OSMANLI MİLLET SİSTEMİ,
TARİH 10
7. ÜNİTE KLASİK ÇAĞDA
OSMANLI TOPLUM DÜZENİ
Osmanlı
toplumu töre ve İslam hukukuna göre düzenlenmişti.
Osmanlı
toplumu farklı din, dil ve ırktan insan topluluklarından oluşuyordu.
Ancak devlet
içinde herkes eşit statüde yer alıyordu.
Osmanlı
toplumu genel olarak yönetenler (askerî) ve yönetilenler (reaya) olarak iki
gruptan meydana geliyordu.
Yönetilenler
grubu Müslim ve gayrimüslim şeklindeydi.
Osmanlı
toplum yapısında sınıf ayrımı kesinlikle söz konusu değildi.
Devlete
hizmet karşılığı Müslüman reayadan askerî sınıfa geçmek mümkündü.
OSMANLI
MİLLET SİSTEMİ
Osmanlılar
toplum kesimlerini ırk esasına göre
değil din
esasına göre teşkilatlandırdı.
Osmanlı
Devleti, millet sistemi ile sınırları içerisinde yaşayan milletlere karşı inanç
ve ibadet özgürlüğü tanımıştır.
Müslüman
cemaatini meydana getiren topluluklar Türkler, Araplar, Acemler, Boşnaklar ve
Arnavutlardı.
Bunlardan
sonra en kalabalık topluluğu Ortodoks cemaati oluşturuyordu.
Ortodoks
cemaatler; Rumlar, Eflâk-Boğdanlılar, Karadağlılar, Sırplar ve Bulgarlar
idi.
Osmanlı
toplumunda Ermeni, Musevi (Yahudi), Süryani, Nasturi ve Kildani cemaatleri de
vardı. Bu insanlar kendi ibadet yerlerini açma ve inançlarını yaşamada
özgürdürler.
Osmanlı
Devleti, gayrimüslimlere büyük bir tolerans uyguladı.
Nitekim
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde Rum patriğini, Hristiyan
cemaatinin lideri olarak tanıdı ve ona geniş yetkiler verdi.
Fatih, Rum
cemaatine tanıdığı hak ve yetkileri Ermeni ve Yahudilere de tanıdı.
Fatih,
Ermenilerin hem yönetim işlerini hem de dinî işlerini kolaylaştıracak
örgütlenmeleri için İstanbul’da Gregoryan Ermeni Patrikhanesini kurdu
(1461).
II. Bayezid Dönemi’nde İspanya’daki
baskı ve katliamdan kurtarılan Yahudiler, Osmanlı Devleti’ne getirilerek
Selânik ve İstanbul’a yerleştirildi (1492).
ŞEHİR VE MAHALLELERDE ÇOK KÜLTÜRLÜ SOSYAL HAYAT
FETHEDİLEN
BÖLGELERDE TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL DEĞİŞİMLER
Osmanlılar,
fethedilen ve nüfusça az oldukları
bölgelere
yönelik iskân politikası uyguladılar.
Özellikle
Balkanlara, Anadolu’dan yörük ve Türkmenleri getirip yerleştirdiler.
Yapılan
göçler sonucunda Balkanlarda Türk nüfusu arttı ve Türk İslam kültürü
yayıldı.
Osmanlı
hâkimiyeti ile birlikte bölgede güvenlik sağlandı, yerli halktan angarya
kalktı, ağır vergiler azaltıldı.
Bu sayede
Balkanlarda, Arnavut, Bosna, Hersek, Kosova gibi bölgelerde gayrimüslim
köylüler arasında İslamlaşma hareketi hızla arttı.
Osmanlı
aldığı yerlere başlangıçta, bir cami ve onun etrafında kümelenen kültürel,
sosyal ve iktisadi kuruluşların oluşturduğu külliyeler kuruldu.
ŞEHİR VE
MAHALLELERDE ÇOK KÜLTÜRLÜ SOSYAL HAYAT
Osmanlı
şehirlerinde gayrimüslimler bazen bir mahallede
toplanmış
bazen de Müslüman mahallelere dağılmıştı.
Aynı
mahallede cami, kilise ve havrada insanlar dinî vecibelerini rahatça yerine
getirirlerdi.
