 senesinde Moskova Knez’i III. İvan’ın etrafında toplanarak büyük bir devlet olma yolunda ilk adımlarını attı.
Rusya tarih sahnesine çıktığı andan itibaren denizlere ulaşmak için büyük bir çaba gösterdi. Diğer yandan Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a özel bir ilgi duydu.
Rusya’nın sıcak denizlere inmesini hedef alan büyük idealinin temelleri onun Bizans’ın dinî ve politik mirasçısı olmak iddiasına dayanıyordu.
1569 yılında Astrahan Seferi’nde ilk Osmanlı-Rus savaşı cereyan etti. 1682-1725 yıllarında Rus tahtına oturan I. Petro, Rusların sıcak denizlere inme politikasının başlatıcısı oldu.
1689’dan itibaren Rusya topraklarını genişletme politikasına hız verdi.
XVIII. yüzyılın ortalarına doğru Avusturya ve Rusya Osmanlı Devleti’ne karşı saldırgan bir politika izlemeye başladılar. 
Bu politika 1768’te savaşa dönüştü. Savaş1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile son buldu. 
1770’de Osmanlı donanmasının Ruslar tarafından Çeşme’de yakılması Avrupa’da da büyük bir tedirginliğe neden olmuştu.
Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Ruslar, Kırım’ın himayesini Osmanlı Devleti’nden aldı. Halkı Müslüman olan bir yer ilk defa Osmanlı Devleti’nden ayrıldı. 
Bu noktada Karadeniz’in bir Türk gölü olma özelliği de kaybedildi. Rusya, bu antlaşma ile Ortodoks Hristiyanların koruyuculuğunu da üstlendi.
1787-1792 Osmanlı-Rus savaşları sonucunda Rusya ile Yaş Antlaşması (1792) imzalandı. Kırım bu anlaşmayla tamamen kaybedildi.
Rum İsyanı devam ederken Navarin’de Osmanlı ve Mısır donanmalarının yakılmasıyla (1827) Rusya bir kez daha Doğu Akdeniz’de güç sahibi olduğunu dünyaya gösterdi.
Osmanlı Devleti’nde Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ve yeni ordunun henüz kurulma aşamasında olması Rusya’ya aradığı fırsatı vermişti. 
Rusya, batıda Edirne, doğuda ise Erzurum’a kadar ilerledi. Bu şartlar altında 1829 tarihinde Edirne Antlaşması imzalandı. Antlaşmayla Kuban Nehri’nin ağzından başlayarak bütün Karadeniz sahili Rusya’nın egemenliğine girdi. Rus ticaret gemilerine Boğazlar’dan geçiş hakkı tanındı.
1833’te imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması ile Rusya’nın Boğazlar üzerinde nüfuzu arttı.

1853’te başlayan Kırım savaşı’nı Avrupalı devletlerin de yardımıyla Osmanlı Devleti kazanmıştır.
Savaş sonunda Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa, Avusturya ve Rusya arasında 30 Mart 1856’da Paris Antlaşması imzalandı. Paris Antlaşması’nda yer alan Karadeniz’in tarafsızlığı ilkesi Rusya’nın çıkarlarına uygun değildi.
Rusya, Balkan bölgesinde yaşayan Ortodokslar üzerinde kaybolan itibarını yeniden kazanmak için Slavlar arasında Panslavizm hareketlerine hız verdi. 
Rus kışkırtmalarıyla Bosna-Hersek (1875), Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan’da (1876) ayaklanmalar çıktı. 
Balkanlar’da yaşayan Slav halklarına özerklik veya bağımsızlık verilmesini önlemek amacıyla Osmanlı Devleti I. Meşrutiyeti (Kanun-i Esasi) ilan etti Meşrutiyet’in ilanı Rusya’yı memnun etmemişti.

1877-1878 yıllarında Osmanlı-Rus Savaşı  (93 Harbi) tekrar çıktı. 
Savaşta Osmanlı Devleti yenildi ve Ayastefanos Antlaşması imzalandı. Batılı devletler, çıkarlarına aykırı olan bu antlaşmayı tanımadılar. Ancak bunun yerine imzalanan Berlin Antlaşması’yla diğer devletler de bu yağmaya ortak oldular. 
Rus işgaliyle birlikte Elviye-i Selase olarak adlandırılan Kars, Ardahan ve Batum için kırk yıl sürecek olan esaret dönemi başladı. 
Suni olarak ortaya çıkarılan Ermeni Meselesi de bu antlaşmayla uluslararası bir sorun hâline gelmiş oldu. 
Bu antlaşmadan sonra Rusya Kafkaslarda yaşayan yüz binlerce Müslüman Türk’ü Anadolu’ya göçe zorladı.