Osmanlı
Devleti’nde, başta başkent İstanbul olmak üzere diğer şehirler (Bursa, Edirne,
Selânik vs.) genelde kalabalık bir nüfusa sahipti.
Şehirlerde
insanlar genel olarak ticaret, esnaflık ve zanaatla uğraşırdı.
Osmanlı
Devleti’nde, erkek kıyafetleri genelde çakşır (şalvar), gömlek, entari, dolama,
kaftan, kürk ve başlıktan oluşurdu.
Kadınların
giyim ve kuşamlarının en önemli öğeleri ise şalvar, bürüncük gömlek, entari,
dolama, hırka, kaftan, gömlek, kürk ve dışarıda giydikleri ferace, peçe ve
yaşmak idi.
Osmanlı
toplumunda Müslümanlar genelde sarı, ulema
mavi
ayakkabı giyerken, askerlerin bazıları ise kırmızı renk çizme giyerlerdi.
Bunun
yanında erkekler; sosyal, ekonomik, kültürel, mesleki ve dinî statülerine göre
“kavuk” denilen başlıklar giyerlerdi. Kavukların en bilinenleri horasanî,
selimî, kalafat, örfî, kafesî, mücevveze, kâtibî ve kallavi idi.
Kadınlar ise
serpuş denilen külaha benzer başlıklar giyerlerdi.
Ramazan
ayında, varlıklı zengin kimseler farklı yerlerdeki esnaf dükkânlarına girer ve
zimem (borç) defterini isterlerdi.
Defterin
baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfalarını açar ve “Silin borçlarını, Allah
kabul etsin.” der ve borçları ödeyip giderdi.
Osmanlı
Devleti’nde, erkekler genelde bozahane
ve
kıraathane/kahvehanelerde vakit geçirirlerdi.
Bir halk
içeceği olan boza mısırdan üretilirdi.
Kıraathane,
kahvehaneden daha sonra ortaya çıkan bir kavramdır ve isminin kıraathane olması
bu mekânların “okuma salonu” olarak kullanılmasıyla bağlantılıdır.
Kahvehaneler,
toplumsal paylaşımın gerçekleştiği ve geçmişin yâd edildiği kültürel mekânlar
olarak Osmanlı toplum yaşamında önemli bir yere sahipti.
Nitekim
eğitim, ticaret ve sanat üzerine fikir alışverişinin yapıldığı, meddahların
konuşma, saz şairlerinin saz çalma ve söyleme yerleri kahvehaneler idi.
OSMANLI’DA VAKIF GELENEĞİ
TARIMSAL
ÜRETİM VE ÇİFTHANE SİSTEMİ
Temeli
tarıma dayalı Osmanlı ekonomisinde toprak çok önemlidir.
Osmanlı
Devleti’nde fethedilen topraklar, Divân üyesi nişancı tarafından tapu tahrir
defterlerine kaydedilirdi.
Böylece
devlet arazisi (mirî arazi) hâline gelen bu araziler işletmek koşuluyla reayaya
bırakılırdı.
Reayaya
vergi ödemek koşuluyla dağıtılan araziler “çifthane sistemi” içerisinde
değerlendirilirdi. Çifthane, bir çift öküzle işletilebilen ve bir köylü
ailesinin işletiminde olan arazi birimiydi.
Çifthane
birimi üç unsurdan oluşurdu.
Bunlar,
devletin işletme koşuluyla verdiği arazi, bu araziyi işleten hane halkı ve
arazinin koşum gücü olan bir çift öküz.
TARIMSAL ÜRETİM VE ÇİFTHANE SİSTEMİ
Devlet,
çifthane sistemi ile toprağı sürekli işleterek boş arazileri değerlendirip
tarımsal üretimi artırdığı gibi, düzenli bir vergi sistemi de
oluşturuyordu.
Bu sistemde
topraklar devletin kontrolünde olduğundan büyük toprak sahiplerinin ortaya
çıkmasına da müsaade edilmiyordu.
Devlet
çifthane sistemi ve tarımsal üretimin devamlılığını sağlamak amacıyla tedbirler
alırdı.
Üç yıl
toprağı işlemeyen çiftçiden “çiftbozan vergisi” alındığı gibi, bu çiftçinin
toprağı başkasına da verilebilirdi.
LONCA
SİSTEMİ
Osmanlı
ekonomik sisteminde, esnaf loncaları, XIII. Yüzyılda ortaya çıkan Ahilik
teşkilatının bir devamı gibidir.
Esnaf
sistemi hiyerarşikti: esnaf şeyhi, yiğitbaşı, usta, kalfa ve çırak gibi.
Dükkân açma
izni yalnız ustaya aitti. Bu yetki ona “berat” ile verilirdi.
Dükkân
sayısını ustalar tespit ederdi. Her isteyen istediği yerde dükkân açamazdı,
amaç mevcut esnafı korumaktı.
Mesleğe
devam etme imtiyazına “gedik” denirdi.
Esnafın özel
işleri için toplandığı odaya “lonca” denilirdi. Esnaf şeyhi, aynı zamanda
loncanın da şeyhiydi. Sonra yiğitbaşı ve esnaf kâhyaları gelirdi.
Yiğitbaşı,
ustalar arasındaki disiplin ve organizasyondan sorumluydu.
Loncalar,
özellikle gediklerin haksızlık olmadan
dağıtımına
büyük bir özen gösterirdi.
Esnaf
gediklerinin işlediklerini başkası işleyemez, sattıklarını başkası satamazdı.
Bu kurala uymayanlar cezalandırılırdı.
Loncalar, bu
şekilde üretilen malların kalitesini ve fiyatını belirledikleri gibi, esnaflar
arasındaki haksız rekabeti de önlemeye çalışırlardı.
Osmanlı
esnafının en temel özelliği, öncelikle bulunduğu şehir ve çevresinin ihtiyacını
karşılamaktı.
Bu nedenle
esnaflar arasında en önemli unsur ham madde dağıtımıydı.
Ham madde
dağıtımı lonca kethüdası aracılığıyla adil bir şekilde yapılırdı.
NARH
SİSTEMİ
Narh,
devletin esnafa mallarını belli bir fiyata satmalarını emretmesi veya malların
belirlenen fiyattan aşağı veya yukarı bir fiyata satış yapmayı yasaklaması
anlamına gelen bir kavramdır.
Osmanlı
Devleti, narh sistemini hayata geçirerek, çarşı ve pazarlarda fiyatlara müdahale
edip malların belirlenen fiyatlarda satılmasını sağlamaya çalışmıştır.
Narh
uygulaması İstanbul’un fethinden, XIX. yüzyıla kadar devam etmiştir.
Osmanlılarda
özellikle ramazan ayının yaklaşmasından dolayı gerek ekmek gerekse eşya
fiyatlarının inip çıkması önleniyordu. Devlet tarafından sabit fiyatlar
belirlenerek belgelerle kayıtlara geçirilirdi.
Bu çıkan
fiyat belgelerine narh defteri deniliyordu.
OSMANLI
DEVLETİ’NDE TİCARETİN GELİŞMESİNİ SAĞLAYAN UNSURLAR
Akdeniz ve
Karadeniz’de denetimin sağlanması, İpek ve Baharat yollarının Osmanlı
Devleti’ne geçmesi
Siyasal,
sosyal ve ekonomik düzenin sağlanması,
Devletin
ticaretin önemi sebebiyle tüccarları özendirmesi,
Ticaret
yolları üzerinde güvenliğin sağlanması ve işlek ticaret yollarının ülke topraklarından
geçmesi
İç ticaretle
uğraşanlardan alınan verginin düşük tutulması.
Şehirlerde
bedestenler (içinde eşya alınıp satılan kapalı çarşı) açılması.
OSMANLI’DA
TİCARET VE TİCARİ MEKÂNLAR
İstanbul,
Bursa, Kahire, Edirne ve Selanik önemli ticaret merkezleriydi.
Şehirlerde
ticaret için yapılmış bedestenler (içinde eşya alınıp satılan kapalı çarşı)
açıldı.
Bedestenler
içerisinde en önemlisi Fatih Dönemi’nde yapılan ve sonra geliştirilen
İstanbul’daki Kapa Çarşı idi.
Osmanlı
Devleti ticareti geliştirmek ve tüccarları korumak amacıyla yollar üzerine
hanlar, kervansaraylar, imarethaneler (yemek verilen yer) , hamamlar, camiler,
tabhaneler (misafirhane), çeşmeler ve köprüler inşa ettiler.