1914’te başlayan I. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri (İngiltere, Rusya ve Fransa) tarafında yer alan Rus Çarlığı ile ittifak Devletleri arasında yer alan Osmanlı Devleti karşı karşıya geldi.
Osmanlı Devleti, kendisini parçalayıp Şark Meselesi’ni sonlandırmak isteyen İtilaf Devletleri’ne karşı savaştı. 
Çanakkale Cephesi’ndeki savaşın zaferle sonuçlanması İtilâf Devletleri’nin Rusya’ya yardım ulaştırmasını engelledi. Yardım ulaşmayınca Rusya’da iç karışıklıklar başladı. 
Bu gelişmelerden sonra Rusya’da 1917 Devrimi yaşandı ve çarlık rejimi yıkıldı.



BOĞAZLAR MESELESİ VE RUSYA

XVIII. yüzyılda Rus Çarı I. Petro’nun sıcak denizlere inme politikasıyla birlikte boğazların ele geçirilmesi, Rus dış siyasetinin ana prensibi hâline geldi.
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Rusya’nın Boğazlar üzerindeki talepleri arttı.
1833’te Mısır İsyanı’nda Rusya’dan alınan yardım çerçevesinde Rus donanmasının Boğazlardan geçişi Rusları bu bölge üzerindeki emelleri açısından cesaretlendirdi. 
Aynı sene imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması, Rusya için istediği ortamın oluşmasını sağladı. Boğazlar bu antlaşmayla Avrupalı büyük devletlerin donanmalarına kapatıldığı gibi Rus savaş gemilerine açıldı.
Geçerliliği sekiz yıl olan Hünkâr İskelesi Antlaşması’nın 1841’de süresi dolmaktaydı. 1841’de İngiltere’de imzalanan sözleşme (Londra Boğazlar Sözleşmesi) gereğince Rusların Boğazlar üzerindeki ayrıcalığı ortadan kalktı. Boğazlar bu sözleşmeyle uluslararası bir statüye kavuştu.

1856 Paris Antlaşması’yla Karadeniz kıyılarında Rusların donanma bulundurma hakkı ellerinden alındı. 
1871’de Londra’da yapılan bir toplantıda Ruslara Karadeniz’de yeniden donanma bulundurma hakkı tanındı. Bu tarihten itibaren Rusya, Boğazları yeniden ele geçirme siyasetine başladı.
1878’de Rus askerlerinin İstanbul kapılarına kadar ilerleyişi İngiltere’nin karşı koymasıyla durduruldu. 
Rusya, Boğazlar konusunda İngiltere ve Avusturya ile anlaşmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. 
II. Abdülhamit Osmanlı Devleti’nin zor dönemlerden geçtiği yıllarda, Rusya karşısında başta İngiltere’ye daha sonra da Almanya’ya yakınlaşmak suretiyle Boğazların statüsünü korumada başarılı oldu.

REVAL GÖRÜŞMELERİ

9 Haziran 1908’de Finlandiya Körfezi’ndeki Reval Limanı’nda İngiltere Kralı ile Rus Çarı bir araya geldiler. Yaptıkları görüşmeden sızan sonuçlara göre Osmanlı Devleti toprakları yeniden paylaşılacaktı.
Reval Planı’na göre Makedonya’da reform programının yapılması kararı alınmıştı. 
Bu karar Makedonya’nın özerkleştirilerek Osmanlı Devleti’nden koparılması anlamına gelmekteydi.
İttihat ve Terakki Partisi taraftarları Reval Görüşmeleri’ne tepki olarak Makedonya’da İstanbul’a karşı isyan çıkarttı. Bu gelişmelerin neticesinde 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi


I. BALKAN SAVAŞI (1912)

XIX. Yüzyılda Yunanistan, Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsız 
olmuşlardı. Bulgaristan da XX. yüzyılın başında özerklik elde etmişti.
Bu devletler kendi idealleri doğrultusunda hareket ederek Balkanlar’da topraklarını genişletmeye çalışıyorlardı.
II. Abdülhamit, Balkanlar’da Osmanlı Devleti hâkimiyetinin sağlanması için denge ağırlıklı bir politika izledi. 
Makedonya’yı ele geçirmek isteyen Sırp, Yunan ve Bulgarların aralarını açan bir siyaset uyguladı. Fener Rum Patrikhanesine alternatif olarak Bulgar Kilisesi (Eksarhane) ve Sırp Piskoposluğu’nun kurulmasına izin verildi.
1911’in Ekim ayında Ruslar ilk olarak Bulgarları ve Sırpları bir araya getirdi.
Rusya denetiminde başlayan görüşmeler neticesinde 1912’de Yunanistan ile Bulgaristan arasında yeni bir gizli antlaşma yapıldı. Balkan ittifakına son katılan devlet Karadağ oldu.

Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ Osmanlı karşıtı bir cephede birleşseler de kendi aralarında uzun vadeli bir ortaklıktan uzak görünüyordu. Bu durum II. Balkan Savaşı’nın çıkmasının temel nedenlerinden biri olacaktır.
I. Balkan Savaşı 8 Ekim 1912’de Karadağ’ın saldırısıyla başladı. 
Hazırlıksız yakalanan Osmanlı ordusu savaşın ilk dönemlerinde istenilen başarıyı yakalayamadı. 
Çünkü savaş öncesinde Balkanlar’daki Osmanlı askerlerinin bir kısmı terhis edilmiş diğer bir kısmı ise Makedonya ve Trakya’ya sevk edilmişti. 
Osmanlı Devleti, savaş esnasında hem yeterli erzak ve lojistik ihtiyacını karşılayamamış hem de Yunanistan İngiltere’den deniz gücü desteği almıştı.
Sonuçta Osmanlı Devleti beklenmedik bir yenilgi ile karşılaştı. Bulgar ordusu İstanbul’a kadar yaklaştı.

BABIALİ BASKINI  23 Ocak 1913

I. Balkan Savaşı’nda alınan ani ve ağır yenilgi karşısında 
İttihat ve Terakki Partisi yoğun bir propaganda faaliyetine girişti. 
Kendilerinin hükûmette olmamasından dolayı bu yenilginin yaşandığını savunan parti, 23 Ocak 1913’te Osmanlı hükûmetine baskın düzenledi. 
Bu baskınla birlikte İttihat ve Terakki Partisi devletin yönetiminde söz sahibi oldu.
İttihat ve Terakki hükûmeti ilk olarak 13 Şubat’ta Bulgaristan’a savaş açarak kuşatma altında olan Edirne’yi kurtarmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. 
Bulgaristan’ın ani saldırısı sonucu Edirne Bulgarların eline geçti. 
Bu dönemde Ege Denizi’ndeki birçok ada Yunanlıların işgaline, Balkanlar’daki Osmanlı topraklarının bir kısmı da Sırbistan ve Karadağ’ın işgaline uğradı.
Sonuçta 30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşması imzalandı ve I. Balkan Savaşı sona erdi.
30 Mayıs 1913 LONDRA ANTLAŞMASI
Midye-Enez Hattı’nın batısındaki bütün topraklar Balkan devletlerine bırakıldı. 
Sırbistan’a Orta ve Kuzey Makedonya bırakıldı. 
Yunanistan’a Selanik, Girit ve Güney Makedonya verildi. 
Bulgaristan’a Kavala, Dedeağaç ve bütün Trakya verildi. 
Ege adalarının geleceği ve Arnavutluk’un sınırlarının tespitinde Avrupalı devletlerin karar vermesi uygun görüldü.
1913 Londra Barış Antlaşması’yla Bulgaristan en fazla toprak kazanan ülke olmasının yanında Ege Denizi’ne ulaştı.

II. BALKAN SAVAŞI (1913)
Bulgaristan I. Balkan savaş sonrası en fazla toprak kazanan devletti. Bu durum Sırbistan, Romanya, Karadağ ve Yunanistan tarafında rahatsızlığa neden olmuştu. 
Özellikle Balkan devletleri arasında Makedonya topraklarının paylaşımı meselesi devam eden bir sorundu. 
1913 yılının Haziran ayında Bulgaristan’a karşı harekete geçen Yunanistan ve Sırbistan ittifak kurdular.
Bulgar kralı, Sırbistan ve Yunanistan’ı hazırlıksız yakalayıp tüm Makedonya’yı ele geçirme amacıyla 30 Haziran 1913’te iki ülkeye birden savaş açtı. 
Bulgaristan’ın ani saldırı hamlesi başarısızlıkla sonuçlandı.
Romanya, bu fırsattan yararlanarak Bulgaristan topraklarına girip Dobruca bölgesini ele geçirdi.
Osmanlı Devleti, Bulgaristan’ın yenilmeye başlamasıyla savaşa girerek 23 Temmuz’da Edirne’yi Bulgarlardan geri aldı.

II. Balkan Savaşı sonunda 10 Ağustos 1913’te Bükreş’te barış antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile birlikte Bulgaristan I. Balkan Savaşı sonrası aldığı toprakların büyük bir kısmını kaybetti.
29 Eylül 1913’te Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasında İstanbul Barış Antlaşması imzalandı. Edirne ve Kırklareli Osmanlı Devleti’nde kaldı ve Meriç Nehri sınır kabul edildi. Bu antlaşma ile Bulgaristan’daki Türkler ile Bulgarların eşit haklara olması konusunda anlaşıldı.
Osmanlı Devleti 14 Kasım 1913’te Yunanistan’la Atina Barış Antlaşması’nı imzaladı. Ege Adaları Meselesi anlaşma sağlanmadığı için zamana bırakıldı. Diğer yandan Atina Barış Antlaşması’yla Yunanistan’daki Türklerin hakları korundu. 
Son olarak Sırbistan ile İstanbul Antlaşması imzalandı. İki ülkenin ortak sınırı bulunmadığı için sınır tespiti yapılmadı. Antlaşmayla işgal altındaki Makedonya’da kalan Türklerin hukuki statüleri belirlenerek garanti altına alındı.