KERVANSARAYLAR
Kervansaraylar,
kervanların güvenliği
ve konaklaması
için anayol kenarında tesis edilen vakıf yapılarıdır.
Bu yapılar;
insan ve hayvanların her türlü ihtiyacını karşılayacak; yiyecek içecek, bol su,
cami, hamam, kütüphane, baytar, doktor, berber, her çeşit tamir ustası, rehber
gibi donanıma sahip idi.
Kervansaraylar
yalnız Müslüman Türklere değil, ticaretle uğraşan tüm yabancılara hizmet
vermekteydi.
Buralarda
güvenlik, “derbentçiler” tarafından sağlanırdı.
Posta ve
haberleşme işlerini “menzil” teşkilatı yerine getirirdi.
Yollarda
özel ulaşımı ve taşımacılığı ise “mekkâreciler” yaparlardı.
KAPANLAR
Kapanlar
büyük şehirlerde özellikle zahire
(tahıl
ürünleri) türünden ihtiyaç maddelerinin toptan alınıp satıldığı yerlerdi.
Zahire
ürünlerinin yanında, kahve, tütün, ipek, pamuk, kumaş ve çeşitli dokumalar
üreticiden satın alınarak başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerdeki
kapanlara getirilirdi.
Buralarda
kadı naibinin nezaretinde esnaf temsilcilerinin de hazır bulunmasıyla mallar
tartılır, ağırlık, kalite ve çeşidine göre vergi ve narha tâbi tutulduktan,
fiyatları belirlendikten sonra esnaf aracılığıyla tüketiciye arz edilirdi.
Fatih Sultan
Mehmet Dönemi’nde yaptırılan “un kapanı” bir semt adı olarak varlığını hâlâ
sürdürmektedir.
PAZARLAR
Halkın
belirli günlerde mallarını satmak için sergiledikleri yerlere pazar
denir.
Osmanlıda
pazar yerleri halkın kolayca ulaşabileceği yerlerde, haftanın bir veya birkaç
gününde kurulan açık çarşılardır.
Bu
pazarların en büyük özellikleri binalarda olmayıp açık alanlarda kurulmuş
olmalarıdır. Osman Bey zamanında Bac yani pazar vergisi alınmaya başlanmıştır.
Osmanlı
Devleti, ilerleyen dönemlerde pazar yerlerine, halkı alışverişe çekmek için
hepsi bir düzeyde olan ve “arasta” adı verilen dükkânlar inşa etti.
Arastaların
etrafına medrese, kütüphane ve cami gibi tesisler kurdu.
Bir pazar
özelliği niteliğinde olan arastalardan aynı zamanda imaretler için gelir
sağlanmaktaydı.
Pazarlar
günümüze kadar varlığını korudu.
OSMANLI’DA
VAKIF GELENEĞİ
Vakıf,
kişilerin kendilerine ait mallarını veya paralarını belirli bir hizmetin yerine
getirilmesi amacıyla sosyal ve kültürel alanlarda hizmet verecek kuruluşlara
bağışlamasıdır.
Sosyal
devlet anlayışı ile hareket eden Osmanlı Devleti halkın dinî, askerî ve sosyal
ihtiyaçlarını karşılamak için hizmet veren çeşitli vakıflar
bulunmaktaydı.
Vakıflar
başta padişah, padişah eşleri ve kızları, devlet adamları ve hayırseverler
tarafından kuruldu.
Bu yolla
medreseler, hastaneler, camiler, kütüphaneler, kervansaraylar vs. yapıldı.
Vakıf
kurucusu, giderlerin karşılandığı herhangi bir hizmet birimini (cami, medrese
vb.) inşa ettirir, daha sonra bu müessesenin ihtiyaçlarını karşılayacak
miktarda gelir temin edecek kaynaklar tahsis ederdi.
Bu kaynaklar
genellikle arazi, dükkân, çarşı, han gibi gayrimenkullerden oluşurdu.
Söz konusu
vakfın idaresi için bir idareci (mütevelli) tayin edilir ve vakfın tüzüğü
(vakfiye) düzenlenirdi.
Böylece
vakıflar sayesinde şehirler imar edilir; eğitim, sağlık ve kültür işleri
yürütülürdü.